Orada bir 'Dara' var
uzakta o köy bizim köyümüzdür...
Türkiye haritası üzerinde parmağınızı Mardin 'e
koyun; sonra Suriye sınırındaki Nusaybin 'e doğru azıcık kaydırın. Haritada
hiçbir şey yazmasa bile, kenti çevreleyen surları 4 km'yi bulan, vaktiyle
muhteşem sarayları, köprüleri, su kemerleri ve dillere destan sarnıçları ile
İran ve Roma uygarlıklarının süsleye süsleye bitiremedikleri Dara 'dasınız...
Parmağınızı kaldırıp da çevresine baktığınızda
sadece bir antik yerleşmeyle değil; Mezopotamya 'nın binlerce yıllık tarihine
tanık olmuş bir ''garnizon kent'' ile tanıştığınızı hemen fark edeceksiniz.
Çünkü Dara bugün olduğu gibi geçmişte de hep
sınırları beklemiş. Anadolu ile Mezopotamya arasında varlık serüveni içindeki
hemen tüm uygarlıkların ele geçirmek için can attıkları bir ''askeri başkent''
olarak yaşamış.
Mardin'den güneydoğuya doğru, Nusaybin karayolunu
takip ederek Dara'ya vardığımızda bizi sadece tarih karşılamadı. Bu tarihle
yıllardır iç içe yaşayan Dara Köyü halkı da sokaklarda, köy meydanında,
kapılarda, damlarda ve antik kalıntıların önünde gruplar halinde bekliyorlardı.
Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu ile
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu 'nun aramızda olmadıklarını
görünce, önce uzun uzun sustular... ''17 Aralık AB gündemi nedeniyle
gelemediler, ama selamlarını gönderdiler'' dediğimizde özellikle hemşerileri
olan Nehrozoğlu'na vermek üzere hazırladıkları dilekçeyi bize okudular.
Köy muhtarı İbrahim Bilgiç ile köy ihtiyar heyeti
üyeleri Abdülselam Bitim, Mehmet Özbilen ve Ömer Aba 'nın imzasını taşıyan
dilekçelerinde özetle diyorlar ki: ''Sit alanı olduğu için inşaat yapılamayan
köyümüzde içme suyu ve altyapı projelerimiz de hazır olmasına rağmen ihale
edilemiyor. Bizi ya başka bir yere taşıyın ya da hayatımızı devam ettirmemize
izin verin.''
Yerin altında bir dünya...
Bu dileği öğrenerek Dara'yı gezmeye başladığımızda ''şaşkınlık'' la
''hayranlık'' arasında kalıyoruz. İran Hükümdarı Dara Yuvanişin tarafından
yaptırılan kent, İsa'dan sonraki yüzyıllarda da İranlılar ile Romalılar arasında
el değiştirmiş; 7. yüzyılda Arapların eline geçmiş, 15. yüzyıla kadar yerel
beylik ve devletler tarafından yönetilmiş; sonra da hep Osmanlılarda kalmış.
Dara'nın yaptırdığı söylenen, olağanüstü bir
mimarlık ve mühendislik anıtı olan ''yeraltındaki zindan'' a, yine görülmemiş
düzgünlükteki merdivenlerinden indiğimizde neye uğradığımızı şaşırıyoruz.
Anlatması olanaksız bu ''görkemli mekân'' için daha
sonra bilgilerine başvurduğumuz Prof. Dr. Oktay Belli ile Prof. Dr. Selçuk
Ahunbay yapının, zindan olarak da kullanılmakla birlikte aslında bir ''su
sarnıcı'' olduğunu söylüyorlar.
Tek başına bu etkileyici yeraltı dünyası bile Dara
Köyü halkının ne kadar eşsiz bir hazine üzerinde yaşadıklarını kanıtlıyor. Ne
var ki köylüler aynı tarihsel zenginliğin kendileri için aslında bir mağduriyet
değil, tam tersine başlı başına bir kalkınma ve zenginlik kaynağı olmasını
hedefleyen bir kültür politikasının rehberliğinden yoksun kaldıkları için, belki
de çok iyi bildikleri ''ayrıcalıklı konumları'' nı asla değerlendiremiyorlar.
Yerin üstünde bir umut...
O kadar ki, köy evlerinin çoğu kentin kuzeyindeki tepede bulunan ''tarihi
İçkale'' nin üzerinde ve çevresinde kurulmuş. Dahası yaklaşık 30 m.
derinliğindeki taş duvarlı ve tonozlu yeraltı sarnıcının bile yer üstündeki
giriş mekânları köy evleri tarafından kuşatılmış durumda. Bu durumu görünce
muhtarlığın dilekçesini bir kez daha düşündük. Acaba Daralılar Güneydoğu'daki
''kültür turizmi'' nin ev sahipleri kılınamaz mı?
Gerçekten ''anlatılamaz'' olan bu muhteşem tarih
daha fazla tanıtılarak Mardin'de başlayan turizm hareketinin gizemli bir
konaklama merkezi olamaz mı?
Bunun için de köylülerin evlerini terk etmeleri
yerine ''pansiyonculuğun Doğu'daki önderleri'' olmaları sağlanamaz mı?
Cumhuriyet - Oktay Ekinci |