reklam

19 Ocak 2005 Çarşamba
Ana Sayfa > Haberler

İstanbul'a semazen heykeli

Belediye Başkanı'nın görevi margarinden pasta yapan aşçılar gibi kent projeleri yapmak olabilir mi?

8 Ocak tarihli Milliyet'te yer alan bir habere göre İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Belediye'ye devredilen Sivriada'ya 110 metre boyunda bir semazen heykeli dikileceğini açıklamış. Dev heykel "Ne olursan ol, yine gel" diyen Mevlana'nın düşüncesini temsil edecekmiş. Gazetedeki haber "Bu heykeli bütün dünya konuşacak" başlığını taşıyordu.

"İstanbul'un yeni simgesi 110 metrelik semazen anıtı" başlığı ile konuyu işleyen Hürriyet gazetesi ise haberin başlığında İstanbul'un yeni bir simgeye kavuştuğu müjdesini veriyordu. Heykel "İstanbul'un medeniyet, kültür ve inançların buluştuğu ve hoşgörünün dorukta olduğu bir barış kenti olduğunu" simgeleyecekmiş. Topbaş "AB'ye giriş adımları attığımız şu günlerde merkezi yönetim, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve halk olarak el ele vererek İstanbul'u dünyanın bir numaralı kenti yapmaya azmetmeliyiz" demiş. Fikrin kendisine ait olduğunu ve bir heykeltıraşın bu konuda çalışmalar yaptığını belirten Kadir Topbaş, "İstanbul'u dünyaya böyle bir simge ile yansıtmak istiyoruz" demiş.

Belediye Başkanı, heykelin çevresine üç ilahi dinin mabedi, cami, kilise ve sinagog yerleştirmeyi düşündüklerini, ayrıca heykelin etek altlarında turizm amaçlı işletmeler öngörüldüğünü ve uygulamanın "yap-işlet modeli" içinde gerçekleştirileceğini sözlerine eklemiş.

Şaka ve müjde
Bu olsa olsa bir şaka olabilir diye düşünüyor insan. İstanbul gibi bir kentte böyle bir şeyin bırakın uygulanması, bu şekilde geliştirilmesinin düşünülmesi, basına açıklanması ve basının da bunu bir "müjde" olarak işlemesi ancak bir şaka olabilir. Ancak Topbaş'ın daha önceki açıklamaları da dikkate alındığında bu olayın bir şaka olmadığı apaçık ortada. Topbaş, bir süre önce de Leonardo da Vinci'nin hayalini gerçekleştireceğini -onun tasarımı ile nasıl alakası varsa- Haliç'e şeffaf bir köprü yapacağını açıklamıştı. Öğrencilik döneminden bu yana hayalini kurduğu köprünün çizimlerinin bile hazır olduğunu söylemişti. Topbaş tasarrufunda bulunan mekânları bu şekilde dönüştürmeye niyetleniyorsa, görevlerini ve sorumluluklarını böyle yorumluyorsa İstanbul'u çok zor günler bekliyor demektir. Bir belediye başkanının böyle bir hakkı olabilir mi? Halkı temsil etme iddiası, profesyonelliğin, uzmanlığın, yaratıcılığın yerine geçebilir mi? Belediye Başkanı'nın görevi margarinden pasta yapan aşçılar gibi kent projeleri yapmak olabilir mi? Eğer Belediye Başkanı kararları, projeleri "Ben yaptım, oldu" mantığı ile geliştiriyorsa, İstanbul gibi bir kentin hali ne olur? Bu kent yaratıcılıktan, sanattan, mimarlıktan, kültürden nasıl yararlanır?

Belediye başkanı ne iş yapar?
Belediye başkanı sanattan, mimarlıktan, şehircilikten ya da başka şeylerden anlamak zorunda değil. Ayrıca anlasa da İstanbul gibi bir kenti kendi özel tercihlerine, beğenisine mahkum etme hakkına hiç sahip değil. Ancak belediye başkanı başarılı olmak için bu işlerden anlayan insanların enerjisini, fikirlerini harekete geçirmeyi bilmek zorunda. Belediye başkanının mimar kimliği en azından kendisine proje geliştirme yöntemleri hakkında bir bilgi vermeli. Belediye başkanının herhangi bir meslekten olması, o alanda tekelci ve fırsatçı bir zihniyete yol açmamalı. Dünyada kentlerin yarıştığı bir dönem yaşıyoruz. Kent yönetimleri fikir ürünlerini, yaratıcılığı desteklemek için bağımsız bir alan yaratıyor.

Topbaş'ın katılımdan anladığı ise kendi patronajındaki bir karar sürecine birilerinin katkıda bulunması. İstanbul'da kültür ve sanatın gelişmesi için Belediye Başkanı'nın bu katılım anlayışını tamamen değiştirmesi gerekiyor. Birincisi şehir halkı karar organlarının üstündedir. Yöneticiler halka karşı sorumlu olmadığı sürece, kamusal kararları kişisel kararları gibi verdiği sürece demokratik bir kent yönetiminden söz edilemez. İkincisi katılımı sağlamak, bağımsız bir düşünce geliştirme zemini olmadan, yaratıcılık, bilgi üretimi ve düşünce geliştirme için özgür bir ortam sağlanmadan gerçekleşemez. Bu nedenle bağımsız kuruluşlar, yaratıcı fikir sermayesi desteklenmeli, siyasetçiler fikir ürünlerini geliştirmek ve değerlendirmek için tarafsız, hakemlik görevi yapacak organlar oluşturulmalı. Başbakan da geçtiğimiz günlerde tribünlere oynayan, ucuz hesaplar peşinde olan, halkın hoşuna gidecek biçimde işler yapmaya çalışan yönetim anlayışını terk etmenin zamanının geldiğini belirtmişti. Bu yönetim anlayışının vizyonsuz, programsız bir belediyecilik anlayışına yol açtığını ve misyonlarının bunu değiştirmek olduğunu söylüyordu.

Bugün AB ülkelerindeki yerel yönetimler katılımı, kendi patronajlarını güçlendiren, siyasal alanı daraltan bir modelle değil, stratejik bir modelle örgütlemek için çaba gösteriyor. İstanbul'da ise bugüne kadar karar süreçleri demokratikleştirilemedi çünkü yönetimler karar süreçlerini daraltan bir katılım anlayışıyla yönlendirmeye çalıştılar. Karar sürecini destekleyen proje hizmetlerini üretenler de yalnızca kendilerini temsil ettiler. Bugün yönetimler, karar süreçlerini geliştiren bağımsız kültür kurum ve kişilerini "sivil toplum üyesi" olarak değil, "ortak" olarak görmek zorundalar. Bunun yolu da onların katkısını sağlamaktan geçiyor. Yönetimler profesyonellere mesleki düşünce özgürlüğü sağlayacak bir ortam açmakla yükümlüler. Bu nedenle, yerel yönetimlerin, kararlarını ne derecede katılımcı yöntemlerle aldıkları ve sundukları, sunmak durumunda oldukları hizmetleri ne derecede bir kamu malı olarak gördükleri, dolayısıyla kamusallığın tanımına farklı tarafları ne derecede katabildikleri, ne derecede bilgiyi şeffaf olarak değerlendirebildikleri ve kamuya açtıkları, karar süreçlerini ne derecede bir müzakere süreci olarak gördükleri, tarafları ne derecede kendi pozisyonlarını tarif etmeye davet ettikleri ve ne derecede hesap verebilirliğe açık oldukları önem kazanıyor...

Bu nedenle biz aşağıda imzası bulunan kişiler bu sorunu önemsiyoruz. İstanbul'un demokratik yönetim pratikleri ile buluşmasını engelleyen bu tür uygulamalar karşısında bir girişim başlatıyoruz. Eğer yap-işlet modeli ile uygulanacağı söylenen bu ucube Sivriada'ya dikilirse, biz İstanbullular onu yıllarca seyretmek zorunda kalacağız. Amacı ne olursa olsun İstanbul'un güncel kültür ve sanatla bağını koparmayı hedefleyen bu dayatma aynı zamanda ortak yaşam alanımıza karşı bir tehdittir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı bu girişimden ve projelerini informel yollarla geliştirmekten vazgeçirmek için bütün kültür ve sanatla ilgili kişilere, kurumlara çağrı yapıyor ve bu metini imzaya açıyoruz.
Radikal

 

Ocak 2005 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
      01 02
03 04 05 06 07 08 09
10 11 12 13 14 15 16
17 18 19 20 21 22 23
24 25 26 27 28 29 30
31            
diğer aylar için tıklayın

Kentin fiziksel çevresi, sorunları ve kentli olmak üzerine görüşlerinizi Kent başlığı  altında tartışıyoruz.

Arkitera.com/forum

  

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz