İstanbul'a semazen
heykeli
Belediye Başkanı'nın görevi margarinden
pasta yapan aşçılar gibi kent projeleri yapmak olabilir mi?
8 Ocak tarihli Milliyet'te yer alan bir
habere göre İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Belediye'ye
devredilen Sivriada'ya 110 metre boyunda bir semazen heykeli dikileceğini
açıklamış. Dev heykel "Ne olursan ol, yine gel" diyen Mevlana'nın düşüncesini
temsil edecekmiş. Gazetedeki haber "Bu heykeli bütün dünya konuşacak" başlığını
taşıyordu.
"İstanbul'un yeni simgesi 110 metrelik
semazen anıtı" başlığı ile konuyu işleyen Hürriyet gazetesi ise haberin
başlığında İstanbul'un yeni bir simgeye kavuştuğu müjdesini veriyordu. Heykel
"İstanbul'un medeniyet, kültür ve inançların buluştuğu ve hoşgörünün dorukta
olduğu bir barış kenti olduğunu" simgeleyecekmiş. Topbaş "AB'ye giriş adımları
attığımız şu günlerde merkezi yönetim, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri
ve halk olarak el ele vererek İstanbul'u dünyanın bir numaralı kenti yapmaya
azmetmeliyiz" demiş. Fikrin kendisine ait olduğunu ve bir heykeltıraşın bu
konuda çalışmalar yaptığını belirten Kadir Topbaş, "İstanbul'u dünyaya böyle bir
simge ile yansıtmak istiyoruz" demiş.
Belediye Başkanı, heykelin çevresine üç
ilahi dinin mabedi, cami, kilise ve sinagog yerleştirmeyi düşündüklerini, ayrıca
heykelin etek altlarında turizm amaçlı işletmeler öngörüldüğünü ve uygulamanın
"yap-işlet modeli" içinde gerçekleştirileceğini sözlerine eklemiş.
Şaka ve müjde
Bu olsa olsa bir şaka olabilir diye düşünüyor insan. İstanbul gibi bir kentte
böyle bir şeyin bırakın uygulanması, bu şekilde geliştirilmesinin düşünülmesi,
basına açıklanması ve basının da bunu bir "müjde" olarak işlemesi ancak bir şaka
olabilir. Ancak Topbaş'ın daha önceki açıklamaları da dikkate alındığında bu
olayın bir şaka olmadığı apaçık ortada. Topbaş, bir süre önce de Leonardo da
Vinci'nin hayalini gerçekleştireceğini -onun tasarımı ile nasıl alakası varsa-
Haliç'e şeffaf bir köprü yapacağını açıklamıştı. Öğrencilik döneminden bu yana
hayalini kurduğu köprünün çizimlerinin bile hazır olduğunu söylemişti. Topbaş
tasarrufunda bulunan mekânları bu şekilde dönüştürmeye niyetleniyorsa,
görevlerini ve sorumluluklarını böyle yorumluyorsa İstanbul'u çok zor günler
bekliyor demektir. Bir belediye başkanının böyle bir hakkı olabilir mi? Halkı
temsil etme iddiası, profesyonelliğin, uzmanlığın, yaratıcılığın yerine
geçebilir mi? Belediye Başkanı'nın görevi margarinden pasta yapan aşçılar gibi
kent projeleri yapmak olabilir mi? Eğer Belediye Başkanı kararları, projeleri
"Ben yaptım, oldu" mantığı ile geliştiriyorsa, İstanbul gibi bir kentin hali ne
olur? Bu kent yaratıcılıktan, sanattan, mimarlıktan, kültürden nasıl yararlanır?
Belediye başkanı ne iş yapar?
Belediye başkanı sanattan, mimarlıktan, şehircilikten ya da başka şeylerden
anlamak zorunda değil. Ayrıca anlasa da İstanbul gibi bir kenti kendi özel
tercihlerine, beğenisine mahkum etme hakkına hiç sahip değil. Ancak belediye
başkanı başarılı olmak için bu işlerden anlayan insanların enerjisini,
fikirlerini harekete geçirmeyi bilmek zorunda. Belediye başkanının mimar kimliği
en azından kendisine proje geliştirme yöntemleri hakkında bir bilgi vermeli.
Belediye başkanının herhangi bir meslekten olması, o alanda tekelci ve fırsatçı
bir zihniyete yol açmamalı. Dünyada kentlerin yarıştığı bir dönem yaşıyoruz.
Kent yönetimleri fikir ürünlerini, yaratıcılığı desteklemek için bağımsız bir
alan yaratıyor.
Topbaş'ın katılımdan anladığı ise kendi
patronajındaki bir karar sürecine birilerinin katkıda bulunması. İstanbul'da
kültür ve sanatın gelişmesi için Belediye Başkanı'nın bu katılım anlayışını
tamamen değiştirmesi gerekiyor. Birincisi şehir halkı karar organlarının
üstündedir. Yöneticiler halka karşı sorumlu olmadığı sürece, kamusal kararları
kişisel kararları gibi verdiği sürece demokratik bir kent yönetiminden söz
edilemez. İkincisi katılımı sağlamak, bağımsız bir düşünce geliştirme zemini
olmadan, yaratıcılık, bilgi üretimi ve düşünce geliştirme için özgür bir ortam
sağlanmadan gerçekleşemez. Bu nedenle bağımsız kuruluşlar, yaratıcı fikir
sermayesi desteklenmeli, siyasetçiler fikir ürünlerini geliştirmek ve
değerlendirmek için tarafsız, hakemlik görevi yapacak organlar oluşturulmalı.
Başbakan da geçtiğimiz günlerde tribünlere oynayan, ucuz hesaplar peşinde olan,
halkın hoşuna gidecek biçimde işler yapmaya çalışan yönetim anlayışını terk
etmenin zamanının geldiğini belirtmişti. Bu yönetim anlayışının vizyonsuz,
programsız bir belediyecilik anlayışına yol açtığını ve misyonlarının bunu
değiştirmek olduğunu söylüyordu.
Bugün AB ülkelerindeki yerel yönetimler
katılımı, kendi patronajlarını güçlendiren, siyasal alanı daraltan bir modelle
değil, stratejik bir modelle örgütlemek için çaba gösteriyor. İstanbul'da ise
bugüne kadar karar süreçleri demokratikleştirilemedi çünkü yönetimler karar
süreçlerini daraltan bir katılım anlayışıyla yönlendirmeye çalıştılar. Karar
sürecini destekleyen proje hizmetlerini üretenler de yalnızca kendilerini temsil
ettiler. Bugün yönetimler, karar süreçlerini geliştiren bağımsız kültür kurum ve
kişilerini "sivil toplum üyesi" olarak değil, "ortak" olarak görmek zorundalar.
Bunun yolu da onların katkısını sağlamaktan geçiyor. Yönetimler profesyonellere
mesleki düşünce özgürlüğü sağlayacak bir ortam açmakla yükümlüler. Bu nedenle,
yerel yönetimlerin, kararlarını ne derecede katılımcı yöntemlerle aldıkları ve
sundukları, sunmak durumunda oldukları hizmetleri ne derecede bir kamu malı
olarak gördükleri, dolayısıyla kamusallığın tanımına farklı tarafları ne
derecede katabildikleri, ne derecede bilgiyi şeffaf olarak
değerlendirebildikleri ve kamuya açtıkları, karar süreçlerini ne derecede bir
müzakere süreci olarak gördükleri, tarafları ne derecede kendi pozisyonlarını
tarif etmeye davet ettikleri ve ne derecede hesap verebilirliğe açık oldukları
önem kazanıyor...
Bu nedenle biz aşağıda imzası bulunan
kişiler bu sorunu önemsiyoruz. İstanbul'un demokratik yönetim pratikleri ile
buluşmasını engelleyen bu tür uygulamalar karşısında bir girişim başlatıyoruz.
Eğer yap-işlet modeli ile uygulanacağı söylenen bu ucube Sivriada'ya dikilirse,
biz İstanbullular onu yıllarca seyretmek zorunda kalacağız. Amacı ne olursa
olsun İstanbul'un güncel kültür ve sanatla bağını koparmayı hedefleyen bu
dayatma aynı zamanda ortak yaşam alanımıza karşı bir tehdittir. İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı bu girişimden ve projelerini informel
yollarla geliştirmekten vazgeçirmek için bütün kültür ve sanatla ilgili
kişilere, kurumlara çağrı yapıyor ve bu metini imzaya açıyoruz.
Radikal |