İki kocaman bina!
Ankara’da yaşayan herkes gibi benim de
yolum sık sık Atatürk Bulvarı ve Kızılay’dan geçiyor. Atatürk Bulvarı, başkentin
ana caddesi. Kızılay ise tam göbeği.
Şimdi Bulvar’dan araçla veya yürüyerek
aşağıya doğru inelim. Kuğulupark kavşağını geçelim. Sağda İş Bankası tarafından
yaptırılan yüksek binayı da geçelim. Onun hemen yanıbaşında yüksek bir bina daha
var.
Ankara Oteli!
Belki 15 katlı dev bir bina. Geçmiş yıllarda Ankara’nın ilk ve tek beş yıldızlı
oteli idi. Emekli Sandığı’nın malıydı ve bir yabancı şirket tarafından
işletilirdi.
Otel Ankara’nın en değerli yerinde ve
yıllardan beri kapalı. Çevresini tahta perdeyle çevirdiler. Önüne bir de
gecekondu gibi şantiye binası kondurdular.
Otel kapalı. Peki ne olacak?
Bu görkemli bina satılacak mı?
Onarımdan mı geçecek? Yıkılacak mı?
Onarım derseniz, ortada hiçbir şey yok. O kadar ki, otelin alt kat
salonlarındaki perdeler bile olduğu gibi duruyor ve dışarıdan görüyorsunuz.
İçeride çalışan hiç kimse yok.
Ama yıllardan beri durum değişmiyor.
Aradan belki altı, belki sekiz yıl geçti ve Ankara Oteli, o kocaman bina, öyle
olduğu gibi duruyor.
Bina doğal olarak bakımsızlıktan
çürüyor, harap oluyor. Kamunun, devletin, milletin malı olan ulusal servet
gözlerimizin önünde yok olmaya doğru gidiyor.
Şimdi Ankara Oteli’nin acısını içimize
gömelim ve yavaş yavaş Kızılay’a doğru yürüyelim. Meydanın tam göbeğinde kara
bir bina göreceksiniz. Saymadım ama en az 10 kat olması gerekir.
Siyah, zevksiz bir bina.
Burada geçmişte Kızılay’ın şirin binası vardı. Çocukluğumdan anımsarım, çok
güzel bir park ve bahçenin içindeydi. İnsanlar oraya gelir, banklarda oturup
dinlenirdi.
Bahçenin bir köşesi Cumhuriyet dönemi
Ankara’sının simgelerinden biri olan ve meydana adını veren üç katlı Kızılay
binasıydı... Ve binanın üzerinde kocaman bir kırmızı ay!
Günün birinde, Özal dönemi sonrasında
her şeyin para ve kazanca endekslendiği yıllarda, Kızılay’ın ‘akıllı’
yöneticileri bu simge binayı yıktırdı. Bahçe ve park böylece elden çıktı. Orası
enkaz yığınına dönüştü.
Oysa o arazi altın değerinde idi.
Kızılay’ın mülkü olan o arazi için kendilerine başka bir yer gösterilmesini, o
arazinin park olarak kalmasını o dönemde çok rica ettik, yalvardık ama hiç
kimseye dinletemedik.
Bir gün bir baktık ki, oraya temel
atılıyor. İnşaat başladı. İnşaat yıllar boyu sürdü.
Oraya bugünkü değerlerle trilyonlar
yatırıldı. Herhalde o paralar Kızılay’ın cebinden çıktı.
İnşaat yükseldi, yükseldi ve sonunda
bitti!
Kocaman bir zevksizlik anıtı, arazinin
tümünü kaplamıştı.
Camları siyahtı, dış cephesi boydan
boya siyahtı. Ötekiler yetmezmiş gibi ortaya kentin göbeğinde akıl almaz iğrenç
bir görüntü daha çıktı.
Bina uzun yıllar sonra bitirildi.
Kızılay bu binayı Beğendik isimli bir mağazaya kiraya verip güya gelir elde
edecekti!
Sonra neler olduğu bilinmiyor. Bilinen
tek şey, o bina da orada yıllardan beri bomboş, kaderine terk edilmiş bir kara
enkaz olarak duruyor.
Türkiye’nin dört bir yanı böyle yarım
kalmış, ya da bittiği halde kullanılmayan yatırımlarla dolu.
Ötekileri bir yana bırakıyorum ve
soruyorum:
Başkentin göbeğindeki bu iki dev
binanın, Ankara Oteli ile Kızılay binasının hesabını kim verecek? Hiç kimse!
Bu, korkunç bir şey. Türkiye’de
inanılmaz bir umursamazlık yaşıyoruz. Sözünü ettiğim Kızılay binasının tam
karşısı Güvenpark. Ankara’nın eski Kızılay bahçesiyle birlikte ilk parkı.
Atatürk döneminde yaptırılmış bir anıt. Üzerinde ‘Türk övün, çalış, güven’
yazıyor. O anıt şimdi gece saatlerinde tinerci takımının hizmetinde ve çöplük
olmuş durumda! Bronz anıt çürüyor. Rengi yeşillenmiş. Pislenmiş, paslanmış,
hatta erimeye yüz tutmuş.
Başkentin göbeğinde inanılmaz iki utanç
tablosu karşı karşıya. Arada 50 metre mesafe var. Kızılay adına yaptırılan boş
bina ve çürüyen Güvenpark anıtı.
Bu konuyu burada defalarca yazdım ama
umursayan olmadı. Hiçbir şey yapılmadı.
Başkent böyle. Hatta başkentin göbeği
böyle. (Anadolu’yu siz düşünün.) Devleti ve Ankara’yı yönetenler her gün kırmızı
plakaları ve koruma araçları eşliğinde o binaların ve Güvenpark’ın önünden
birkaç kez geçiyorlar.
Ama görmüyorlar... Çünkü görmek
işlerine gelmiyor.
Hürriyet - Emin Çölaşan |