Göksu mesiresini
katletmeyelim!..
Orta halli
İstanbul halkının şöyle rahat bir soluk alabildiği bir meydan, bir yeşillik, bir
açıklık kaldı mı ki? Gücü yeten vuruyor kazmayı yıkıyor, sonra da başlıyor beton
yığınları yükselmeye!
Ne Sarıyer, ne Beykoz, ne
Anadoluhisarı, ne Florya'da yeşil alan yok artık. Derme çatma, mimarisi yanlış,
belki de mimar eli değmemiş kafaların marifeti!
Anadoluhisarı'nda meşhur Göksu mesiresinden ufak bir bölüm kalmıştı. Yıllardır
orada kurbanlık hayvan sürüleri satılırdı. Pislikten, kokudan geçilmezdi
yollardan, haftalarca devam ederdi aynı manzara.
Göksu mesiresinin bu son parçasının
kurtulabilmesi için bütün semt halkı, şehirciler ayağa kalktılar. Göksu ihya
edilecekti. Üstelik Vakıflar sahip çıkmıştı o koskoca yeşil sahaya. Planlar,
projeler yapıldı.
Büyükşehir Belediyesi ani bir kararla
tarihi Göksu mesiresinin kalan son parçasını inşaata açma kararı almaz mı?
Ayıp, günah ve insanlığa karşı suç.
Şehir meclisinde CHP'lilerin itirazları bile yok! Acaba neden? AKP'liler ise,
zaten orada inşaat yapmaya teşne ne hikmetse?
Yazık oluyor İstanbul'un tarihi son
mesire yerini beton yığınlarıyla çevirmeye.
"Gidelim Göksu'ya, bir âlemi ab
eyleyelim" şarkılarının söylendiği... Süslü faytonların feraceli, yaşmaklı
hanımların, hatta sultanların... Cici beylerin göz süzdükleri dönemi yaşamadım.
Ama 1940'larda Göksu çayırında, üç çift futbol takımının maç yapabileceği geniş
yeşil alan vardı. Galatasaray lige hazırlık maçlarını orada yapar, Baba Gündüz
Kılıç, Faruk, Adnan, Salim, hastalardan Arap Necati, Zengeller Bülent, Kozalak
İlhami sabah vapurla Anadoluhisarı'na gidilir... Yemek yenir, güler eğlenir
birbirine takılır herkes... Sonra maç başlardı.
Doğanın lütfu, diğer futbol alanı
Beykoz çayırıydı. Kale direkleri ağları hep takılı dururdu. Gençler de oynardı,
büyük takımlar da. Galatasaray bazen de Beykoz'a giderdi. Beykoz'la antrenman
maçı yaparlardı. Meşhur Kelle İbrahim, Beykozlu olmasına rağmen hakemlik yapar,
hiç kimse itiraz etmezdi kararlarına.
Akşamüzeri dönüşe geçerken de paça
çorbası içilirdi. Bacak kemiklerini güçlendirir derler, bizi de içmeye zorlardı
büyüklerimiz.
Oyun alanlarının kenarında aileler
evden getirdikleri dolmaları, köfteleri yer, rakıları içer, tam anlamıyla temiz
hava alırlardı.
Şimdi artık bu alanlar yok. Onların
yerinde beton binalar, veya gecekondular yapılmış. 150-200 yıllık ceviz ağaçları
bile kurumuş, kesilmiş, yozlaşmış doğanın insanlara armağanı yeşil alanlar.
Göksu'nun 150 yıl önce çekilmiş kartpostalları hâlâ Avrupalıların ellerinde
dolaşıyor. İstanbul'da da pek çok var. Böylesine tarihi bir gerçeği yok etmeye
kimin hakkı var?
Üç beş müteahhit para kazanacak, üç beş
kişi zıkkımlanacak diye koskoca tarih hiç gömülür mü?
Not: Rahatsızlığım sırasında beni
arayan, soran dostlarıma, okurlarıma teşekkürler ederim. Sağlıklı, mutlu yeni
yıllar, bayramlar dilerim
Milliyet - Yılmaz Çetiner
|