Beyoğlu'na hoş
geldiniz!
Tarlabaşı,
bu kez üçüncü sayfa haberlerine değil, antropolojik bir çalışmaya konu oldu. 31
bin nüfuslu semti kapkaççılar, göçmenler, Romanlar anlattı, Edinburgh'lu
öğrenciler dinledi.
Tarlabaşı bir çamur gibidir. Ona
dokunmamalısınız. Yoksa elinize yapışıp kalır, size bulaşır çıkmaz." İstanbul'un
bu 'namlı' semtinde yaşayan küçük kapkaççının gözüyle Tarlabaşı, bu...
Gazeteci gözüyle ise Tarlabaşı
kapkaççıların, fahişelerin, uyuşturucu satıcılarının, sokak çocuklarının,
yasadışı ve yasal göçmenlerin sığınağı, üçüncü sayfa haberlerinin İstanbul'daki
daimi adresi.
Tarlabaşı, bu kez genç araştırmacı
Nermin Saybaşılı'nın 'Bu Bir Savaştır' başlıklı araştırmasına konu oldu.
Saybaşılı, Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nden mezun. İki yıldan
beri Londra Üniversitesi Goldsmiths College'ta da öğretim görevlisi olarak ders
veriyor. Saybaşılı, 2004'te Tarlabaşı'nda yaptığı yüz yüze görüşmelere dayanan
ve antropolojik olarak nitelendirilen çalışması vesilesiyle Edinburgh
Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nde ders verdi. Ayrıca Edinburgh'da yürütülen
'Borderline İstanbul' adlı projeye katıldı. Nermin Saybaşılı, dün de Platform
Garanti Güncel Sanat Merkezi'nde, İstanbul'un göbeğindeki bu 'hayaletsemt'i
slaytlar eşliğinde 'dışarıdakiler'e aktardı.
Yerlerinden edilmişlerin belleği
Saybaşılı'yı harekete geçiren Fransız filozof Jacques Derrida'nın 'hayalet'
kavramı olmuş. "Osmanlı İmparatorluğu döneminde azınlıkların yaşadığı orta sınıf
bir semtti, ama Cumhuriyet sonrası yapısı değişti. Günümüzde yaklaşık 31 bin
kişinin yaşadığı bu semtin nüfusunun yüzde 78'ini göçmenler oluşturuyor.
Tarlabaşı 1940'lardan itibaren yavaş yavaş toplumun en yoksul, hiçbir güvencesi
olmayan ve toplumun kabul etmediği kimliklerin, örneğin travestilerin yaşadığı
bir yere dönüştü. 1990'larda Cihangir soylulaştı, travestiler kovuldu, artık
onlar Tarlabaşı'ndalar. Yerlerinden edilmiş insanların belleği, Tarlabaşı'na
hayaletler gibi yerleşti. Bildiğiniz gibi hayaletler bir şekilde ortadan
kaybolur, ama daha sonra kendisini tanıyanlarla iyi ya da kötü bir ilişkiye
girerler. Eğer gerçeği görmek istiyorsak, bu hayaleti görme, onu dinleyip anlama
cesaretini edinmemiz gerekiyor."
Nermin Saybaşılı, işte bu cesarete
sahip. Ama geceleri sokaklarda dolaşırken kalbinin gümbürdediği anlar olmuş:
"Arkadaşlarım ve orada yaşayan öğretmenler vasıtasıyla gittiğim için daha rahat
konuştular. Yürürken beni yanına çağıranlar oldu, fotoğraf çekmemi isteyenler
de. Orada rastlantılar, koku ve sesler sizi yönlendiriyor."
Hudut çizgisi ve bayrak
Saybaşılı'ya göre, Tarlabaşı bulvarı, İstanbul'un göbeğinden geçen bir hudut
çizgisi.
"Tarlabaşı Bulvarı, Taksim'i
İstanbul'un diğer merkezlerine bağlarken Tarlabaşı sakinleri için semti kettten
koparan bir nehre dönüşüyor. İki farklı dünyayı birbirinden ayırıyor: Biri
karanlık, diğeri aydınlık, biri zengin, diğeri ise yoksul."
Tarlabaşı, Batman, Diyarbakır, Mardin,
Siirt gibi kentlerle sürekli ilişki halinde. Sakinleri arasında ise gerilimli
bir ilişki var: "Kürtler kendilerini bu semtin sahibi olarak görüyorlar. Kürtler
ve Romanlar arasındaki tansiyon yüksek. Konuştuğum bir Roman kadının evinde Türk
bayrağı asılıydı. Araplar iyi, ama diğerleri kötü diyordu. Diğerlerinden
kastettiği ise Kürtlerdi. 'Gelsinler de bu bayrağı indirsinler buradan'
diyordu."
Ev kavramı "yok"
Saybaşılı, Tarlabaşı'nda yaşayanlar için sokak ve ev arasında hiçbir fark
olmadığını söylüyor: "Evlerindeki eşyalar ya çok az ya da çok fazla. Az sayıdaki
eşyaların ise asimetrik düzenlenmesi, duvarlara asılmış fotoğraflardan oluşan
yığınlar insanların bir ev gerçekliğinden yoksun olduklarını göz önüne seriyor.
Hayatlarıyla ilgili tüm fotoğrafları duvarlarda sergiliyor. Bu, bir yerde orada
olamadığını, ikamet edemediğini de gösteriyor. Bu da bir tepki".
"Dumanım gözükmüyor"
Saybaşılı, Tarlabaşı'nda dijital fotoğraf makinesi elinde dolaşırken yoksul
evlerden çağrılar almış kimi zaman. Kapı açılır, bir adam seslenir, 'Oğlumun
fotoğrafını çeker misin?': "Küçücük tek göz bir ev. Yedi kişi yaşıyor. 16'sında
bir delikanlı yere çömelmiş. Esrar içerken onu görüntülememi istedi. Dijital
çekimi yaptım, görmek istedi, dumanı gözükmüyor diye bir daha çekmemi istedi.
Konuşmak istedim, ama hiçbir soruma yanıt vermedi. Evden çıkarken 'Gördüklerinin
adını sen koy' dedi. Sözsüz sesler daha önemli benim için."
Peki çözüm ne? Araştırmacıya göre çözüm
semt sakinlerine bırakılmalı. Konuştuğu bir kapkaççı Tarlabaşı'nda yaşadığı
sürece başının beladan kurtulmayacağını, oysa bir iş ve bir ev istediğini
söylemiş: "Devlet bizi buradan çıkarsın insan gibi yaşayacağımız yerlere
yerleştirsin."
Gecenin seslerini dinle...
Saybaşılı, farklı yaş grubundan insanlarla konuşmuş. Kürt kadınlarla yaptığı
konuşmalarda çocuklar çevirmenlik yapmış Çoğunun nüfus cüzdanı yoktur, bu yüzden
de okula gidemezler. Gece ve gündüz birbirine uzak iki kıta gibidir:
"Gündüz geç başlıyor. Gece bir
hareketlilik var. Kumarhaneler dolup dolup taşıyor. Dışarıdan kumarhane olduğunu
anlayamazsınız. Tarlabaşı'na başka semtlerden kumar tutkunları geliyor. Sivil
polis kaynıyor ortalık, ama sivil polisin giremediği bazı sokaklar var. Silah
sesleri çok fazla. Tarlabaşı'nda gece başladı mı coplu polisler gezmeye başlar.
Bir panzer durur mesela. Kentsel cangıl'ı alt etmek adına kentin tam kalbinde
şiddet onaylanır."
Son söz yine bir Tarlabaşılıdan...
Saybaşılı anlatıyor: "Bir Tarlabaşılıya bu semti nasıl tanımladığını sorduğumda,
'Burada görünen, gerçekliğin ötesine geçer' cümlesini kurmuştu! Felsefi bir
yaklaşım. Ben de görünmeyen gerçekliği tümüyle açık edemesem bile var oldukları
bir şekilde gündeme getirmek, hissettirmek istedim."
Radikal - Şule Çizmeci |