reklam

03 Şubat 2005 Perşembe
Ana Sayfa > Haberler

Kerkük için 'susanlara'...

''Yılların ötesinden gelen, Kanatları yorgun kuşum; Büyük Kar'da ablam doğmuş, Küçük Kar'da ben doğmuşum...''

Bu dizeler, Arif Nihat imzasını taşıyan 'Kerkük' şiirinin ilk kıtası... Türkmenlerin bu ''tarihsel kültür başkentleri'' için yazdıkları, söyledikleri, besteledikleri, yaptıkları ne varsa, hemen tümü ''sevgi, hasret ve bağlılık'' la yüklü...

Tıpkı Azerilerin Bakû için, Ermenilerin Erivan için, Gürcülerin Tiflis için ürettikleri gibi... Tıpkı hemen tüm kentlerimiz için de ''oralıların'' geçmişten bu yana yine 'ora' için yarattıkları gibi...

Çünkü Kerkük, yüzyıllardır tüm yaşanmışlıkları, anıları ve uygarlık birikimleriyle; tarihi kalesinden eski evlerine, geleneksel dokusundan sokaklarına, anıtsal yapılarından kentsel peyzajına tüm mimari kimliğiyle; bunların yanı sıra yemeklerinden giysilerine, türkülerinden oyunlarına kadar, yani tüm ''varoluş'' değerleriyle bir Türkmen kenti...

Peki, nasıl oluyor da bu köklü niteliği tamamen göz ardı edilerek 'farklı' bir kültürün siyasal merkezi yapılmak istenmesine böylesine 'suskun' kalınıyor... Kerkük'ü 'Kerkük' kılan Türkmenlerin yerine başka bir toplumun 'kentin sahibi' olmak için yaptıklarına, başta 'Batı' nın şu anlı şanlı 'kültür' kuruluşu olan UNESCO olmak üzere; hatta bizdeki 'kültür kurumları' da dahil, neden herkes 'seyirci' kalıyor?..

'Mimarisi'yle de kanıtlıyor
Önce Kerkük'ün tarihsel kent kimliğini belgeleyen 'mimari dokusu' hakkındaki bilgilerimizi yeniden anımsayalım:

Örneğin, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden Prof. Dr. Suphi Saatçi 'nin 30 yıllık araştırmalarına dayanan 'Kerkük Evleri' kitabı, üstelik tam da bu günlerde, radyo ve televizyonlarımızdaki kitap programlarında neden tanıtılmaz?..

Yine aynı bilim insanımızın bu kentteki anılarını da derlediği ''Hasretin Adı Kerkük'' kitabını neden hiç olmazsa gazetelerin kitap eklerinde görmüyoruz?

Kerkük'ü ikiye ayıran Hassa Suyu'nun doğu kesimine 'Eskiyaka' , batısına ise 'Korya Yakası' deniyor...

Kerkük Kalesi'nin bulunduğu Eskiyaka aynı zamanda ilk yerleşme çekirdeğini oluşturuyor. Buradaki geleneksel Kerkük evleri ise 'Anadolu evleriyle' olan kültürel akrabalıkları ve Mezopotamya sivil mimarisini yansıtan nitelikleriyle kentin Türkmenlerle bütünleşen tarihsel kimliğinin en duygulu tanıkları... Çünkü çağlar boyu 'Türkmen sevdaları' bu evlerde yaşandı; coşkular, hüzünler bu evlerde anılaştı; türküler bu evlerde çalındı, söylendi...

Nitekim tümüyle 'Türkçe' olan adlarıyla; 'dör' denilen bezemeli odaları, 'atabe' denilen karşılama mekânları, 'zerzemi' denilen y eraltı mahzenleri, 'terece' denilen nişleri, 'sırhane' denilen saklı eşya odaları, 'buharı' denilen ocakları, 'küplüğ' denilen serin depoları, 'tendir' denilen tandırları, 'tak' denilen tonozlu geçitleri ve tüm sanatsal özellikleri ile bu evlerde geçen yaşamın tarihi de Kerkük'ün toplumsal tarihi demektir...

İşte bu kentin, son yıllardaki saldırılarda ve ''ele geçirilme'' sürecinde başına gelenleri 'yerinde' inceleyen Suphi Saatçi, 2003 yılının Mayıs ayındaki saptamalarını özetle şöyle aktarmıştı: ''1997'de Kale'deki yıkımlardan geriye 40 sağlam ev kalmıştı... Şimdi, onarım gören 5-6'sı dışında tümü harabe halinde...''

Siyasal tarih de 'tanık'tır
Kerkük'ün siyasal tarihi de kültürel geçmişiyle bütünleşiyor.

Türkmenlerin Irak topraklarına ilk ayak basmaları, Emevi hükümdarlarından Ubeydullah bin Ziyad 'ın Basra'ya 2 bin Türk getirmesiyle gerçekleşmiş. 1055 yılında Büyük Selçuklu Hakanı Tuğrul Bey 'in Irak'a girmesiyle birlikte çok sayıda Türk, Irak topraklarına yerleşmiş...

Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra Kerkük'te Kıpçakoğulları Beyliği kuruluyor. Yavuz Sultan Selim , Tebriz seferinden sonra 1515'te Kuzey Irak'ı Osmanlı topraklarına katıyor... Kanuni Sultan Süleyman da 1534'te bütün Irak'ı Osmanlı eyaleti yapıyor. Türkmenlerin Irak'a en yoğun yerleşme süreci de bu dönemde yaşanıyor ve Kerkük her yönüyle bir ''Türkmen kenti'' olarak varlığını sürdürüyor...

Suskunlara çağrı
Şair Arif Nihat, aynı şiirinin sonlarında şöyle diyor;
''Bulamazsınız ey turnalar artık,
Çocukluğumuzu gölgeleyen söğüdü,
Arasanız da bucak bucak,
Dağılsanız da bölük bölük,
Ki yıllar analarla babaları gömdü,

Biz Kerkük'ü gömdük...''
Peki bir kent kolay kolay gömülebilir mi? Hele ki o kentin böylesine tarihsel derinlikleri varsa...

Şair, kendine yakışır bir duygusallık içinde, Kerkük'ün kültürel kökenlerini göz ardı eden ''yeni kimlik dayatması'' karşısındaki 'çaresizliğini' betimliyor 'gömdük' diyerek...

Ancak, başta Türkiye'nin kültür ve bilim kurumları olmak üzere, dünyanın 'uygarlık değerlerini' savunan uluslararası kuruluşlarının da olana bitene seyirci kalmaları nasıl kabul edilebilir...

Bu kuruluşların temsilcileri, hatta 'kültüre değer veren' sayısız Batılı siyasetçi, diplomat, bürokrat ve herkes, hemen her fırsatta Türkiye'nin Güneydoğu bölgesine gelip; 'incelemeler ve görüşmeler' yaparak, aynı bölgedeki 'yerel kültürlerin' korunup korunmadığı; 'dil' den 'edebiyata' kadar tüm yöresel değerlerin ''yaşatılıp yaşatılmadığı'' konusunda büyük bir ''ilgi ve duyarlılık'' içindeler...

Bu meraklılara, 'bizimkiler' de eşlik etmekte, ev sahipliği yapmakta ve hatta 'ortak kültür projeleri' ne imza atmaktalar...

Acaba, aynı çevreler, neden Kerkük'e de bakmıyorlar ve yine aynı bizimkiler neden Kerkük'ün 'kültürel işgali' karşısında benzer bir duyarlılığı göstermiyorlar?
Cumhuriyet - Oktay Ekinci

 

Şubat 2005 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06
07 08 09 10 11 12 13
14 15 16 17 18 19 20
21 22 23 24 25 26 27
28            
diğer aylar için tıklayın

Koruma, restorasyon, sanat tarihi ve arkeoloji sorunlarını, düşüncelerinizi Koruma ve Restorasyon forumuna yazabilirsiniz. 

Arkitera.com/forum

  

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz