Kerkük için
'susanlara'...
''Yılların ötesinden gelen, Kanatları
yorgun kuşum; Büyük Kar'da ablam doğmuş, Küçük Kar'da ben doğmuşum...''
Bu dizeler, Arif Nihat imzasını taşıyan
'Kerkük' şiirinin ilk kıtası... Türkmenlerin bu ''tarihsel kültür başkentleri''
için yazdıkları, söyledikleri, besteledikleri, yaptıkları ne varsa, hemen tümü
''sevgi, hasret ve bağlılık'' la yüklü...
Tıpkı Azerilerin Bakû için, Ermenilerin
Erivan için, Gürcülerin Tiflis için ürettikleri gibi... Tıpkı hemen tüm
kentlerimiz için de ''oralıların'' geçmişten bu yana yine 'ora' için
yarattıkları gibi...
Çünkü Kerkük, yüzyıllardır tüm
yaşanmışlıkları, anıları ve uygarlık birikimleriyle; tarihi kalesinden eski
evlerine, geleneksel dokusundan sokaklarına, anıtsal yapılarından kentsel
peyzajına tüm mimari kimliğiyle; bunların yanı sıra yemeklerinden giysilerine,
türkülerinden oyunlarına kadar, yani tüm ''varoluş'' değerleriyle bir Türkmen
kenti...
Peki, nasıl oluyor da bu köklü niteliği
tamamen göz ardı edilerek 'farklı' bir kültürün siyasal merkezi yapılmak
istenmesine böylesine 'suskun' kalınıyor... Kerkük'ü 'Kerkük' kılan Türkmenlerin
yerine başka bir toplumun 'kentin sahibi' olmak için yaptıklarına, başta 'Batı'
nın şu anlı şanlı 'kültür' kuruluşu olan UNESCO olmak üzere; hatta bizdeki
'kültür kurumları' da dahil, neden herkes 'seyirci' kalıyor?..
'Mimarisi'yle de kanıtlıyor
Önce Kerkük'ün tarihsel kent kimliğini belgeleyen 'mimari dokusu' hakkındaki
bilgilerimizi yeniden anımsayalım:
Örneğin, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi'nden Prof. Dr. Suphi Saatçi 'nin 30 yıllık araştırmalarına dayanan
'Kerkük Evleri' kitabı, üstelik tam da bu günlerde, radyo ve
televizyonlarımızdaki kitap programlarında neden tanıtılmaz?..
Yine aynı bilim insanımızın bu kentteki
anılarını da derlediği ''Hasretin Adı Kerkük'' kitabını neden hiç olmazsa
gazetelerin kitap eklerinde görmüyoruz?
Kerkük'ü ikiye ayıran Hassa Suyu'nun
doğu kesimine 'Eskiyaka' , batısına ise 'Korya Yakası' deniyor...
Kerkük Kalesi'nin bulunduğu Eskiyaka
aynı zamanda ilk yerleşme çekirdeğini oluşturuyor. Buradaki geleneksel Kerkük
evleri ise 'Anadolu evleriyle' olan kültürel akrabalıkları ve Mezopotamya sivil
mimarisini yansıtan nitelikleriyle kentin Türkmenlerle bütünleşen tarihsel
kimliğinin en duygulu tanıkları... Çünkü çağlar boyu 'Türkmen sevdaları' bu
evlerde yaşandı; coşkular, hüzünler bu evlerde anılaştı; türküler bu evlerde
çalındı, söylendi...
Nitekim tümüyle 'Türkçe' olan
adlarıyla; 'dör' denilen bezemeli odaları, 'atabe' denilen karşılama mekânları,
'zerzemi' denilen y eraltı mahzenleri, 'terece' denilen nişleri, 'sırhane'
denilen saklı eşya odaları, 'buharı' denilen ocakları, 'küplüğ' denilen serin
depoları, 'tendir' denilen tandırları, 'tak' denilen tonozlu geçitleri ve tüm
sanatsal özellikleri ile bu evlerde geçen yaşamın tarihi de Kerkük'ün toplumsal
tarihi demektir...
İşte bu kentin, son yıllardaki
saldırılarda ve ''ele geçirilme'' sürecinde başına gelenleri 'yerinde' inceleyen
Suphi Saatçi, 2003 yılının Mayıs ayındaki saptamalarını özetle şöyle aktarmıştı:
''1997'de Kale'deki yıkımlardan geriye 40 sağlam ev kalmıştı... Şimdi, onarım
gören 5-6'sı dışında tümü harabe halinde...''
Siyasal tarih de 'tanık'tır
Kerkük'ün siyasal tarihi de kültürel geçmişiyle bütünleşiyor.
Türkmenlerin Irak topraklarına ilk ayak
basmaları, Emevi hükümdarlarından Ubeydullah bin Ziyad 'ın Basra'ya 2 bin Türk
getirmesiyle gerçekleşmiş. 1055 yılında Büyük Selçuklu Hakanı Tuğrul Bey 'in
Irak'a girmesiyle birlikte çok sayıda Türk, Irak topraklarına yerleşmiş...
Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun
yıkılışından sonra Kerkük'te Kıpçakoğulları Beyliği kuruluyor. Yavuz Sultan
Selim , Tebriz seferinden sonra 1515'te Kuzey Irak'ı Osmanlı topraklarına
katıyor... Kanuni Sultan Süleyman da 1534'te bütün Irak'ı Osmanlı eyaleti
yapıyor. Türkmenlerin Irak'a en yoğun yerleşme süreci de bu dönemde yaşanıyor ve
Kerkük her yönüyle bir ''Türkmen kenti'' olarak varlığını sürdürüyor...
Suskunlara çağrı
Şair Arif Nihat, aynı şiirinin sonlarında şöyle diyor;
''Bulamazsınız ey turnalar artık,
Çocukluğumuzu gölgeleyen söğüdü,
Arasanız da bucak bucak,
Dağılsanız da bölük bölük,
Ki yıllar analarla babaları gömdü,
Biz Kerkük'ü gömdük...''
Peki bir kent kolay kolay gömülebilir mi? Hele ki o kentin böylesine tarihsel
derinlikleri varsa...
Şair, kendine yakışır bir duygusallık
içinde, Kerkük'ün kültürel kökenlerini göz ardı eden ''yeni kimlik dayatması''
karşısındaki 'çaresizliğini' betimliyor 'gömdük' diyerek...
Ancak, başta Türkiye'nin kültür ve
bilim kurumları olmak üzere, dünyanın 'uygarlık değerlerini' savunan
uluslararası kuruluşlarının da olana bitene seyirci kalmaları nasıl kabul
edilebilir...
Bu kuruluşların temsilcileri, hatta
'kültüre değer veren' sayısız Batılı siyasetçi, diplomat, bürokrat ve herkes,
hemen her fırsatta Türkiye'nin Güneydoğu bölgesine gelip; 'incelemeler ve
görüşmeler' yaparak, aynı bölgedeki 'yerel kültürlerin' korunup korunmadığı;
'dil' den 'edebiyata' kadar tüm yöresel değerlerin ''yaşatılıp yaşatılmadığı''
konusunda büyük bir ''ilgi ve duyarlılık'' içindeler...
Bu meraklılara, 'bizimkiler' de eşlik
etmekte, ev sahipliği yapmakta ve hatta 'ortak kültür projeleri' ne imza
atmaktalar...
Acaba, aynı çevreler, neden Kerkük'e de
bakmıyorlar ve yine aynı bizimkiler neden Kerkük'ün 'kültürel işgali' karşısında
benzer bir duyarlılığı göstermiyorlar?
Cumhuriyet - Oktay Ekinci |