reklam

05 Şubat 2005 Cumartesi
Ana Sayfa > Haberler

Philip Johnson’ın Mimariye Yaptığı Büyük Katkılar Nelerdi?

Philip Johnson’ın mimariye yaptığı katkılar nelerdi? 13 Mimar yanıt verdi.

Aaron Betsky:
Zeka kıvraklığı, nükteci yanı. Modernizmi kollektif bir Amerika’da popülerleştirmek. Postmodernizmi kollektif bir Amerika’da popülerleştirmek. Büyük bir mimar olmak için tasarım yapmak gerekmediğini göstermesi. Bunların her biri aynı zamanda onun mimarlığa karşı işlediği en büyük suçlarıdır.

Philip Johnson, girişimcilik açısından mimarlara kusursuz bir örnektir: Büyük bir tasarım ekibini koordine edebilen bir iş adamı olmak ve işlerine kimlik veren bir dünyanın içerisinde bir poziyon bulmak. O birşey icat etmedi. Doğru formu bulmak için işkence yapan süreçleri yaşamadı.

Daniel Libeskind:
O halka “Uyanın! Yeni bir şeyler oluyor. Fonksiyonun yanında başka şeylerde var” deme kabiliyetine sahipti. Onun devrindeki bir adam olarak bir ayrıcalığı vardı. Genelde yaşlı insanlar yeniliklerden hoşlanmazlar. O ise bana mimarlığı açıklayan şeyin karın ağrısı çekilirken duyulan his olduğunu söylemişti.

Elizabeth Diller, Rick Scofidio ve Charles Renfro:
Johnson mimarlığın Andy Warhol’uydu. Dogmatik modern pratiklerini bir üslup sorunu haline, mimarın statüsünü de şöhrete çevirmişti.

Cesar Pelli:
1932’deki Modern Sanat Müzesi’ndeki Uluslararası Üslup Sergisi ve Henry-Russell Hitchcock ile yazdığı kitabı. Onlar Amerika’ya modernizmi sattılar. Modernizmin Avrupa’da daha önemli olan sosyal yüzünden farklı olarak halka daha yakın olan formal yüzü üzerine konsantre olup onu anlaşılabilir kıldı. Binalarından en çok Washington, D.C. Dumbarton Oaks’daki pre-Columbian Sanat Pavyonu’nu beğeniyorum. AT&T binası hiçbir zaman ilgimi çekmedi, postmodernizmin bir fazlalığı olduğunu düşünüyorum. Öte yandan Johnson doğru zamanda doğru yerden vurdu. Bu binanın ismi Philip Johnson tarafından verilmedi, medya tarafından verildi. Bu onun mimarlığı etkilediği başka bir tarafıydı. Philip medyayı severdi.

Bernard Tschumi:
Johnson’ın 1932 sergisi mimarlığa müzede yer açtı ve mimarlık disiplinini resim, heykel kadar önemli kıldı. Amerikalıların bakış açısı ile bu büyük bir etkiydi ve ben bu kadar erken bir zamanda, başka hiçbir ülkede mimariye müzeye konulacak kadar önem kazandıran başka bir örnek bilmiyorum. Tate Modern’in bir mimarlık bölümü yok, Pompidou’ya yakın zaman önce bir tane eklendi. Bugün hala medyada yayınlandığı gibi kule mimarlığı, 1932 yılındaki bu sergiyle ilişkilidir.

Johnson’ın Amerikan mimarları tarafından mimarlığın başı olarak kabul edildiğine her zaman hayranlık duymuşumdur. Eğer benzer bir kişi Avrupa’da olsaydı, sanırım dehşetli bir muhalefet olurdu: Johnsoncılar ve anti-Johnsoncılar. Oysa o her zaman “baba” olarak kabul edildi ve bu zıtlıkları seven bir meslekte ilginç bir fenomendir. Belki de Johnson, birileri yapmadan kendi zıtlığını organize etmişti. Ayrıca, normalde ölümcül derecede ciddi olan mesleğe bir espiri de katmıştır.

Henry Smith-Miller:
Johnson 20.yy’ın Thomas Jefferson’udur. Jefferson olmakla kastettiğim Avrupa’da bulduğu tasarım anlayışlarını Birleşik Devletler’e getirip kombine etmesidir. Bu ne bildiği ve kimi bildiği ile ilgili bir kombinasyondur. Italo Calvino 20.yy’dan 21.yy’a nasıl geçileceğini yazmıştır, bu temasın hafifliğiyse milenyumda hayatta kalmanın yoludur ve Johnson bunu başarmıştır. Onun uzun ömürlülüğü bir su böceği gibi suyun üstünden hafifçe geçebilme kabiliyetine bağlıdır.

Terence Riley:
25 yaşında Mies van der Rohe’yi farketme şekliyle sarfettiği çaba Mies’i Uluslararası Üslup Sergisi’ne taşıdı. Mies’ten hoşlansanızda hoşlanmasanızda, bu kadar genç bir insanın böyle bir tesirinin olması çok hayranlık verici. Philip parası olan insanlarla tasarım yapan gençler arasında inanılmaz bir kanal oluşturuyordu.

Zaha Hadid:
Philip’in Four Season’ı bence New York’taki en muhteşem yerlerden biri. Onunla burada çok kereler zaman geçirme fırsatım oldu. Philip’in bu kadar güçlü olmasının sebebi rahatlıkla ulaşılabilir olmasıydı.

Charles Gwathmey:
Philip Johnson bir çoğumuzun kariyerine başlamasında yardımcı oldu. New Canaan Cam Evi Kompleksi’ndeki her bir bina yeni ilgilerin keşifleriydi ve o bunları kendi ilgilerinin tarihsel bir kolajı gibi terk etme yetisine sahipti. Houston’daki Pennzoil Kulesi tipik ofis kulelerinin anonimliğini daha heykelsi objelere çevirmiştir.

Peter Eisenman:
Peter Johnson’ın Cam Evi doğanın içinde yaşamanın sözünü açmıştı.

Rafael Vinoly:
Mimarlığın kendisine müşterilerin ve halkın gözünde nasıl bir poziyon biçmesi gerektiği konusunda çok tesiri oldu. Bundan kısa bir zaman önce, ders vermek için Tokyo’nun her yerine gezmişti. Onu izleme vesileyle ben de Tokyo’ya gittim. Verdiği konferans sırasında inanılmaz bir tiyatro olayı meydan geldi. 3000 Japonla dolu bir oda ona verilmişti ve birden bire hepsini konuyla çok ilgili insanlara çevirmişti. Philip’in böyle bir yönü vardı: tarih olması ve tarihi bilmesi. İkisini birden olmak oldukça ilginç bir durum.
NewYork Metro - Çeviren: Gülin Şenol - Arkitera

 

Şubat 2005 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06
07 08 09 10 11 12 13
14 15 16 17 18 19 20
21 22 23 24 25 26 27
28            
diğer aylar için tıklayın

Kentin fiziksel çevresi, sorunları ve kentli olmak üzerine görüşlerinizi Kent başlığı  altında tartışıyoruz.

Arkitera.com/forum

  

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz