Philip Johnson’ın
Mimariye Yaptığı Büyük Katkılar Nelerdi?
Philip
Johnson’ın mimariye yaptığı katkılar nelerdi? 13 Mimar yanıt verdi.
Aaron Betsky:
Zeka kıvraklığı, nükteci yanı. Modernizmi kollektif bir Amerika’da
popülerleştirmek. Postmodernizmi kollektif bir Amerika’da popülerleştirmek.
Büyük bir mimar olmak için tasarım yapmak gerekmediğini göstermesi. Bunların her
biri aynı zamanda onun mimarlığa karşı işlediği en büyük suçlarıdır.
Philip Johnson, girişimcilik açısından
mimarlara kusursuz bir örnektir: Büyük bir tasarım ekibini koordine edebilen bir
iş adamı olmak ve işlerine kimlik veren bir dünyanın içerisinde bir poziyon
bulmak. O birşey icat etmedi. Doğru formu bulmak için işkence yapan süreçleri
yaşamadı.
Daniel Libeskind:
O halka “Uyanın! Yeni bir şeyler oluyor. Fonksiyonun yanında başka şeylerde var”
deme kabiliyetine sahipti. Onun devrindeki bir adam olarak bir ayrıcalığı vardı.
Genelde yaşlı insanlar yeniliklerden hoşlanmazlar. O ise bana mimarlığı
açıklayan şeyin karın ağrısı çekilirken duyulan his olduğunu söylemişti.
Elizabeth Diller, Rick Scofidio ve
Charles Renfro:
Johnson mimarlığın Andy Warhol’uydu. Dogmatik modern pratiklerini bir üslup
sorunu haline, mimarın statüsünü de şöhrete çevirmişti.
Cesar Pelli:
1932’deki Modern Sanat Müzesi’ndeki Uluslararası Üslup Sergisi ve Henry-Russell
Hitchcock ile yazdığı kitabı. Onlar Amerika’ya modernizmi sattılar. Modernizmin
Avrupa’da daha önemli olan sosyal yüzünden farklı olarak halka daha yakın olan
formal yüzü üzerine konsantre olup onu anlaşılabilir kıldı. Binalarından en çok
Washington, D.C. Dumbarton Oaks’daki pre-Columbian Sanat Pavyonu’nu beğeniyorum.
AT&T binası hiçbir zaman ilgimi çekmedi, postmodernizmin bir fazlalığı olduğunu
düşünüyorum. Öte yandan Johnson doğru zamanda doğru yerden vurdu. Bu binanın
ismi Philip Johnson tarafından verilmedi, medya tarafından verildi. Bu onun
mimarlığı etkilediği başka bir tarafıydı. Philip medyayı severdi.
Bernard
Tschumi:
Johnson’ın 1932 sergisi mimarlığa müzede yer açtı ve mimarlık disiplinini resim,
heykel kadar önemli kıldı. Amerikalıların bakış açısı ile bu büyük bir etkiydi
ve ben bu kadar erken bir zamanda, başka hiçbir ülkede mimariye müzeye konulacak
kadar önem kazandıran başka bir örnek bilmiyorum. Tate Modern’in bir mimarlık
bölümü yok, Pompidou’ya yakın zaman önce bir tane eklendi. Bugün hala medyada
yayınlandığı gibi kule mimarlığı, 1932 yılındaki bu sergiyle ilişkilidir.
Johnson’ın Amerikan mimarları
tarafından mimarlığın başı olarak kabul edildiğine her zaman hayranlık
duymuşumdur. Eğer benzer bir kişi Avrupa’da olsaydı, sanırım dehşetli bir
muhalefet olurdu: Johnsoncılar ve anti-Johnsoncılar. Oysa o her zaman “baba”
olarak kabul edildi ve bu zıtlıkları seven bir meslekte ilginç bir fenomendir.
Belki de Johnson, birileri yapmadan kendi zıtlığını organize etmişti. Ayrıca,
normalde ölümcül derecede ciddi olan mesleğe bir espiri de katmıştır.
Henry
Smith-Miller:
Johnson 20.yy’ın Thomas Jefferson’udur. Jefferson olmakla kastettiğim Avrupa’da
bulduğu tasarım anlayışlarını Birleşik Devletler’e getirip kombine etmesidir. Bu
ne bildiği ve kimi bildiği ile ilgili bir kombinasyondur. Italo Calvino
20.yy’dan 21.yy’a nasıl geçileceğini yazmıştır, bu temasın hafifliğiyse
milenyumda hayatta kalmanın yoludur ve Johnson bunu başarmıştır. Onun uzun
ömürlülüğü bir su böceği gibi suyun üstünden hafifçe geçebilme kabiliyetine
bağlıdır.
Terence Riley:
25 yaşında Mies van der Rohe’yi farketme şekliyle sarfettiği çaba Mies’i
Uluslararası Üslup Sergisi’ne taşıdı. Mies’ten hoşlansanızda hoşlanmasanızda, bu
kadar genç bir insanın böyle bir tesirinin olması çok hayranlık verici. Philip
parası olan insanlarla tasarım yapan gençler arasında inanılmaz bir kanal
oluşturuyordu.
Zaha Hadid:
Philip’in Four Season’ı bence New York’taki en muhteşem yerlerden biri. Onunla
burada çok kereler zaman geçirme fırsatım oldu. Philip’in bu kadar güçlü
olmasının sebebi rahatlıkla ulaşılabilir olmasıydı.
Charles Gwathmey:
Philip Johnson bir çoğumuzun kariyerine başlamasında yardımcı oldu. New Canaan
Cam Evi Kompleksi’ndeki her bir bina yeni ilgilerin keşifleriydi ve o bunları
kendi ilgilerinin tarihsel bir kolajı gibi terk etme yetisine sahipti.
Houston’daki Pennzoil Kulesi tipik ofis kulelerinin anonimliğini daha heykelsi
objelere çevirmiştir.
Peter Eisenman:
Peter Johnson’ın Cam Evi doğanın içinde yaşamanın sözünü açmıştı.
Rafael Vinoly:
Mimarlığın kendisine müşterilerin ve halkın gözünde nasıl bir poziyon biçmesi
gerektiği konusunda çok tesiri oldu. Bundan kısa bir zaman önce, ders vermek
için Tokyo’nun her yerine gezmişti. Onu izleme vesileyle ben de Tokyo’ya gittim.
Verdiği konferans sırasında inanılmaz bir tiyatro olayı meydan geldi. 3000
Japonla dolu bir oda ona verilmişti ve birden bire hepsini konuyla çok ilgili
insanlara çevirmişti. Philip’in böyle bir yönü vardı: tarih olması ve tarihi
bilmesi. İkisini birden olmak oldukça ilginç bir durum.
NewYork Metro - Çeviren: Gülin Şenol - Arkitera |