Kentin En Çirkin
Binası
Frank Gehry - Stata Center
Cambridge’deki Vassar Caddesi kentin mimari olarak gözü rahatsız eden bir
bulvarı. Burada yaşayan Cambridgeliler’e kentlerindeki en çirkin yapıyı
seçmeleri söylendi. Mimarlar kadar halkın da görüşü alınarak yapılan anketlerde
herkesin hayran olduğu Simmons Hall’un yanındaki Stata Center kentin lekesi
olarak tanımlandı. Bu sonuç şaşırtıcı değildi çünkü, birçok insan süperstar
mimarlardan Frank Gehry’nin tasarladığı Stata Center ve Steven Holl’ün banyo
süngerinden esinlenerek tasarladığı Simmons Hall gibi kenarları kesik binaları
seçmişti. Cambridgelilerin Harvard Tasarım Okulu’nun evi olan Gund Hall’den
memnun olmamaları da şaşırtıcı değildi. Herkesin bildiği gibi mimarların güzel
olarak kabul ettikleri yapılar tasarım eğitimi olmayan kişiler tarafından çirkin
olarak algılanıyor.
Steven Holl - Simmons Hall
Yapılan araştırmada herkesin ilgisini çeken sonuç, Cambridgeliler’in kendi
çalıştıkları ve yaşadıkları sıradan yapıları çirkin olarak tanımlamaları.
Örneğin hantal bir yapı olan Holmes Binası araştırmanın yapıldığı 55 kişi
arasından sadece 3 kişinin oyunu aldı. 20 yaşındaki Mariah Pisha, Latin
Okulu’nun en çirkin yapılardan biri olduğunu ve bir hapishaneye benzediğini
söylüyor. Hatta bunun nedenini kendisinin de o okula gitmiş olmasına bağlıyor.
Rindge Kuleleri estetik eleştiri olarak değil ama sosyal bir eleştiri olarak
Cambridgeliler tarafından seçilen yapılar arasında. Büyük ve tek başlarına duran
kuleler birçok kişi tarafından korkunç dikdörtgenler olarak tarif ediliyor.
Binaların anlamları da yapı olarak çirkinleşmesine neden oluyor. Örneğin fakir
insanların köşelerden toplanıp da bir bina içinde toplanması o binayı çirkin ve
sevimsiz bir yapı haline getirebiliyor. Bu durum her zaman Cambridgeliler ve
mimarların aynı fikirde olduklarını göstermiyor.
Stata Center |
Simmons Hall |
Araştırmanın uygulandığı kişilerden
biri olan Jawad Laraqui, MIT’nin Simmons Hall’ünü büyük bir saçmalık olarak
tanımlıyor.
Bölgede etkin bir mimar olan ancak
ismini vermeyen bir kişi de Simmons Hall’ü, insanlar için hiçbir şey yapmayan,
işe yaramaz bir yapı olarak gördüğünü belirtiyor. Dışarıdan sadece bir heykel
olduğunu aslında bir mimarlık ürünü olmadığını ekliyor. Sorunun yöneltildiği
mimar, Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’nde görüldüğü gibi eğer iyi bir heykelse
“tamam” diyor. Mimar, oda başına düşen 9 küçük pencerenin ilişkisini
değerlendirirken, Simmons’un iç mekanındaki yurt odalarının insan ölçeğinden
uzak olduğunu belirtiyor. “Bina, etrafındaki binaları eziyormuşcasına büyük ve
soğuk” diyor yine aynı mimar. Yapılan
araştırmada görüşlerini belirten diğer kişiler de binada hem iç hem de dış
mekanın korkunç olduğunu savunuyor. Çirkin olan şey için en basit şeyin büyüklük
olduğunu söyleyenler, binanın ölçeği büyüdükçe mimari tarzından sapan bir sonuç
çıktığını belirtiyor. Özellikle yeni
yapılan Simmons Hall’ü sevmeyenler onu çirkin ve iddialı buluyor. Dış mekanın
ölçüsüz, iç mekanı da dış mekanın kurbanı olarak tarifliyor.
Not: Deborah Eisner, Rachel
Bowie, Brad Kelly bu çalışmaya katkıda bulunan isimler arasında yer alıyor.
Cambridge Chronicle - Chris Helms
Çeviren: Rabia Alga - Arkitera |