Marmaray müteahhidi
şartnameyi değiştirmek mi istiyor
Bugünkü köşe, yanıtlara ayrılmış gibi
oldu ama fikri takip bizim işte esastır.
Marmaray Projesi’nin inşaatına
başlanmasıyla balık göçlerinin engelleneceğini yazmış ve ‘Hani bu proje
çevreciydi’ diye sormuştum.
Projeyi yürüten DLH’nin Genel Müdürü
Niyazi Zalgı aradı.
‘İnşaatın başlaması kesin değil’ dedi
ve anlattı.
Aynen benim de dediğim gibi proje
aşamasında DLH, 9 Eylül Üniversitesi’yle işbirliği yaparak Marmara ve
boğazlardaki balık göçlerini inceletip inşaat için uygun dönemi belirlemiş.
Üniversitenin yaptığı tespitlere göre
bahar aylarında Marmara’dan Karadeniz’e, sonbahar aylarında ise Karadeniz’den
Marmara’ya doğru bir balık göçü söz konusu olduğu için inşaatın bu dönemlerde
yapılmaması uygun bulunmuş. Bu durum ihale şartnamesine de aynen koyulmuş.
Ancak ihaleden sonra üstlenici firma ve
Japon ortağı, yeni bir rapor getirmiş. Buna göre, inşaat yöntemi balıkları
rahatsız edecek şekilde olmayacakmış ve inşaat sırasında sürekli gözlem
yapılarak balıkların göçünün engellenmesi durumunda inşaat durdurulacakmış.
Bu rapor üzerine DLH, önce Tarım
Bakanlığı ile görüşmüş.
Ardından 4 Mart günü İstanbul’da bir
toplantı yapılmış ve bu toplantıya üniversitelerin yanı sıra Marmara’daki
balıkçı örgütleri de çağrılmış. Görüşler alınmış.
Niyazi Bey, ‘Daha karar verilmedi.
Araştırıp inceliyoruz’ dedi.
Araştırmak, incelemek iyidir de
anlamadığım üstlenici firmaların tavrı.
Bahar aylarında inşaat faaliyeti
yapamayacağın şartnamede yazıyor. Buna göre ihaleye girip alıyorsun.
Sonra da tam tersini yapmak için bir
rapor getiriyorsun.
‘Peki o zaman fiyatta indirim yapacak
mısınız?’ diye sormak lazım. Parayı ödemişler ama sonra
Geçen hafta Devlet Meteoroloji
İşleri’ndeki bir ‘rezaleti’ yazdım. Orman ve Çevre Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı
ve DMİ Genel Müdürü’nün ve aynı kurumun bir uzmanının Helsinki gezisinden ve bu
gezinin masraflarını karşılayan firmanın daha sonra aldığı bir ihaleden söz
ettim.
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı Bünyamin Karaca’dan bir yanıt geldi.
Karaca, 500 kişilik bir konferansa
katıldıklarını söylüyor ve şöyle diyor:
Söz konusu olayda, ilgili firmanın
bizim iznimizi almadan bilgimiz dışında otel masraflarımızı ödediğini haber
almamız üzerine gösterdiğimiz hassasiyetin bir sonucu olarak adı geçen firmanın
Türkiye temsilcisini bakanlık makamına çağırarak adı geçen firmanın bakanlık
görevlileri adına yatırmış olduğu bedel karşılığı 580 Euro’yu ilgili firmanın
25.06.2004 tarihli tahsilat makbuzu karşılığında ödedim. Bu olaydan sonra DMİ
Genel Müdürlüğü’nce açılan ihalelerin bu konuyla uzaktan yakından bir ilişkisi
bulunmamaktadır.Yazıda bahsedilen 76 adet otomatik istasyon ihalesi ödenek
yetersizliğiyle değil bedeli yüksek bulunması sebebiyle makam tarafından uygun
bulunmamıştır.’
Karaca, alınmayan cihazlarla
Başbakan’ın uçağının atlattığı tehlike arasında bir ilinti bulunmadığını da
belirtmiş.
Yanıt bu.
Otelde harcama yapıp parasını ödemeden ayrılmak ve bu paranın başkası tarafından
ödendiğini Ankara’ya gelince anlamak hayli ilginç. Ayrıca yüksek bulunan bedelin
de hangisi olduğunu anlayamadım.
Çünkü Vaisala firmasının verdiği teklif
ile diğer teklifler arasında neredeyse yarı yarıya fark var. Ama yanıt yanıttır.
Bilgilerinize sunarım.
İş yapma yaparmış gibi görün
Dolmabahçe kavşağındaki kapkaç olaylarıyla ilgili yazıma İstanbul Emniyet
Müdürlüğü yaptığı bir açıklamayla yanıt verdi. Emniyet’in açıklamasına göre adı
geçen bölgede 12 Mart günü 2 resmi ve 1 sivil ekip görevlendirilmiş. 12 Mart
günü seyyar satıcı, dilenci ve cam silen 7 kişi, bir sonraki gün de alkollü
olarak dilencilik yapan 1 kişi gözaltına alınmış. Yani Emniyet Müdürlüğü diyor
ki, ‘Fatih Altaylı doğruları yazmıyor’.
Hadi ben doğruları yazmıyorum diyelim,
pazar günü Vatan Gazetesi’nin İstanbul ekinde yayımlanan fotoğraf da benim
yazdıklarımla aynı durumu göstermiyor mu?
Emniyet büyük bir ihtimalle bölgeye birilerini yolluyor ve 7 kişiyi toplayıp
götürdükten sonra işinin bittiğini düşünüyor.
Bu mudur önlem, bu mudur caydırıcılık.
Polisi görünce dağılanlar, polis gidince yine aynı yerde. Doğru olan, yapılması
gereken böylesi hassas ve karanlık noktalarda sürekli bir ekip bulundurmak, en
azından bir devriye koymak değil mi? O kadar mı zor?
Ama zaten Emniyet’in yanıtı, bakış
açısını ortaya koyuyor.
İş yapma, işini yapıyormuş gibi görün.
Amaç suçu ortadan kaldırmak değil. ‘Bakın biz 7 kişiyi gözaltına aldık’ demek.
Sonra birileri daha aynı yerde
soyulursa elde ‘koz’ bulundurmak.
Vatandaşı değil, soruşturma ihtimaline
karşı koltuğu korumak.
Bu kafayla büyük kentlerin güvenliğine
bakınca, önümüze her gün onlarcası gelen soygun ve suç haberlerine şaşırmamak
gerek.
Yine vatandaşımız ‘edepli’ de kan
gövdeyi götürmüyor.
Ne zaman adam oluruz?
Rüyalarımızı gerçekleştirmek için risk almaktan korkmadığımız zaman.
Hürriyet - Fatih Altaylı |