Deprem faciasından
kurtulabiliriz
Feryat etmek, perişan olmak
istemiyorsak aklımızdan çıkarmamamız gereken şu: Bir yıl sonra deprem olacak ve
son dakikada evden kaçma şansımız yok. Evet, şimdi bir yılımız var; ne
yapacağız?
Her saniye üzerimize çökebilecek bir
evde depremi bekleyip çoluk çocuğumuzla birlikte ölüm ruleti oynayacağımıza,
daha küçük ama üzerimize çökmeyecek bir evde huzurla yaşayabiliriz. Diyelim, her
biri 100 metrekareden beş daireli bir apartmanda oturuyorsak, depremde zaten
(hem de üzerimize) çökebilecek olan bu binayı şimdiden yıktırıp, her biri 70
metrekareden ama çökmeyecek yedi daire veya her biri 62 metrekareden çökmeyecek
sekiz daire veya her biri 50 metrekareden ama çökmeyecek 10 daire yaptırabiliriz
ve böylece ikisini veya üçünü veya beşini müteahhite verip cebimizden hiç para
çıkarmaksızın kendimizi ve yakınlarımızı depreme karşı garantiye alabiliriz.
İki sene kadar önceydi herhalde, Açık
Radyo'da, Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık bölümünden bir profesör, buldukları
bu çözüm doğrultusunda 34 metrekarelik daire projesi bile geliştirdiklerini
anlatıyordu.
Bazılarımız evleri ve zeminleri
hakkında mimar, mühendis, statikçi, yerbilimci vb. gibilerden veya sağdan soldan
duymak istediğimiz cevaplar koparıyoruz veya kopardığımızı sanıyoruz, ama bu
cevaplar gerçekten ne kadar sağlıklı, biz gerçekte ne kadar teselli oluyoruz?
Sağlamlaştırma yaklaşımları da aynı şekilde, doğru yapılabilecek olsalar bile,
kaçımızın gerçekten aklına yatıyor, kaçımızı gerçekten teselli edebiliyor?
Kısaca, ne kadarımız gerçekten güvenli bir evde yaşıyoruz, ne kadarımız böyle
bir evde yaşadığımızdan gerçekten eminiz? Öte yandan, kimsenin bir şey
yapmayışına bakınca da şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya: "Hiç endişeye gerek yok,
İstanbul'daki binalar çok sağlam, aynı Japonya gibiyiz." Bu sonuç doğru mu? Hiç
ama hiç doğru değil. Halbuki Japonya gibi olmalıyız gerçekten.
"Peki, yeni yapılacaklardan ne kadar,
nasıl emin olacağız?" diye sorulabilir. Hayatımızı gözü kapalı her önümüze
gelene teslim etme huyundan vazgeçmezsek, yan gelip yatmak yerine en hayati
konularda kendimizi donatmaya çalışmazsak, yeni yapılacak evimizin de
güvenliğinden emin olamayız, yeni imar yasaları bile tek başlarına bizi
kurtaramaz. En güvenli binanın nasıl olması gerektiği, onu kimlerin yapabileceği
ve yapılanı nasıl denetleyebileceğimiz konularına kafa yorup, kendimizi bu
konularda biraz eğitmeliyiz. Çünkü hayatımız ve yakınlarımızın hayatı buna bağlı
-TV, futbol veya modadaki son gelişmelere değil-. Hatta iç ve dış politika ile
ekonomik gelişmelerden de çok daha öncelikli, çok daha önemli bir mesele deprem
bizim için.
"Biz" derken sadece İstanbul'da
yaşayanları kastetmiyorum -siyasal, sosyal, ekonomik, psikolojik boyutlarını
hesaba katarsak- tüm Türkiye için en öncelikli, en önemli, en büyük, en feci
mesele deprem. Ama kral çırılçıplak dolaşırken, biz onun saçlarını ne yana
tarasak diye hülyaya dalıyor veya birbirimizin saçını başını yoluyoruz.
Ölüm ruleti
30 yılın sonunda değil (ki bunun da beş yılı geçti), bilim adamlarının 1999
depreminde söylediği üzere, 30 yıl içinde, daha doğrusu artık 25 yıl içinde her
an deprem olabileceği, ölüm ruleti oynadığımız hakikatiyle ve belirsiz bir
gelecekte değil, derhal şimdi bir şeyler yapmamız gerektiği hakikatiyle
yüzleşiyorsak, ama bu hakikatlerle gerçekten yüzleşiyorsak, kendimizi
kandırmıyor, hakikati bildiğimiz halde deprem olmayacakmış gibi yaşamaya
çalışmıyorsak katiyen şöyle davranmayız: "Yok, ben daha küçük bir evde oturamam;
büyük olsun da varsın çoluğumun çocuğumun başıma çöksün" veya "Tamam, bir ara
bir şeyler yaparız; deprem beni bekler" veya "Ya şimdi kim uğraşsın, taşınmak
filan; çoluk çocuk göçük altında kalmak daha rahat".
Böyle konuşmasak bile böyle
davranıyorsak, her an deprem olabileceği hakikatiyle ve yaşayacağımız
ızdıraplarla yüzleşmeyip kendimizi kandırıyor, bu sıkıcı konuyu kafamızdan
atmaya çalışıyoruz demektir. Deprem olduğunda, çocuğumuz, eşimiz, dostumuz,
anamız, babamız öldüğünde veya göçük altında kaldığında veya kendimiz göçük
altında kaldığımızda, çocuğumuzun göçük altında "Anne! Baba!" feryatlarını
duyduğumuzda böyle konuşabilecek miyiz? "Ya evet, ama elden ne gelir? Küçük bir
evde oturamazdık; inşaat ve taşınma işleriyle uğraşamazdık" veya "Tüh, deprem
biraz beklese, bir şeyler yapacaktım" diyebilecek miyiz?
Veya bir yıl sonra deprem olacağını
bilsek, (ki pekala olabilir, ama bilmediğimiz için depremden hemen önce kaçmak
diye bir seçenek yok tabii) yine aynı şeyleri mi söyleriz, yoksa derhal
elimizden gelen her şeyi yapıp, her türlü zorluğa katlanıp küçük de olsa güvenli
bir evde huzur içinde yaşamayı mı tercih ederiz?
Mahvolmaktan kurtulmanın ilk şartı, bir yıl sonra deprem olacağına inanmaktır;
30 yılımız değil, bir yılımız kaldığını kabullenmek ve buna göre hareket
etmektir. Altıpatlarlı bir tabanca şakağımıza dayanmışken, kurşunun en sonda
olduğuna inanırsak mahvoluruz. Kurtuluş, kurşunun namluda olduğunu kabullenmekle
başlar. Kaldı ki, kurşun sonda bile olsa, şakağımızı namludan çekmek için bir an
bile beklemenin hiçbir anlamı yok. 30 yılın beş yılı geçti, yani tetik bir kez
çekildi, tabancada geriye beş atım kaldı. Ve unutmadan, bu tek başımıza
oynadığımız bir ölüm ruleti; tabanca bize patlayınca oyun bitecek.
Korku ve ecel
Depremde yaşayacağımız faciayla gerçekten yüzleşiyorsak, "Korkunun ecele faydası
yok, nasıl olsa bir gün öleceğiz, her şey olacağına varır" diyebilir miyiz?
Evet, korkunun ecele faydası yok, ama gerekeni ve mümkün olanı yapmanın çok
faydası var. Korkunun ecele faydası yok diye, bir kamyon son sürat üzerimize
gelirken yol ortasına oturur muyuz veya ölüm ruleti oynar mıyız? Önce gerekeni
yapar, ancak ondan sonra "Her şey olacağına varır" deriz. Önce kamyonun önünden,
yoldan çekiliriz veya ölüm ruleti oynamaz, şakağımızı namludan çekeriz ya da
çekemiyorsak araya çok sağlam bir engel koyarız.
"İyi güzel de, çoğu apartmanda
dairesini kiraya veren mal sahipleri var ve bunlar depremde yaşanacak faciayla
gerçekten yüzleşseler bile, hem kiracılarının hem de komşularının hayatlarını
hiçe sayıp sadece aldıkları paraya bakarlar" mı diyeceksiniz? Böyle insanlar
gerçekten var mıdır? Hele insanların manevi değerlere ve milletine, birbirine bu
kadar düşkün olduğu bir memlekette? Olmaması lazım; yoktur herhalde. Kimse
komşusunun ve kiracasının hayatından sorumlu olmak istemez, hiç değilse sonradan
çekeceği vicdan azabını düşünür. Düşünmeyen birkaç kişi çıksa bile, bu projeyi
gerçekleştirenler mevcut daire sayısını (hem de sağlam daireler olarak)
artıracağından, kiracıların seçenekleri de artacak ve bu da zamanla o tip mal
sahiplerini bile aynı projeyi uygulamaya zorlayacaktır.
Bugün bir şey yapmazsak, deprem anında
ve sonrasında "Keşke bir mucize olsaydı da o günlere, deprem olmadan önceki
günlere dönebilseydik; her şeye razı olurdum" diye feryat edip dövüneceğiz. Ama
işte böyle bir mucize oldu. Böyle bir mucizeyle zamanda geriye geldiğimizi, bize
bir şans daha tanındığını kabul edebiliriz, işte deprem olmadan önceki o
günlerdeyiz hâlâ. Ve feryat etmek, perişan olmak istemiyorsak aklımızdan
çıkarmamamız gereken hakikat şu: Bir yıl sonra deprem olacak ve son dakikada
evden kaçma şansımız yok. Evet, şimdi bir yılımız var; ne yapacağız?
Radikal - Acar Burak |