reklam

03 Mayıs 2005 Salı
Ana Sayfa > Haberler

Deprem faciasından kurtulabiliriz

Feryat etmek, perişan olmak istemiyorsak aklımızdan çıkarmamamız gereken şu: Bir yıl sonra deprem olacak ve son dakikada evden kaçma şansımız yok. Evet, şimdi bir yılımız var; ne yapacağız?

Her saniye üzerimize çökebilecek bir evde depremi bekleyip çoluk çocuğumuzla birlikte ölüm ruleti oynayacağımıza, daha küçük ama üzerimize çökmeyecek bir evde huzurla yaşayabiliriz. Diyelim, her biri 100 metrekareden beş daireli bir apartmanda oturuyorsak, depremde zaten (hem de üzerimize) çökebilecek olan bu binayı şimdiden yıktırıp, her biri 70 metrekareden ama çökmeyecek yedi daire veya her biri 62 metrekareden çökmeyecek sekiz daire veya her biri 50 metrekareden ama çökmeyecek 10 daire yaptırabiliriz ve böylece ikisini veya üçünü veya beşini müteahhite verip cebimizden hiç para çıkarmaksızın kendimizi ve yakınlarımızı depreme karşı garantiye alabiliriz.

İki sene kadar önceydi herhalde, Açık Radyo'da, Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık bölümünden bir profesör, buldukları bu çözüm doğrultusunda 34 metrekarelik daire projesi bile geliştirdiklerini anlatıyordu.

Bazılarımız evleri ve zeminleri hakkında mimar, mühendis, statikçi, yerbilimci vb. gibilerden veya sağdan soldan duymak istediğimiz cevaplar koparıyoruz veya kopardığımızı sanıyoruz, ama bu cevaplar gerçekten ne kadar sağlıklı, biz gerçekte ne kadar teselli oluyoruz? Sağlamlaştırma yaklaşımları da aynı şekilde, doğru yapılabilecek olsalar bile, kaçımızın gerçekten aklına yatıyor, kaçımızı gerçekten teselli edebiliyor? Kısaca, ne kadarımız gerçekten güvenli bir evde yaşıyoruz, ne kadarımız böyle bir evde yaşadığımızdan gerçekten eminiz? Öte yandan, kimsenin bir şey yapmayışına bakınca da şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya: "Hiç endişeye gerek yok, İstanbul'daki binalar çok sağlam, aynı Japonya gibiyiz." Bu sonuç doğru mu? Hiç ama hiç doğru değil. Halbuki Japonya gibi olmalıyız gerçekten.

"Peki, yeni yapılacaklardan ne kadar, nasıl emin olacağız?" diye sorulabilir. Hayatımızı gözü kapalı her önümüze gelene teslim etme huyundan vazgeçmezsek, yan gelip yatmak yerine en hayati konularda kendimizi donatmaya çalışmazsak, yeni yapılacak evimizin de güvenliğinden emin olamayız, yeni imar yasaları bile tek başlarına bizi kurtaramaz. En güvenli binanın nasıl olması gerektiği, onu kimlerin yapabileceği ve yapılanı nasıl denetleyebileceğimiz konularına kafa yorup, kendimizi bu konularda biraz eğitmeliyiz. Çünkü hayatımız ve yakınlarımızın hayatı buna bağlı -TV, futbol veya modadaki son gelişmelere değil-. Hatta iç ve dış politika ile ekonomik gelişmelerden de çok daha öncelikli, çok daha önemli bir mesele deprem bizim için.

"Biz" derken sadece İstanbul'da yaşayanları kastetmiyorum -siyasal, sosyal, ekonomik, psikolojik boyutlarını hesaba katarsak- tüm Türkiye için en öncelikli, en önemli, en büyük, en feci mesele deprem. Ama kral çırılçıplak dolaşırken, biz onun saçlarını ne yana tarasak diye hülyaya dalıyor veya birbirimizin saçını başını yoluyoruz.

Ölüm ruleti
30 yılın sonunda değil (ki bunun da beş yılı geçti), bilim adamlarının 1999 depreminde söylediği üzere, 30 yıl içinde, daha doğrusu artık 25 yıl içinde her an deprem olabileceği, ölüm ruleti oynadığımız hakikatiyle ve belirsiz bir gelecekte değil, derhal şimdi bir şeyler yapmamız gerektiği hakikatiyle yüzleşiyorsak, ama bu hakikatlerle gerçekten yüzleşiyorsak, kendimizi kandırmıyor, hakikati bildiğimiz halde deprem olmayacakmış gibi yaşamaya çalışmıyorsak katiyen şöyle davranmayız: "Yok, ben daha küçük bir evde oturamam; büyük olsun da varsın çoluğumun çocuğumun başıma çöksün" veya "Tamam, bir ara bir şeyler yaparız; deprem beni bekler" veya "Ya şimdi kim uğraşsın, taşınmak filan; çoluk çocuk göçük altında kalmak daha rahat".

Böyle konuşmasak bile böyle davranıyorsak, her an deprem olabileceği hakikatiyle ve yaşayacağımız ızdıraplarla yüzleşmeyip kendimizi kandırıyor, bu sıkıcı konuyu kafamızdan atmaya çalışıyoruz demektir. Deprem olduğunda, çocuğumuz, eşimiz, dostumuz, anamız, babamız öldüğünde veya göçük altında kaldığında veya kendimiz göçük altında kaldığımızda, çocuğumuzun göçük altında "Anne! Baba!" feryatlarını duyduğumuzda böyle konuşabilecek miyiz? "Ya evet, ama elden ne gelir? Küçük bir evde oturamazdık; inşaat ve taşınma işleriyle uğraşamazdık" veya "Tüh, deprem biraz beklese, bir şeyler yapacaktım" diyebilecek miyiz?

Veya bir yıl sonra deprem olacağını bilsek, (ki pekala olabilir, ama bilmediğimiz için depremden hemen önce kaçmak diye bir seçenek yok tabii) yine aynı şeyleri mi söyleriz, yoksa derhal elimizden gelen her şeyi yapıp, her türlü zorluğa katlanıp küçük de olsa güvenli bir evde huzur içinde yaşamayı mı tercih ederiz?
Mahvolmaktan kurtulmanın ilk şartı, bir yıl sonra deprem olacağına inanmaktır; 30 yılımız değil, bir yılımız kaldığını kabullenmek ve buna göre hareket etmektir. Altıpatlarlı bir tabanca şakağımıza dayanmışken, kurşunun en sonda olduğuna inanırsak mahvoluruz. Kurtuluş, kurşunun namluda olduğunu kabullenmekle başlar. Kaldı ki, kurşun sonda bile olsa, şakağımızı namludan çekmek için bir an bile beklemenin hiçbir anlamı yok. 30 yılın beş yılı geçti, yani tetik bir kez çekildi, tabancada geriye beş atım kaldı. Ve unutmadan, bu tek başımıza oynadığımız bir ölüm ruleti; tabanca bize patlayınca oyun bitecek.

Korku ve ecel
Depremde yaşayacağımız faciayla gerçekten yüzleşiyorsak, "Korkunun ecele faydası yok, nasıl olsa bir gün öleceğiz, her şey olacağına varır" diyebilir miyiz? Evet, korkunun ecele faydası yok, ama gerekeni ve mümkün olanı yapmanın çok faydası var. Korkunun ecele faydası yok diye, bir kamyon son sürat üzerimize gelirken yol ortasına oturur muyuz veya ölüm ruleti oynar mıyız? Önce gerekeni yapar, ancak ondan sonra "Her şey olacağına varır" deriz. Önce kamyonun önünden, yoldan çekiliriz veya ölüm ruleti oynamaz, şakağımızı namludan çekeriz ya da çekemiyorsak araya çok sağlam bir engel koyarız.

"İyi güzel de, çoğu apartmanda dairesini kiraya veren mal sahipleri var ve bunlar depremde yaşanacak faciayla gerçekten yüzleşseler bile, hem kiracılarının hem de komşularının hayatlarını hiçe sayıp sadece aldıkları paraya bakarlar" mı diyeceksiniz? Böyle insanlar gerçekten var mıdır? Hele insanların manevi değerlere ve milletine, birbirine bu kadar düşkün olduğu bir memlekette? Olmaması lazım; yoktur herhalde. Kimse komşusunun ve kiracasının hayatından sorumlu olmak istemez, hiç değilse sonradan çekeceği vicdan azabını düşünür. Düşünmeyen birkaç kişi çıksa bile, bu projeyi gerçekleştirenler mevcut daire sayısını (hem de sağlam daireler olarak) artıracağından, kiracıların seçenekleri de artacak ve bu da zamanla o tip mal sahiplerini bile aynı projeyi uygulamaya zorlayacaktır.

Bugün bir şey yapmazsak, deprem anında ve sonrasında "Keşke bir mucize olsaydı da o günlere, deprem olmadan önceki günlere dönebilseydik; her şeye razı olurdum" diye feryat edip dövüneceğiz. Ama işte böyle bir mucize oldu. Böyle bir mucizeyle zamanda geriye geldiğimizi, bize bir şans daha tanındığını kabul edebiliriz, işte deprem olmadan önceki o günlerdeyiz hâlâ. Ve feryat etmek, perişan olmak istemiyorsak aklımızdan çıkarmamamız gereken hakikat şu: Bir yıl sonra deprem olacak ve son dakikada evden kaçma şansımız yok. Evet, şimdi bir yılımız var; ne yapacağız?
Radikal - Acar Burak

 

Mayıs 2005 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
          01
02 03 04 05 06 07 08
09 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30 31          
diğer aylar için tıklayın

  

Diyalog

Kadir Topbaş  5 Mayıs 2005 tarihinde Diyalog bölümümüze konuk olacak.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı mimar Kadir Topbaş'a soru sormak için buraya tıklayın...

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz