Verilerden Diyagrama,
Diyagramdan Mimarlığa Düşünme Yöntemi: Koolhaas İstanbul’daydı
Rem Koolhaas İstanbul'daydı.
Philips’in sponsorluğunda,
Arkimeet serisinin 11.konuğu olan Koolhaas, 17 Mayıs Salı akşamı Harbiye
Askeri Müzesi’ne kendisini dinlemeye gelen 2200 kişiye projelerinden ve
çalışmalarından örnekler sunarak mimarlığa, mimarlara yüklenen anlamlara ve
misyonlara, mimarların kendilerine çizdiği sınırlara ve “modern” olmaktan
anladıklarına kadar birçok konuya değinerek 1.5 saatlik bir konferans verdi.
Mimarlıktaki “gerilimler”den
konuşmasına başlayan Koolhaas’ın mimarların çok popüler olduğundan ve oardan
beklenenle mimarın performansı arasında doğru bir orantı olmadığından,
mimarların performasının çok düşük olduğundan bahsetti. Bunu iki şekilde
yorumlayabiliriz:
1. Mimarlardan ve mimarlıktan beklenen
çok şey var ancak mimari ürünün ortaya çıkış süresi yaşamdan çok daha yavaş
olduğu için ciddi bir performans düşüklüğü oluşuyor.
2. Mimarlardan ve mimarlıktan beklenen
çok şey var ancak mimarlar kendilerine biçtikleri bir takım sınırlar yüzünden
bazı şeyleri aşamayarak beklenenin çok altında bir performans gösteriyorlar.
Koolhaas'ın konferansın sonlarına doğru
performans düşüklüğünden bahsederken yukarıda yazdığım iki şıkkı da kastetmiş
olduğu net bir şekilde anlaşılıyordu ancak öyle görünüyor ki Koolhaas bu
performans düşüklüğünü benim anladığım gibi iki şıklı, birbirinden bağımsız
düşünmüyordu:
Hayat çok hızlı, mimari yavaştı.
Hayatın hızını da düşünce sistemimizi ve sınırlarımızı değiştirerek
yakalayabilir, performansı ancak bu şekilde yükseltebilirdik.
Diyagramdan Mimari Ürüne
Mimarlığa ve mimarlığın sınırlarına yaklaşımlarını OMA (Office of
Metropoliten Architecture) ile yaptığı projelerle açıklayan Koolhaas’ın ilk
örnekleri Berlin Hollanda Konsolosluğu ve Seattle Halk Kütüphanesi’ydi.
|
|
Seattle Halk Kütüphanesi’nin “veri
toplama, istatistiklerle projeyi bağlamlandırma, verileri grafikle sunma ve
konsepti oluşturma” olarak özetleyebileceğim projelendirme sürecini anlatan
Koolhaas, “kütüphane”nin dünya yüzünde her yerde geçerli bir tipolojisi
olduğundan, dolayısı ile çok rasyonel bir proje yapmanın kaçınılmaz olduğundan
bahsetti. Ancak sözü geçen tipoloji, rasyonellik ve hatta muhafazakarlık
kavramlarının kırılışını Koolhaas’ın kütüphaneler hakkında yaptığı araştırma ve
topladığı verilerle kütüphanenin artık sadece “kitap barındıran ve gidip kitap
okunan bir bina” olmadığını gösterdiği sunumu ile izledik. Kütüphanelerin artık
bir enformasyon merkezi olduğunu belirten Koolhaas, insan-materyal ve
materyal-materyal ilişkisi üzerine kurduğu diyagramlarıyla yarattığı Seattle
Halk Kütüphanesi’ni fotoğraflar ile anlattı. Binanın programının bu ilişkiler
üzerine kurgulanmasıyla kütüphanenin artık kitaplara adanmış olmaktan çıkıp,
bilginin akışını spiralleri ve rampaları ile, katların birbirleri ile kurduğu
ilişkilerle destekleyen bir bina tipi haline gelmesi kütüphane tipolojisinin
rasyonel bir proje içinde kırılışının çok iyi bir örneğiydi.
|
|
Bir müşterisi için yapacağı konut
projesinden çıkan anlaşmazlıkları sonrasında vazgeçişini ve bu projenin
evrilerek Porto’da yaptığı Casa da Musica’ya nasıl dönüştüğünü anlatan Koolhaas,
bu projesi üzerinden kamu binası yaparken karşılaşılan zorluklardan bahsetti.
Bir kent merkezinde kurulan yeni bir yapının çevresi ile bağlantısını Casa da
Musica'daki yönlendirme startejilerini, binanın içinin dışarısı ile kurduğu
ilişkiyi anlatan Koolhaas bunların dışında binanın içerisi ile dışarısını bu
kültürel yapıya girenler ile sadece dışarıdan seyredenler arasında
bağlantılarcasına dışarıdan binayı görenler için içeride neler olduğunu
anlatmanın önemi üzerinde durdu.
AMO’yu Doğuran Koşullar
Bundan yaklaşık 8 yıl önce Hollywood Universal Stüdyoları’ndan bir proje
teklifi alan ve buradaki birçok firmayı barındıracak bir bina yapacak olan
Koolhaas ve OMA’ya oldukça tanıdık bir programa sahip olan bina üzerinde
çalışmaya başladıklarından bir süre sonra programa dahil olan firmaların
bazılarının satıldığı haberi gelmiş. Bu hızlı değişim içerisinde Koolhaas bu
işin mimari bir iş değil bir örgütleme işi olduğunu fark etmiş. “Örgütleme
görevi bağımsız bir işti” diyen Koolhaas bağımsız unsurları birleştirerek bir
makine oluşturması gerektiğini fark etmiş: Bir Bina - Makine.
Bu örnek üzerinden mimari ürünün
fizik-mekana yansıyana kadar hayatın çok gerisinde kaldığından her an değişen bu
networke mimarın ve mimarinin ayak uyduramadığından bahseden Koolhaas
AMO’nun bu şartlar içerisinde doğduğunu anlattı. OMA’nın tam asimetriği olarak
varolduğunu söylediği AMO, içerisinde sosyoloji ve antropoloji gibi pek çok
farklı disiplini barındıran, mimari ile bağlantılarını kuran ve ortak ürünler
veren bir grup. Koolhaas’ın deyimi ile AMO “dünyayı yorumlarken yeni bir
yaklaşım” için bir oluşum.
AMO’nun kuruluşundan bahsettikten sonra
Koolhaas küreselleşen dünyanın homojenleşmiş gibi gözükse de bu homojenleşmeye
meyilli şartlar içerisinde yeni ilişikiler kurulduğundan, yeni olgular
oluştuğundan bahsetti. Homojenleşme içerisindeki heterojenleşmeye değinen Rem
Koolhaas, bu heterojenliğin ince noktalarına AMO’nun araştırmaları ve sunumları
ile devam etti.
|
Modern Zamanların Mimarı: Değişime Açık,
Yeni, Müdahaleci...mi?
Mimarın modern dünya içerisinde kendine çizdiği “her zaman yeninin
yanında, hep faaliyetin tarafında, müdahaleci ve iş yapan” tanımlarına
karşı “neden sadece gözlem yapmayalım, neden mimar sadece düşünce
üretmesin?” sorularıyla duran Koolhaas modern zaman mimarının yukarıdaki
sınırları ile “koruma” ya da yanlış yaklaştığını, herşeyi yenileme ve
modernleştirme kaygısı ile davrandığını St. Petersburg’daki Hermitage
Müzesi’nden örnekler vererek anlattı. Bir müze için çok kötü şartlara
sahip olan Hermitage’ın herşeye, tüm şartlara rağmen çok fazla izleyici
çektiğinden bahseden Koolhaas burası için getirdiği korumacı
yaklaşımlardan örnekler vererek modernleşmeye ayak uydurmak ve
boyun eğmek istemeyip “koruma” üzerinde uzun
süre düşünmüş olduğunu belirtti. |
Modernleşmenin taleplerine bu şekilde
direnen Koolhaas koruma kavramının modernleşmenin dışında düşünülmesine
katılmadığını, ilk koruma kanunun 1790’da Fransız Devrimi’nden sonra çıktığını
belirtti. Bir ihtilal ortamında kentin ve binaların zarar görebilmesinin çok
olası olduğu için buna şaşırılmaması gerektiğini belirten Koolhaas ikinci koruma
kanununun İngiltere’de Victoria Dönemi’nde sanayileşmenin yıkıcı etkilerine karşı
oluşturulduğunu ve korumanın aslında bu derecede modern bir kavram olduğunun
altını çizdi.
Bunları fark ettikten sonra korumaya
artık bambaşka bir gözle baktığını belirten Rem Koolhaas bu konudaki modern
baskılardan “modern zamanlar”ın mimari ürünü olan gökdelenlere geçti. Koolhaas
kalıplar dışarısında düşünme yöntemini göstermek için oldukça iyi bir örnek,
CCTV örneği ile artık kalıplaşmış “gökdeleni düşünme” metoduna nasıl farklı bir
yönetm getirdiğini anlattı. Gökdelenin artık sadece kimin daha yükseğe çıktığı
rekabeti ile üretildiğini söyleyen Koolhaas insanların geçişine açık olan bu
farklı, yükselme kaygısından uzak, 3. boyutu olan huzurlu gökdelenin devletin
bağımsızlığını simgelediğinden bahsetti.
Konuşmasının sonunda seyircilerden
soruları alan Koolhaas’a çalışma yöntemleri, Avrupa Birliği ve Türkiye
ilişkileri üzerine sorular yöneltildi.
Koolhas Ne Dedi?
Düşünme biçimi öğrenilen ve öğretilen birşey. Düşünmenin öğrenilmesi ve
öğretilmesi bir yerden sonra istismar edilmeye çok açık. Düşünürken nasıl
gözükmemiz gerektiğinin, düşünen insanın nasıl gözüktüğünün bile imgesi
zihnimize kazınmışken eğer kendi öğrenme ve algılama biçimlerimizi bulmaz,
değişmesi gerekenleri değiştirmezsek, sadece bir doğru - bir yanlış ile yaşamaya
mahkumuz demektir.
O tek doğru ve tek yanlışın neyin ve
kimin doğrusu-yanlışı olduğunu düşünmeden yaşamaya..
2200 kişi içerisinden bir kişiye
konferansın sonunda Rem Koolhaas’ın sözlerinden, projelerinden ve
çalışmalarından kalanlar bunlardı.
Arkitera - Gülin Şenol |