Yok sayılan şehir
Adapazarı, şimdi bir büyük şehir. Şimdi, demem şundan: 17 Ağustos depreminden
önce küçük bir taşra şehriydi, iyice yıkıldıktan sonra Büyükşehir yapılıverdi
nedense. Şehrin kuzeye kaydırılmak istenmesinin getirdiği bir zorunluluk
olabilir mi bu? Hayır. Çünkü kaydırma kararı depremden hemen sonra alınmıştı
zaten, şehrin Büyükşehir statüsüne kavuşturulması ise 2001'de oldu. Yani
kaydırma kararından iki yıl sonra. Bu yetmedi, daha sonra da Büyükşehir'in
sınırları genişletildi, o kadar ki kendilerine özgü hayatlarıyla bilinen
beldeler, ilçeler bile Büyükşehir'e katıldı.
Köy yok, tarım arazisi yok artık. Köyler mahalle edilmekle belediyelere
bağlandı, bu alt belediyeler de Büyükşehir'e mecbur edildi. Türkçesi, şehre
Büyükşehir aracılığıyla Ankara el koydu. Her şey yasal tabii. Ancak şehre
danışılmadan oldu bunların hepsi. Bugün de danışılmıyor. Gerçi başkanlarının
makam otomobilleri siyah plakalı kimi ticaret ve sanayi örgütleri haberdardır
olup bitenden. Ne ki işleyiş ve yönetim bakımından merkeze fazlasıyla bağımlı bu
örgütler, üyeleri arasında samimi şehir insanları, hem de hayli olmasına rağmen
şehrî örgütlerden sayılamaz. Bu nedenle, bunlar olsun, varlıklarını siyasilere
ve devletin taşra birimlerine yakın durarak sürdüren güya sivil, aslında lobici
dernek ve kulüpler olsun, Büyükşehir'in yanında yer alır. Yaratılmak istenilen
Adapazarı için destek verirler.
Görünüşte her şey tamam: Büyükşehir var. Devletin taşra birimleri var.
Zorunlu veya gönüllü örgütler var. Yani icraatın kontrolü için her şey var ama
kontrolün kendisi yok. Çünkü bu üçlünün ayrılığı, görünüşte. Gerçekte iç içe,
birdirler. Nasıl ki makro düzeyde de kuvvetler ayrılığı değil, birliği vardır.
Problem, işte burada.
Şehirden soğumak
Şehrin, kuzeydeki yeni yerleşim bölgelerine -Karaman'a, Camili'ye, Korucuk'a-
kayması için her şey yapıldı, yapılıyor. Doğalgaz, duble yol bunlar arasında
sözgelimi. Binaları tamamlandıkça resmi daireler de taşınacak oraya. Şehir
merkezi ise, ilk imar planıyla iskâna kapatılmış, bütünüyle ticarete açılmıştı
daha baştan. İyi ama şehrin sakinleri şehirden 12 kilometre öteye taşınmaya
razılar mı? Kendilerine bu sorulmuş mu?
Depreme, felaketin büyüklüğüne sığınmasın kimse. Kuzeydeki deprem evleri
hemen yapılmadı. Aceleye gelmiş durum yok yani. Öyle olsaydı, en geç ikinci
kışın başında geçilirdi evlere. Oysa ikinci grup evler bile ilk gruptan tam iki
yıl sonra teslim edildi.
Gayet ince bir plan olduğu kesin. "İktisadi akıl"ı öne alan üçlü, Büyükşehir
marifetiyle yeni rant alanları yaratmadı sadece, kuzey sürgünlüğüyle hemen hemen
boşalttırdığı şehri, şehrin merkezini de rantçılar için cazip kılmış oldu.
Bizler şehirden soğutulduk adeta. Yeniden ısınmamız da kolay değil. Gidenler,
kurayla belirlenmiş evlere gittiler, farklı farklı mahallelerden gelmiş, farklı
görgüde ve farklı kültürde insanlarla zoraki komşu oldular çünkü. Kalanlarsa
çarşıdadır. Dükkânlar, mağazalar, "cafe"ler... arasında. Eski komşularından bir
ikisi kalmışsa eğer binalarında, ne mutlu onlara!
Sakinler yok sayılıyor. Sakinlerinden alınıyor şehir. Piyasa insanlarına
hazırlanıyor. Yatak hazırlar gibi hem de. Bu apaçık. Su şebekesi bütünüyle
yenilendi örneğin. Kanalizasyon keza. İnilebildiği kadar derine inildi. Geniş mi
geniş borular döşendi. Bunca masraf kim için, kimler için? Her yağmurda
Bulvar'ın iki yanında bile sular birikiyor, birikenleri Büyük ve Küçük
Belediye'miz vidanjörlerle hüp hüp çekiyor gerçi, sokaktan sokağa kot
tutturulamadığı için de her köşe başında gölcükler oluşuyor ve alt katları hâlâ
sular basıyor gerçi; basıyor da ne gam! Şehir el değiştiriyor nasıl olsa!
İnsan nerede?
"İnsan" merkezli düşünülmüyor. Ne kuzeyde yeni kent kurulurken böyle düşünüldü,
ne de şehrimiz için böyle düşünülüyor. Peşpeşe projelerle çıkıyorlar karşımıza:
Gar Meydanı Projesi, Vilayet Meydanı Projesi, Kültürpark Projesi, Külliye
Projesi, Nehir Taşımacılığı Projesi... Ama hiçbirinde "insan" yok, "insanî ölçü"
yok.
Şöyle ki gar kaldırılacak, yerine ince, uzun ve balık biçiminde ticaret
merkezi yapılacakmış. Kaldırılması gerekiyorsa gar kaldırılır. Ama buna belediye
meclislerinin kararı yeter mi? Hem, mevcut ticari alanların yetmediği mi
görüldü? Ayrıca, proje Japon harikası olarak sunuluyor. Üstelik, bir Japon
hayırsever tarafından da bilaücret uygulanacakmış. Bu ne sevgi! Karşılıksız
seviliyoruz, diyelim ama bu Japon mimar, Adapazarı'nı görmüş, tarihini,
coğrafyasını, insanının ne duyup ne düşündüğünü izlemiş, ruhuna nüfuz etmiş de,
projesini böyle mi hazırlamış?
Akşamdan sabaha sunulan bir proje de eski Vilayet Meydanı ile ilgili.
Hafriyatın başına yerleştirilen levhadan öğreniyoruz ki otopark olacakmış
meydanın altında, üstünde de havuzlar. Aslında, havuz, işin süsü, aldatmacası.
Gelecekte rant için kullanılmak üzere elde tutulacak meydan. İyi de,
Adapazarı'nın geçmişinde yeraltı hiç olmadı ki. Binalarının da 17 Ağustos'ta
toprağa nasıl göçü göçüverdiğini gördü şehir. Çalışır mı o otopark? Zor koşup
çalıştırdığınızda da insani olur mu?
Kültürpark Projesi'nde yok yok. Ama bunda da kültürel teferruat: Tiyatro,
galeri, hobi atölyeleri... beş yıldızlı otel için varlar. Kenar süsü olarak.
Kehanet değil bu. Olanlar, olacakların aynası. Abasıyanık Sanat Merkezi'miz
vardı; önceki belediye başkanımız Ünal Ozan tarafından -rahmetli bir apartmanın
zemin katı düzenlenerek- yapılmıştı. Orası şimdi kapalı. Nikâh Salonu.
Gerekçesi, Adapazarı Kültür Merkezi'nin yapılıp açılmasıymış. Hiç olur mu! Bir
kere, SİT alanı üzerine kuruldu orası. Kültür merkezi de değil. Dört tane cep
sineması var. O kadar. Bir de bunların usulen galeriye çevrilmiş fuayesi. Hepsi
de yeraltında. Üstteki iki kat ise çay, kahve, hamburger salonu. Sözün kısası,
açılışı da "Asmalı Konak" filmiyle yapılan AKM, aslında "Asmalıkonak Kayıntı
Merkezi". Kültür, işin cilası.
Külliyede yok yok!
Ya Külliye? Bunda da yok yok. Önce sembol bir camiden söz edildi. Sonra
"selatin"e çevrildi. Nihayet, külliyede karar kılındı. Pek modern de bir tasarım
bu. İçinde 5000 kişilik bir cami olacak. Başka? İşin yetkilisi -Müftü Ahmet
Şark- külliyede kadınlar için ayrı, erkekler için ayrı jimnastik ve bilardo
salonlarının da olacağını söylüyor. Hatta saunanın bile. Fakat külliye isteyen
oldu mu? Buna ihtiyaç duyuldu mu? Bu belirsiz. Ayrıca, yerle yapı arasında da
çok yönlü bir uyum olmalı değil midir? Merkezde bir yer vardır sözgelimi: Çarşı
içinde, köşe başında. Oraya orayla uyumlu bir cami yapılabilir. Yok, külliye
gerekiyorsa, o zaman, ona uygun yer şehrin dışında seçilir ki çevresi külliyeye
göre şekillenebilsin. Her şey usulünce olduğunda da soracağım var yine: Orhan
Camii'nin kıblesine Anıthelâ için fetva verenler, yıkılan taş minarelerin yerine
birer "kitsch" abidesi olarak minarenin plastiğini dikenler, ancak buna güçleri
yetenler, boylarını her bakımdan aşan böyle projelere nasıl kalkışırlar? Hayret!
Nehir Taşımacılığı Projesi ise gayet hayali. Ya da insafsız. Sakarya Nehri
aracılığıyla Karadeniz, Marmara'yla birleştirilecekmiş. Peki! Peki de, Sapanca
Gölü'nün tuzlanacağı, şehrin su kaynağından olacağı akla nasıl gelmez!
Bu projelerden veya benzerlerinden hangisi gerçekleşir? Bilemem. Ama
seçilmişler de, tıpkı atanmışlar gibi, kendilerinde sınırsız kudret vehmederler
ki ne yapacakları erkenden kestirilemez. Bu yüzden, kudretliler yok saysalar da
şehrin şirazesinden çıkmaması için yine de sakinlere iş düşüyor. Sakinlik bir
yerde yerleşmişliği, oralı olmaklığı anlatır; ama yanı sıra ölçülü ve kontrollü
olmayı da anlatır çünkü.
Radikal - Necati Mert |