İstanbul’u eğiten
otel
İstanbul Hilton Oteli Cuma günü 50
yaşına basıyor. Conrad Hilton’un 10 Haziran 1955 yılında altın anahtar ile
hizmete açtığı otel, o günden bugüne kadar kentin sosyal yaşamına birçok ilki
kattı, birçok şeyi öğretti.
Uzun yıllar İstanbul’un simgelerinden
biri olan Hilton, kalitesinden, zarafetinden hiçbir şey kaybetmeden
öğretmenliğini sürdürüyor.
1950’li yılların başlarında
İstanbul’daki otel sayısı iki elin parmakları kadar bile değildi... Bunların en
ünlüleri Pera Palas, Park Otel, Büyük Londra, Tokatlayan, Sirkeci’de
Meserret’ti. Bunlara ek olarak birkaç tane de Anadolu’dan gelen tüccarların
konakladığı otel vardı. Pera Palas ile Park Oteli’nin ayrı bir yeri ve ünü
vardı. Pera Palas’ta genellikle yabancılar kalırdı. Park Otel ise daha çok
politikacıların uğrak yeriydi. Özellikle Başbakan Adnan Menderes burada kaldığı
için, milletvekilleri, işlerini çözümlemeye çalışan iş- adamları da bu otelde
kalmayı tercih ederlerdi. Park Otel’in bir de barı çok meşhurdu. Bu barda her
akşam politikadan, yazar çizer takımından bir çok ünlü simayı görmek mümkündü.
Aslında bu oteller o zamanki
İstanbul’un ihtiyacını karşılıyordu. Öyleyse Hilton projesi nereden çıktı?..
Amerikalı araştırmacı Annabel Wharton’un öngörüsüne göre, dünyanın dört bir
köşesinde Hilton Otelleri inşa edilmesinin arkasındaki ana amaç, soğuk savaşın
politik bağlamında gizliydi. Dünyanın dört bir yanında, yaratılacak olan ‘Küçük
Amerikalar’ komünizme karşı mücadelede, çeşitli yatırımlarla hem birbirlerine
hem de Amerika’ya yakınlaştırılmalıydı. Conrad Hilton, otellerini komünizmin
tehdidi altında olduğu zannedilen bölgelere inşa etmekle, Amerikan davasına
katkıda bulunduğuna inanıyordu. NATO’ya üye olması ve 1950’lerde Batı’nın yeni
stratejik ve ekonomik yapısı içinde yer alma isteği içinde bulunması, Hilton’un
Türkiye’ye yatırım yapması için önemli nedenleri oluşturdu.
Ondan sonrası çorap söküğü gibi
geldi
Taksim Meydanı’ndan Spor Sergi Sarayı (şimdiki Lütfi Kırdar Kongre Salonu)
ve Açık Hava Tiyatrosu’na kadar kesintisiz bir yeşil alan olarak planlanan ve
uygulanan Taksim Gezisi, Hilton’un yapımı için imara açıldı. Otel 1952 yılında
tanınmış Amerikalı mimarlar Skidmore, Owings ve Merrill tarafından tasarlandı.
Bu mimarların yerel danışmanlığını ve kollaboratörlüğünü mimar Sedat Hakkı Eldem
üstlendi. Mali yükümlülük ise Marshall Yardım Programı çerçevesinde sağlanan
kredi ile gerçekleştirildi.
Mermerler İtalya'dan
Her şey iyi hoştu da bu işin Türkiye’deki sahipliğini kim yüklenecekti? İşte
tam burada ‘her derda deva’ futbol imdada yetişti. Türk hükümeti ile Hilton
şirketi arasında anlaşma imzalandığı sırada, Futbol Federasyonu Başkanı ve yeni
kurulmuş olan Emekli Sandığı’nın Genel Müdürü Ulvi Yenal sıkıntı içinde
kıvranıyordu. İsveç Milli Takımı’nı İstanbul’da yerleştirecek uygun bir yer
bulamayan Yenal, birçok eleştiriye hedef oluyordu. İsveç gazeteleri, İstanbul
otellerini kötüleyen haber ve yorumlarla dolup taşıyordu. Çözümsüzlükten bunalan
Ulvi Yenal, şapkasını alıp odasından çıkmaya hazırlanırken, kapısı açıldı ve
içeriye Hilton Oteli’ne mal sahibi arayan Türk ve Amerikan heyeti girdi. Emekli
Sandığı ile Türk-Amerikan heyeti arasında anlaşmanın imzalanması pek uzun
sürmedi. Takvim 9 Ağustos 1951 tarihini gösteriyordu.
1952 yılında otelin temeli atıldı.
Mermerler özel izinle İtalya’dan ithal edildi. Salon duvarlarının dekorasyonunu
üstlenen Sedat Hakkı Eldem, 16. yüzyıl camilerinin iç mimarisinden esinlendi ve
bunun için Kütahya’daki asırlık fabrikalara özel çiniler ısmarlandı. Konya’daki
hemen hemen tüm halı tezgahları Hilton’un halıları için seferber edildi. Bu
arada otelin kilit noktalarında görev alacak olan 20 erkek ve kadın personel,
otelcilik eğitimi için Amerika’daki Hilton otellerine gönderildi.
İnşaat bir seferberlik havasında sürdü
ve 21 ay gibi rekor denebilecek kısa bir sürede bitti. Tarihi açılış töreni 10
Haziran 1955 tarihinde yapıldı. O tarihli Hürriyet Gazetesi birinci sayfadan
verdiği habere, ‘Conrad Hilton, dün saat 12’de otelinin kapısını altın bir
anahtarla açtı’ başlığını atıyordu. Hilton’un açılışı ile ilgili bir başka haber
de, Conrad Hilton’un ‘biricik oğlu’ Nick Hilton’a aitti. Elizabeth Taylor’un
eski kocası olan Nick, çevresini saran Türk magazin muhabirlerine, bütün kadın
tiplerini sevdiğini söylemekten başka ipucu vermiyordu.
Ertesi günkü Milliyet Gazetesi’nde
yayınlanan bir fotoğraf ise küçük çapta bir skandala neden oldu. Gazete o gün
kapış kapış satıldı. O yıllarda küçük bir çocuk olduğum için, gazetenin ikinci
baskı yapıp yapmadığını bilmiyorum. Gazetenin birinci sayfasının büyük bölümünü
kaplayan fotoğraf, ünlü oyuncu Terry Moore’a aitti. Gazeteci İlhan Demirel’in
çektiği fotoğrafta Terry Moore’un en mahrem yerleri görünüyordu. Genç kadın
içine külot giymeyi ya unutmuş ya da kasten giymemişti. Türk halkının bir günlük
gazetede gördüğü belki de en müstehcen fotoğraflardan biriydi. Gazeteyi satan
seyyar bayiler adeta saldırıya uğramıştı. Savaş haberleri bile böylesine bir
ilgi görmemişti. Bu fotoğraf yayınlanınca kıyamet koptu, Terry Moore’un
sevgilisi Nick Hilton bir sürü tehditler savurdu. Gazetenin o günkü sahibi
Ercüment Karacan fotoğrafın filmini Hilton’lara iade etmek zorunda kaldı.
Ben Hilton öyküsünün bu bölümlerini
hatırlamıyorum. Çünkü o zaman sokağa bile tek başına çıkamayacak kadar küçük bir
çocuktum. Hilton benim yaşamıma çok sonraları girdi. Lise çağlarına gelince
arkadaşlarla Maçka Parkı’na gider, ağaçların altında oturup karşıdaki Hilton’a
bakarak hayaller kurardık. Kimse yasaklamamıştı ama, biz otele yaklaşmaya
çekinirdik. Orasını başka bir ülke sanırdık. Gazetelerin birinci sayfaları
Hilton’la ilgili haberlerle dolup taşardı. Kimler burada konaklamamıştı ki:
Kraliçe Elizabeth, Rafaella Carra, Prens Rainer, Prenses Grace , Sophia Loren,
Carlo Ponti, Pierre Cardin, Danny Kaye, Rockefeller, Tom Jones, Michael Douglas,
Michael Caine... Bunlar ilk gözüme çarpanlardı. Unuttuklarımın çok daha fazla
olduğunu biliyorum... Orada beş çayı içmek, lokantalarında yemek yemek, davetler
düzenlemek, garden partiler vermek... Tüm bunlar statü ve zenginlik sembolüydü.
O zamanlar Hilton’da boy göstermeyene sosyete denmezdi. Orada bir gece kalanlar
bile gazetelere günlerce konu olurdu. Hilton’un bir gecelik oda fiyatıyla bir ev
alınabileceği yaygın dedikodular arasındaydı.
Hilton artık 50 yaşında, orta yaşlı,
kibar bir ‘beyefendi’. Bir zamanlar önünden geçmeye ürktüğüm bu ünlü otel, şimdi
fırsat buldukça uğradığım mekanların başında geliyor. Lalezar Bar’dan karşıdaki
Maçka Parkı’na bakarken, gençlik yıllarımdaki ‘ulaşılmaz’ Hilton’u ve onun için
kurduğum hayalleri düşünüyorum. İstanbul’a birçok ‘ilk’i öğreten Hilton, aradan
bunca yıl geçmesine rağmen hálá çok zarif, çok görkemli ve insanların orada
bulunmaktan hálá övündükleri bir otel. Özetle Hilton, İstanbul’a modern yaşamı
öğreten kıymetli öğretmenlerden biri.
Manşetlerde Hilton
10 Haziran 1955 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında Hilton
Oteli’nin açılışı şöyle veriliyordu:
‘Amerika dahilinde ve haricinde 34 bin
odası bulunan ve 29 büyük otelin sahibi ‘Otel İmparatoru’ Conrad Hilton,
cebinden bir kutu çıkardı ve kutunun içindeki altın anahtarı İstanbul Hilton
Oteli’nin giriş kapısının kilidine soktu. O sırada saat tam 12.00 idi. Altın
anahtarı bir defa çevirerek kapı kilidini açtı. Sonra daima kurdele kesmeye
alışkın İstanbul Valisi’ne: ‘Buyurun, ilk defa siz kapı tokmağını çevirip içeri
giriniz’ dedi. Ne zamandan beri İngilizce hususi ders alan İstanbul Valisi,
etrafındakilere ilk defa İngilizce olarak hitap etti... Saat 13.30’a doğru yemek
gongu çalınmaya başladı. Burada yurt içinden ve yurt dışından davet edilmiş
seçkin misafirler bulunuyordu. Reisicumhur Bayar, Başvekil Menderes ve Meclis
Başkanı’ndan başka hemen hemen tüm vekiller orada idiler... Yemek sonuna doğru
dağıtılan Fransız şampanyaları, İstanbul Hilton Oteli’nin şerefine
kaldırıldı...’
Dünyanın sekizinci harikası
Dünyanın dört bir yanında çok önemli olaylara tanıklık etmiş olan gazeteci
Güneş Karabuda, anılarını kaleme aldığı ‘İndim Zaman Bahçesine’ adlı kitabında
Hilton’la ilgili anılarını şöyle anlatır:
‘Hilton’un açılışına devlet protokolüne
dahil olduğu için babam da davetliydi. Ama Ankara’daki işlerini bırakamadığı
için davetiyesini bize verdi. Böyle bir fırsatı kaçırmak için sonradan değil,
doğuştan enayi olmak gerek!.. Bu süper modern otelin kısa sürede, modernleşme
çabasındaki Türkiye’nin nasıl simgesi haline geldiğini anımsıyorum. Sultanahmet
ve Ayasofya camilerinin yanı sıra Hilton, kartpostalların aranan motifi olmuştu.
Ülkenin dört bir köşesinden insanlar bu, dünyanın sekizinci harikasını görmeye
gelirlerdi. Mütevazı aileler, evlenme çağındaki genç kızlarını, bütçelerini
zorlama pahasına ‘belki iyi bir kısmet çıkar’ diye Hilton’un beş çayına getirir;
sosyete dilberleri başlarında duayenleri Benli Belkıs olduğu halde otelin
lobisinde boy gösterirlerdi...’
Hürriyet - Mehmet Yaşin |