Renzo Piano ile
Mimarlık Üzerine
Renzo Piano, Bern’den Köln’e uçarken
Domus Dergisi’yle yaptığı kısa röportajda, çalışma planının ve uygulamanın
önemini anlattı.
“Klee Müzesi’nin açılışına sadece
birkaç hafta kalmışken, benim şantiyeye ahşap döşemenin – 10 yıl önce kullanmaya
başladığımız ve kendi geliştirdiğimiz - derz detayını kontrol etmeye gitmem size
şaşırtıcı gelebilir. Bence bir mimarın işe katkısı aynen bir sanatçının katkısı
gibidir, başkasına delege edilemez. Bana göre mimarın tasarımıyla doğrudan
fiziksel bir ilişkisinin olması gereklidir.
|
|
Çok büyük mesafeler katederek seyahat
ediyorum çünkü her bir şantiyemizi yakından takip etmeye çalışıyorum. Sanırım
bunun ofisimin çalışma prensipleriyle de ilgisi var. Eğer şantiyeyi ve detay
çözümlerini bizim üzerimizden alsalardı, ne yapardık bilemiyorum. Biz ofiste
herşeyi yapıyoruz. Bir projenin son uygulama safhasının da çok yaratıcı bir
süreç olduğunu düşünüyorum çünkü bence düşünceden uygulamaya uzanan sürecin
seyri lineer değil daireseldir. Seçimler doğrulanmaz ama yeniden gözden
geçirilebilir. Böylece her bir proje alanı başka projelerde kullanılabilecek
müdahaleleri yaratmak için bir fırsattır. Bu şantiyeler birer laboratuvar, birer
bilgi makinesidir.
Ben bizim mesleğimizin üç kapsamı
olduğuna inanmaya devam ediyorum: bir mimarın gerektiğinde birbirinden ayrı
gerektiğinde ise beraber tutmasını bildiği üç alan yani teknik, yenilikçilik -
kişisel lirizm ve sosyal duyarlılık. Biz sürekli bu alanların birinden diğerine
geçiş yaparak ilerlemeliyiz ve bunları birbirlerinden ayrı düşünmemeliyiz.
|
|
Bu proje kentsel bir düşünce üzerine
temellendirildi. Geçirgen ve beklenmedik bir oluşum olması istenildi çünkü
genelde büyük ambarlar kapalı ve içe dönük mekanlardır. Bizim binamız kentin çok
farklı parçalarının kesiştiği bir noktada –kalabalık bir sokak, bir ofis binası,
bir kilise ve yaya yolu- yer alıyor. Tüm bloğu kendi yapımızla kullanma
seçeneğimiz varken biz bunu tercih etmedik, geri çekilip düşeyde yükselmek
istedik. Bu şekilde bina kendini özgürleştirip, kendisi ve çevresiyle bir
gerilim yaratabiliyor. Güneyde, kentin altından giden bir tünel girişi var, tam
binamızın balık kafasına benzeyen pruva kısmında. Onun tasarımı da trafik
akışına göre şekilleniyor.
Üslup, bazı mimari hamlelerin tekrarı
gibi görülmemelidir aksine üslup bilgi birikimidir. Bizim ofis olarak üslubumuz,
benimle beraber çalışan herkesin bilgi birikiminin etkileşiminden oluşur. Mesela
bu çerçevede ahşabı kullanış biçimimizi düşünüyorum. Ahşap benim malzememdir
diyebilirim. Senelerdir projelerimizde ahşap kullanıyoruz. Bence ahşap
deneyselliğe açık sıradışı bir malzeme. Lamine ahşap eski moda bir malzemeyken
birden süper modern, yapısal ve güvenli bir malzemeye dönüştü. Bu projenin de
Luigi Nono’nun 1983’te Venedik’te yaptığı projeyi hatırlatan ve geniş açıklıklar
geçen lamine ahşap kemerleri olması bir tesadüf değil. Ama öte yandan hiçbir
zaman kendimizden fazlasıyla memnun olmamalıyız yoksa kendi kendimize referans
verir hale geliriz. Bilgi biriktirmenin yanısıra, her projeyle kendimizi daha da
ileriye itmeliyiz ki kendi yaptığımız işe alışmayalım. Sonuç olarak, gerçek
zorluk (gerçek üslup) insanın kendisini özgürleştirmesi çabasındadır.
Bu yapı nefes alan ahşap bir göğüs
kafesi gibi. Strüktürü de merkezi bir bel kemiği tarafından güçlendirilmiş bir
kabuk, ters çevrilmiş bir gemi omurgası görünümünde. Bu omurgada ahşabın
esnekliği, herşeyi organik ve uyumlu bir biçimde hareket ettiriyormuş hissi
veriyor. Aslında gerçekten de pencere camları bükülebilir olduğundan, cepheler
biraz hareket ediyor. Bu nedenle her altı kemerde bir, şartlara göre tolerans
kabiliyeti sağlayan araçlar yerleştirdik. Buna olanak veren de ahşap strüktürün
organik olan yapısı oldu: termal genleşme birimi içeride ve dışarıda birbirine
çok yakın. Eğer aynı detaylar çelik veya betonarmeden yapılsaydı çok ters
sonuçlar doğururdu...”
Domus - Çeviren: Şevin Yıldız - Arkitera |