|
reklam |
|
|||||||||||||||||||
"Tasarlanmış
Derinliksizlik" Karşıtı "Tasarlanmış Derinlik" ve Nouvel
Mimarlığı Küreselleşme kapitalizmin son yirmi yıllık politik ekonomik dönüşümün bir doğurgusudur. Küreselleşme kapitalizmi besler, kapitalizm de küreselleşmenin hızını arttırır. Sonuçta ortaya çıkan serbest piyasa ekonomisinin dünya üzerindeki hakimiyetidir. Bu hakimiyet üretimden kopmuş sermayenin spekülatif para hareketleri ve rant ekonomisi olarak anlaşılmalıdır. 1980'lerde başlayan bu durum 1990 sonrası küresel ölçekte finans oligarşisine dönüşmüştür. Küreselleşme aym zamanda bilgisayar ve iletişim ağının dünya üzerindeki kullanımının yaygınlaşmasıdır. Her iki durumda da teknolojik gelişim temel belirleyicidir. Uluslararası sermayenin dünya üzerindeki hareketi, teknolojik devrim, iletişim ağının gelişimi zaman ve mekan duyumunda önemli değişimlere yol açmıştır; Jameson'a göre eklemlenme noktasından ayrılmış zaman (time out of joint), Harvey tarafından zaman ve mekan sıkışması (space-time compression) olarak ifade edilen bu durum gece ve gündüz ayırımına bağlı bir zaman ve mekan duyumunu ortadan kaldırmıştır. Virilio'nun "sahte gün" tanımı yeni bir zaman ve mekan duyumudur; günümüzde uydular sayesinde izleyici başka bir günün ışığı ve yeriyle birliktedir. Sermaye açısından ele alındığında ise gece ve gündüz olarak dilimlere ayrılan bir zaman ayırımından söz edilemez. Çünkü küresel düzlemde 24 saat açık borsalar, bir pazardan diğerine networkler içinde bir dünya yaratır (Jameson, 1994; Harvey, 1997; Virilio, 1991). Küresel sermayenin dünya üzerindeki örgütlenme şekli orta sınıfa yeni bir toplumsal katmanın eklenmesine neden olmuştur. Bu katman finans, emlak, hukuk, eğitim, bilim ve ticaret hizmetleri alanmda çalışan yeni beyaz yakalı işçilerdir. Bu yeni sınıfın talep ettiği sermaye de mekanın belirleyicisi olmaktadır. Harvey'in sembolik sermaye olarak tanımladığı bu birikim, sahibinin zevkinin toplumda ne kadar sivrilmiş olduğunun kanıtı olabilecek lüks mallar koleksiyonudur. Üstün zevk kıstasları üzerinden edinilmek istenen büyük karlar, bu yeni orta sınıfın beğenisini oluşturur. Bu beğeni moda olanda, nostaljide, benzeşimde, kitsch'te yoğunlaşır (Harvey, 1997). Küresel sermayenin örgütlediği bu yeni orta sınıf hem kültürel nesnelerin üreticisi hem de tüketicisidir. Çünkü kültür üretimi günümüzde promosyonda, ambalajlamada ve ürün tanıtımının başarılı bir gösteriye dönüştürülmesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda kentsel mekan gösteri alanıdır. Nostaljik tablolar, sahne dekorları ile yaratılan teatral bir atmosferdir. Bu atmosfer aidiyet duygusu yerine yerinden olmuşluk/yetersizlik duygusu verir. Bilinçli olarak kimlik problemine çözüm olarak nostalji güdüsü kışkırtılır, ancak nostalji küresel ölçekte yaşanan kültürel krize uyum sağlamanın aracıdır. Bu bağlamda kışkırtılan bir diğer kavramda farklılıktır. Harvey'e göre kentlerde farklı kültürlerin imgeleri, temsili görünümleri, teatral gösteriler gerçek coğrafyanın üzerine peçe çekmektedir. Bununla beraber tarih de maskelemenin bir aracı olarak sunulmaktadır (Harvey, 1997). Nostalji, tarihselci olan ve gerçek olanın yerine talep edilen benzeşimlerin yarattığı hiper-gerçeklik tutsaklaştırıcı bir etki yaratmaktadır. Gerçeklerin ötesinde yanıltıcı bir sarhoşluk bir fantazya dünyası kentsel hafıza kavramını ortadan kaldırmaktadır. Kentlinin hafızası şizofrenik bir hafızadır (Baudrillard, 1997; Jameson, 1994). Bu bağlamda metalaşan mekanın kendiside tüketim nesnesi haline gelir. Mekan ve zaman küresel ölçekte ticaretin konusu haline gelir. Çalışma zamanına ait olan "boş zaman" ise dünya pazarlarına hakim bir eğlence endüstrisini yaratır. Çünkü günümüzde, toplum kültürel olanı değil eğlenceyi talep etmektedir. Eğlence endüstrisi sanal dünyaları, fantazyaları, tarihselciliği daha da kışkırtır. Kısa sürelerde kullanılan yapay cennetler kültürel ve geleneksel olanı da tüketim nesnesi haline getirir (Arendt, 1996). Küreselleşmenin hem toplumsal, hem ekonomik hem de teknolojik boyutları görsel
kültürün yaratılmasını sağlamıştır. Dünya görsel olarak dev bir
devinim alanı olarak özel yaşam mekanlarına girmiştir. Görsel deneyimler günümüzde
mekanla kurduğumuz bedensel deneyimin önüne geçmiştir. Bu durum yeni zaman
ve mekan anlayışımızm belirleyicisidir. Mekan duyumunun oluşmasma yönelik
uzaklık, yakmlık, tanıdıklık gibi kavramlar yok olur. Teknolojik zaman ve
mekan kavramı duyularla algılanabilir olanın yerini alır (Virilio, 1991). Küreselleşmenin mimarlık üzerindeki etkisi mimarlığı birleştirici bir üst-dil idealinden uzaklaştırmış büyük ölçekte farklılaşmış söylemler arasında parçalanmasına yol açmıştır. Bir başka ifadeyle yukarıda belirtildiği gibi zaman ve mekan sıkışmasının ya da ayrılmasının doğurduğu sancılara mimarlık ve kentsel planlama alanından gelen tepkiler farklıdır. Bu tepkileri iki ana başlıkta toplayabiliriz. Birincisi boyun eğmek yani sistemi meşrulaştırmak; ikincisi, eleştirmek sistemin kavramlarıyla yüzleşmek. Birincisi sistemi yansıtacak bir dil ve imgeler bütünü inşa etmek ya da temsil etmek yoluna giderken, ikincisi sistemin tutarlılığını, bütünlüğünü hedefleyen her anlatı karşısında kuşkucu davranıp sistemin geliştirdiği üst teorileri bozarak yeni bir durumun ortaya çıkmasını sağlayacak bir nihilist durum yaratmayı hedeflemektedir. Bu yaklaşımlar Konstrüktivizm, Minimalizm'in yeniden canlandırılması olarak ele alınabilir. Ancak günümüzde her ikisi de ideolojik tabanını yitirmiştir. Tarihsel-coğrafi materyalizmin yenilenmesi gibi bir ideolojik hedefleri yoktur. Küresel sermayenin değerlerini reddetmek yerine bu düzen içinde yerlerini almaktadırlar. Mimarlığın düzeni yansıtan bir dil ve imgeler bütünü olarak ele alınmasına kesinlikle karşı durmakta, ancak yeni durumun ise bu düzen içinden yaratılabileceğini belirtmektedirler. Nostaljik, tarihselci yaklaşımlar benzeşimler yerine mimarlık kendi alanına çekilerek bu alanda çözümler üretilmektedir. Bu noktayı aydınlatmadan önce küresel yeni dünya düzeninin kavramlarına geri dönmek ve bunların mekandaki izlerini örneklemek gerekir. Mimarlık ve kentsel tasarımm meşrulaştırdığı sistemin kavramlarının başında mekanın küreselleşmesi, parçalanması (özgürleşmesi), soyutlanması ve yüzeyselleşmesi (derinliği yitirmesi) gelmektedir. Küresel sermaye gerçek coğrafya üzerinde yalnızca kar mantığı ile oluşan
yeni bir coğrafya belirlemektedir. Harvey ve Lefebvre tarafından
"sermayenin coğrafyası" olarak ifade edilen bu coğrafya doğal / kültürel
coğrafyanın üzerini kaplayan bir örtü gibidir (Harvey, 1997; Lefebvre,
1991). Bu coğrafyanın zaman ve mekan anlayışı soyut ve döngüseldir. Çünkü
aynı eylemin sürekli tekrarıyla oluşur. Bu bağlamda bu coğrafyanın küresel
düzlemde gridal bir ağ oluşturduğu söylenebilir. Bu ağın bütüncül bir
yapısı ve tek bir merkezi (ya da hiyerarşik olarak merkezler bütünü)
yoktur. Çünkü gridal ağ içinde yer alan her bir grid-alan bir merkez gibi
davranır ve kendini çevreden mutlak surette soyutlar. Dış ile ilişki
belirleyen öğeler önemini yitirir ve her bir birim kendi iç-ini yaratır
(Jameson, 1997). Bu durum küreselleşen sermayeden yana kapitalist bir ülke
olan Türkiye'de mekansal değişim ve dönüşümlerde izlenebilir. Konut
alanları ayırımı yerine günümüzde konutlar farklı işlevlerin üst üste
yığıldığı tek bir yapı içinde yer almaktadır. Bir yapıda konut-büro-işyeri-sağlık
merkezi üst üste gelebilmekte, sermaye daha da büyüdükçe bunlara yeni işlevler
oyun-eğlence merkezi Sermayenin coğrafyası yüzer-gezer mekanların coğrafyasıdır. Mekandaki mutlak parçalanmışlık yeni dünya düzeninin mantığının sonucudur. Çünkü sermaye parçalanma, soyutlama ve organize etme mantığına göre çalışmaktadır. Parçalanmış her bir grid sermayenin kar etme amacına hizmet etmektedir. Bu durum mimarlıkta işlev ve biçim, program ve biçim ilişkisini yeniden belirlemektedir (Harvey, 1997). Bu açıdan sermayenin mekandaki izlerini araştırdığımızda şu sonuçlara varabilmekteyiz; sermaye toplumsal işlevi ne olursa olsun her hizmeti, kara dönüştüren bir işletme olarak ele almaktadır. Yer ve işletmenin seçiminde kısıtlayıcı hiçbir kuralla karşılaşmayan sermaye mekanın parçalanmasının temel belirleyicisi olmaktadır. Ankara üzerinden örneklediğimiz gibi merkezin dağılması ve işlevsel farklılıkların üst üste ve yan yana yığılışları yine sermayenin talepleri doğrultusunda gerçekleşmektedir (Karaaslan, Yıldırım, 2000). Bu izleri gözlemlemeyi sürdürdüğümüzde işlev-biçim ilişkisinin de hızla ortadan kalkmakta olduğunu söyleyebiliriz. Hızla programa / toplumsal kullanıma bağlı kimlik ortadan kalkmaktadır. Yerine işlev ne olursa olsun bir yapı tipolojisi getirilmektedir. Bu tipoloji ister yeniden inşaat olarak isterse de çeperlerin yeniden giydirilmesi olarak yaygınlık kazansın aşağıda tartışılacak üzere iki boyutlu bir yüzey tipolojisi olarak rantın hizmetine sunulmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere sermayenin coğrafyası soyut mekan anlayışını yüzey etkilerinde ön plana çıkarır (Lefebvre, 1991). Bir başka ifade ile sermayenin kentsel mekandaki etkisi yüzeylerin değişim ve dönüşümünden gözlemlenebilir. Zamansallığın yitirilmesinin ve anlık etki arayışlarının öteki yüzü, buna paralel olarak derinliğin yitirilmesidir (Harvey, 1997). Jameson ise bu yaklaşımı "hedeflenmiş derinliksizlik" olarak tanımlamaktadır (Jameson, Akt, Harvey, 1997). Planlanmış derinlik olarak mimarlık alanına dahil edilebilir. "Tasarlanmış derinlik" iki şekilde elde edilmektedir; birincisi yapmacık sütunlar, süslemeler, zaman ve mekan bakımından birbirlerinden farklı üsluplardan yapılan alıntılar ile ikincisi ise yansıtıcı yüzeylerin tasarımı ile oluşturulmaktadır. Uslupsal çoğulculuk olarak ifade edilen bu görsellik Virilio tarafından paradoksal mantık çerçevesinde açıklanır. Küreselleşmenin her alanda hakim olduğu 1990 sonrası dönem Virilio'ya göre paradoksal imge çağı olarak tanımlanır (Virilio, 1999). Derinliksiz, paradoksal imge "an"lık etki arayışlarının bir sonucudur. Yansıma olgusu ise mimaride yansıtıcı cam yüzey olarak biçimlenir. Bu yüzey Jameson'a göre bir sınır öğesi -bir dış yüzey- duvar değildir. Çünkü bu yüzeye bakıldığında bina değil onu çevreleyen nesnelerin çarpık imgeleri görülür. Bu nedenle bu yüzey binayı bulunduğu mekandan / yerden ayırır (Harvey, 1997). Bu bağlamda derinliksiz alan paradoksal olanı çevrenin çarpık imgelerini yansıtarak ele geçirir. Yansıtıcı yüzey hem zamansız hem yersizdir. Bu durum zaman ufkunun çöküşü anlamındadır. Yukarıda tartışılmaya başlanan Ankara örneğinde yaygın olarak seçilen yüzey yansıtıcı cam yüzeydir. Bu yüzey rant ekonomisine bağlı biçimlenmenin vazgeçilmez unsurudur. Gridal ağ, soyut mekan bu yüzeylerde ifadesini bulur. Mekansal parçalanma ve mutlak soyutluk bu yüzey sayesinde elde edilir. Küresel sermayenin meşrulaşmış etkilerine getirilen eleştirel yaklaşımlar yukarıda belirtildiği gibi nostaljik, tarihselci, yüzeysel mimarlığa karşıdır. Bu yaklaşımlara göre mimarlık bir üslup ya da estetik olarak, mekan ise salt hacim ya da birtakım imgelerin bir araya gelmesinden oluşan bir kompozisyon olarak ele alınmamalıdır (Nouvel, Akt, Morgan, 1998). Bu bağlamda karmaşıklık, çoğulculuk, küreselleşmenin kışkırttığı modalar ise yalnızca taklitler ürettiği için kabul görmemektedir. Kendi şimdiki zamanını kuramayan, gelecek düşüncesini içinde barındırmayan bu mimarlık anlayışları reddedilmektedir. Bu bağlamda, günümüzde iki mimarlık akımından söz edilebilir; Dekonstrüktivizm ve Minimalizm. Belirtildiği gibi bu reddedişler küreselleşen sermayenin düzenini yıkmak anlamına gelmektedir. Kalıcı-donmuş yapılar yerine değişim ve dönüşümün hızını yakalayabilecek dinamik bir bakış geliştirmek amaçlanmaktadır. Minimalizm Dekonstrüktivizm'in karşısında yer alan bir mimarlık akımı olarak ele alınsa da (Lucain, 1999) bu açıdan ele alındığında birçok ortak noktaları vardır. Her iki akımda kendini mimari bir üslup olarak tanımlamaz. Estetik yerine etiğe yer verir, kültürel-geleneksel kodlamayı, göstergeyi reddeder. Mimari elemanın ve malzemenin kendi bulunuşu dışında bir anlam yüklenmesine karşıdır. Teknik mükemmeliyetçilik hedeflenir. En önemlisi her ikisi de mekanı boşluk olarak, hem varlığın hem de yokluğun kaynağı olarak ele alır (Lucain, 1999). Mimarlığın kendi çağının getirilerinden etkilenmesi kaçınılmazdır; algı biçimindeki değişim bunların başında gelmektedir. Mekanın bedensel deneyimlenmesi yerini görsel deneyimlenmeye bırakmaktadır. Bu durumda kentsel mekansal ölçekte grup deneyimi ortadan kalkmakta, yerini bireysel yaşam deneyimine bırakmaktadır. Bu makalede, yukarıda belirtilen noktalar mimar Jean Nouvel'in tasarımları özelinde tartışılmaktadır. Algının temel bir tasarım sorunsalı olarak ele alındığı tasarımlarda hedeflenen iki etkiden söz edilebilir; ışığın kullanımı ile elde edilen etkiler, sinematografik etkiler. Nouvel, Da Vinci Konferans Merkezi'nde buzlu camın ardına yerleştirilen flüoresan tüpler aracılığıyla ışığın sınır öğesi olarak kullanır. Nouvel'e göre geleneksel mimarlık doluluk ve boşlukların ayarlanması ile ilgilidir. Ancak bu durum ışığı göz ardı etti, oysa ışık mimarlığı görebilmemizi sağlar. Işığın algılamalarımızı nasıl değişken hale getirdiğini bir kez keşfettiğimizde ise mimarlık sözlüğümüz, klasik mimarlığın düşünemeyeceği ölçüde genişleyecektir (Nouvel, Akt, Morgan, 1998). Algıda durağanlık yerine hız/hareket kavramları ön plana çıkarılmaktadır. Günümüzde imgeler hem durağanlıklarını yitirmişler, hem de devinme hızı artarak kaybolma noktasına gelmişlerdir (Tschumi, 1991; Nouvel, Akt, Morgan, 1999). Deleuze'un tanımı ile "hareket imge" günümüzün mekansal etkisini oluşturmaktadır. Bu ele alış biçimi tasarıma ve malzeme seçimine doğrudan yansımaktadır. Tschumi TKM Sanat ve Medya Teknoloji Merkezi'nde gün ışığı ve sese göre değişen likit kristal duvarı kullanmaktadır. Bununla beraber Nouvel'in tasarımlarmda hareketin/eylemin gerçek imgesi ya da temsili imgesini kullanmaktadır. Bu tasarımlarda eylem/kalabalık ve hareket yüzeyden algılanabilmektedir. Bu durum eylemin/hareketin çeperlerde tasarımlanmasıyla ve yüzey malzemesinin içteki eylemi algılatacak bir biçimde seçilmesiyle elde edilir. Yapının içleri ne olursa olsun programın zorunlu öğeleri içeri çekilerek yapı boşluk ile sarılmaktadır. Bu anlamda boşluk hem varlığın hem de yokluğun mekanıdır. Tasarımlarda hareket halindeki kalabalığın imgesine temsili düzlemde de yer verilebilmektedir. Nouvel'in Triangle des Gares, Euralille binası yüzey tasarımlarında camın boyanmasıyla elde edilir (Yıldırım, Doğay, 1999). Küresel sermayenin zaman ve mekandaki etkilerini meşrulaştıran mimarilerin yüzey anlayışını "tasarlanmış derinliksizlik" kavramı ile yukarıda açıklandı. Eleştirel yaklaşımlar da bu alan derinsizliğinde yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda üretilen çözümler "tasarlanmış derinlik" olarak tanımlanabilir. Tasarımlarda alan derinliği iki şekilde elde edilmektedir; birincisi yüzeyin katmanlaştırılması, ikincisiyse cam malzemenin geçirgenliklerinin farklılaştırılmasıyla, yüzeyin katmanlaşması tasarımda birden fazla yüzeyin üst üste bindirilmesiyle elde edilir. Nouvel, Fondation Cartier tasarımında ilk yüzey elemanı olarak 18 m yükseklikte camı kullanmış, bu yüzeyden arkada bina sınırlarının dışına çelik strüktür olarak taşan ikinci bir yüzeye yer verilmiştir. Üçüncü katmanı da sergi salonunun yüzeyi oluşturur. Victoria binası tasarımında ise eski yapı yüzeylerden birini oluşturur. Eski binanın yenileştirilmesi işleminde de aynı yaklaşım geçerlidir (Yıldırım, Doğay, 1999). Yenilenme modern bilim ve teknolojinin olanaklarından yararlanılarak binanın yeni bir deriyle kaplanması işlemidir. Deri yaşayan bir organizma gibi "eski bedene yeni genler enjekte etmeyi hedefler" (L'Architecture d'Aujourd'hui, 1999). Tasarım incelendiğinde yeni genler oluşturan öğenin kalabalığın yani yeni yaşamın hareketi olduğu gözlemlenir. Bu nedenle de çepere yani yüzeye yerleştirilmiştir. İç-i maskeleyen yansıtıcı yüzeyi reddeden tasarımlarda cam malzeme ve
geçirgenlik farklarının yarattığı etkiler mimarinin temel
belirleyicisidir. Minimalizm'de iç ve dış arasındaki görsel bütünlüğü
sağlayan, yalıtıcı yüzey elemanı olan cam Dekonstrütivizm'de devingen ve
sabit olmayan etkilerin yaratılmasında önemli bir malzemedir. Bu nedenle camın
çok çeşitli kullanımları sergilenir; likit kristal cam yüzeyler, yoğunluk
ve renk farkları, opak-geçirgen cam yüzeyler, yazılar ve filtrelendirmelerde
yarı-geçirgen hale getirilmiş cam yüzeyler. Ancak görsellik üzerine ayrıntılandırılmış
tasarımlarda malzeme kendisinden başka hiçbir şeye gönderme yapmamaktadır.
Malzemenin doğasını açığa çıkararak gerçekleştirilen yüzeylerdeki
sadelik, basitlik gerçekte detaylara kadar incelenen bir tasarımın sonucudur.
Bu nedenle de mekan bir kerede tüketilemez. Bireysel düzlemde görsel
deneyimlenmenin hareket üzerinden devinim kazanması mekanın bir kerede algılanmasını
engeller. Mekansal duyumlar bu hareketli görüntülerde açığa çıkar. Anlam
sabitlenmeyerek mekan, keşif ve deneyimlenmeye ortam hazırlar. Bu anlamda
mimari mekan donmuş varlıkların değil oluş-ların alanı olmaktadır. Bir
başka ifadeyle mimarlık yeni oluşumlara ortam hazırlar. Kaynaklar: |
|
Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]