reklam

Yazılar
Platform 2003 > Küreselleşme ve Mimarlık > Yazılar

Tarih: 18 Aralık 2003
Yer: Arkitera Forum

Küresel Köy'de "Gourmet"ye de "Fast Food"a da Yer Var
Dr.Suha Özkan, Arredamento Mimarlık 2000/10, sayfa 77-78

Olağanüstü düşleme gücü ile buluşları insanlığın geleceğine mal etme açısından, Robert Buckminster Fuller belki de yüzyılımızın son "Aziz"iydi. Mimarlık, planlama, mühendislik ve toplumsal konularda hemen en uç noktalara değin geliştirdiği görüşlerinin çoğu uçuk, inanılması zor ütopyalardı. Buna karşın gerçekleştirdikleriyle de inanılır olmayı hak etmiş evrensel bir düşünür olarak kendisine değer verildi. 1960'lı yıllarda Fuller'ın her ortamdaki katkısı olay olurdu. Ben kendisini çocuk denecek bir yaşta (25) tanıdığımda, o yetmişlerini devirmiş bir olgulukta idi. İkimizin de ortak tutkusu düşüncenin sınırlarını teknolojinin yapılabilirlik, toplumsal ortamın da kabul edilebilirlik ötesinde zorlamaya yönelik düşünsel temrinler olarak landırabileceğimiz ütopyalardı. Thomas Edison'dan bu yana binlerce patentli buluşu ile belki en büyük mucit olan Fuller'ın teknolojiyi toplumsal değişim için kullanma tutkusu, ona düşüncelerini sınır tanımayan evrensel bir ütopyalar üretme yetkisi verdi. Fuller 1960'ların hipi evreselliği ile barışık evreni tek bir varlık olarak görebilme heyecanını da geliştirmişti. "Küresel Köy" onun belki de en çok özlediği evrensel kültür varlığı olacaktı.

1970'te Londra'daki konferansında daha yeni yeni kullanılan uydu iletişimi yaygınlaşan televizyon kültürünü yüceltiyor ve dünyanın bu yeni gelişmekte olan antenleri ve yaygın iletişim araçları ile o zaman henüz embriyonik olan bir büyük (mega) oluşumun başında olduğunu öne sürüyordu. Sonunda, küresel kültürün bu araçlarla gelişeceğini yalnızca ummuyor, bize müjdeliyordu da. Biz bu oluşumun, iyi mi, yoksa yerel varlık ve kültürleri öldürücü mü olacağını düşünmeye bile zaman bulamamışken, o bu konulara değinmeden, evrensel kültürün özgürleştirici, insanları bir araya getirip bağlayıcı olacağını savunuyordu. Fuller'ın ömrü yetmedi ama insanlık, 1980'lerde yaygın televizyon ve telefaks devrimiyle sarsıldı. 1990'lar ise cep telefonu ve internet ile evrensel kültürün vatlığını hemen her kesime benimsetti, yaygınlaştırdı.

İnternet bugünlerde çok değinilip, sevgiyle karşılanan "Kokoreçci ile Kestaneci"nin muhabbetlerine değin girmiş durumda. Ixir'in reklam nüktesinde yatan gerçek küreselliğin varlığı ile yerel kültür anlamının çelişkisiz birlikteliği değil midir? İkisinin birlikte varlığı artık iletişim kolaylığının ve erişilebilirliğinin varolageldiği gibi belirli grupların tekelinde olmaktan çok, herkesin her kültürden yararlanabileceği gerçeğini -reklam amaçlı da- olsa kabullenmiyor mu? Yine söz edilen reklamda çubukla yeme alışkanlığı ve take away (al git) Çin yemeği bu kültürel etkileşimin kaçınılmazlığını "Çin yemeği Çinli gibi yenir" göndermesine hınzırca değinmiyor muydu? Artık her kültürün ürünü bir başka ortamın tüketimi için benimsendiği sürece var olabilmekte ve "Küresel Köy" ancak her kültürün kendi varlığını sergilediği bir piknik alanı görünümüne girdiğinde anlam kazanmaktadır.

Genel kentsel kültür ortamında çıkagelen hamburger, piliç, dondurma, donut gibi standartlaşmış Batı kökenli yemek kültürünün Türkiye ortamında gelişmiş lahmacun, kebap, köfte, dondurma, tatlı kültürünü öldürdüğü söylemek gerçekleri yadsımak olmaz mı? Bir arada olmaları bir çelişki olmadığı gibi, beslenme kültürünü zenginleştirici bir çoğulcu birliktelik değil midir? Hepsinin temelinde yatan ucuzluk ise yaygınlaşmanın temel öğesi olmuyor mu? Yaşadığım Avrupa kentinde altı tane uluslararası hamburgerci varken, hepsi kalabalık kırkı aşkın Türk dönercisi var. Üstelik müşterileri hiç de çoğunlukla Türk değil. Türklüğün burada temsili her yönünden önce yemek ile varolmuş bir konumda. Üstelik herkes hoşnut. Ama bu yemek kültürü oluşumlarının hiçbiri burada olagelen yerel yemek kültürünün fondue, raclette, souffle gibi tatlarına da engel değil. Belki de özlettiği için "pekiştiriyor" bile demek olası. Kuşkusuz yemek tadı ile mekan tadı aynı şeyler değil, ama benzerlikleri o kadar çok ki böyle bir değinmeyi yapmadan geçmek olanaksız.

Mimarlıkta da evrensel kültürün dili Modernizm. Bize önce "asri" (çağdaş) sonra da biçimsel anıştırmaları ile "kübik" yapı ve mobilya dili olarak girmişti. Doğası gereği varolan basitliği ve seri üretimi özendiren yapılaşması nedeni ile de ciddi bir biçimde sömürüldü. Yalnız Türkiye'de değil, tüm dünyada yapılaşma bu doğrultuda gelişegeldi. Ne yazık ki Modernizm yapılan anlamsız yapılaşma ve mimarlık mesleğinin indirgenmesi ile "kötü ve anlamsız" yapılaşma ile eşanlamlı tutulur bir konuma girdi.

Bilim felsefecisi Kenneth Boulding, kuramların yapılarına değinirken bir kuramın kapsamı ile içeriğinin birbiriyle ters orantılı olduğunu saptamıştı. Ona göre, bir kuram ne denli soyut ve mantık diliyle birebir ilişkili olursa (matematik gibi) o denli kapsamlı ve geçerli oluyor, ama içeriği orantılı olarak azalıyordu. Soyut bilimlere içerik kazandıran uygulamalı bilimler (fizik, mühendislik gibi) kendi kapsamlarını olguya yönelik olarak kısıtlarken bilgiye içerik kazandırıp anlamlandırıyorlardı. Bilimsel olarak kuramlarda olan kapsam-anlam ters orantısı gerçekte her olgu alanında geçerli. Bir olgunun evrensel kapsamı genişledikçe anlamı azalmaktadır. Kısacası evrensellik olguları belirgin kültürel içerikten yoksun kıldığı için değindiği olguların anlamlarını azaltmaktadır.

Evrenselliği ya da küreselleşmeyi kültürel değerleri yadsıyıp yok eden kent kültürünü sıradanlaştıran, yapıları tekdüzeleştiren bir "öcü" gibi gördüğümüzde çağın dışına düşüp bir geçmiş tutkunu olmamız işten bile değil. Ama evrenselliği bir amaç değil de araç olarak kavradığımızda, konu ciddiyet kazanmakta ve her dışavurum alanında bir yaratıcılık ve ürünlere içerik kazandırma sorumluluğunu da birlikte getirmektedir. Kendi varlıkları ile içeriksiz ama kapsamlı yapısal ortamların verilerini yorumlayarak anlamlılaştırmak bir bakıma her bilim ve sanat ortamımn temel kaygısı olsa gerek.

Önce mimarlık dışından bir iki örnekle bu savı sergilemekte yarar var. Batı normları ile klasik müzik yapan bestecilerden Ahmet Adnan Saygun, Ferit Alnar, gerçekte Batı normları ile üretmiş bestecilerimiz; ama yapıtlarının içeriği Türkiye coğrafyasından ve müzik kültüründen içerik kazanmakta, dolayısıyla onların ürünleri hem evrensel hem de Türk. Tıpkı Orhan Pamuk'un romanları gibi; gerçekte Umberto Eco'nun Postmodern romanları ile karşılaştırıldığında önemli yapısal bir özgünlük bulmak zor ama ürünlerinin tarihimizle olan bağlantısı onu hem bizim ortamımızın hem de evrensel kültürün bir parçası yapmakta. Benzeri bir karşılaştırma Yaşar Kemal ile John Steinbeck için yapılamaz mı? Yerel anlam ile evrensel değerlerin barışık ve nitelikli ürünlerini sergileyen dünyada özellikle müzik ve yazın alanında binlerce örnek vermek olası.

Mimarlıkta ise durum oldukça karmaşık ve basite indirgemek de o denli zor. Öncelikle evrensel değerlerin sorgusuz kopyalanması içeriksiz bir taklitçiliğe dönüşmekte. Yerel ve tarihsel değerlerin kopya edilerek niteliksiz pastiche türü yinelenmesi ise yerel anlamın kopyalanarak banalleşmesinden öteye gidememektedir. Bunun en acıklı örneği binlerce betondan kötü orantılar ve yanlış yapı tekniğiyle kopyalanmış her köşede karşımıza çıkıveren camilerimiz değil mi?

İran'da olagelen sığ ve gerici söylemi çok dikkatli bir siyasal incelikle çağdaşlaştırmaya çalışan Muhammad Khatemi 1999 yılında Tahran Mimarlık Forumu'nun kapanış konuşmasını yaparken, biz katılanları etkileyecek denli ve olabildiğince açık ve ilericiydi. Khatemi şöyle diyordu: Mimarlık, toplum tarihinin aynasıdır. lyi ya da kötü yaptığımız her şey mimarlığımızla tarihe yansır... Tarihi yineleyemezsiniz. Kendi geçmişini yinelemeye çalışmak aşağılık duygusudur ve yalnız bizim bugün daha iyisini yapamadığımızı kanıtlar. Aynen başka kültürlerin bugününü ya da kendilerine uygun gördükleri geleceği kullanmanın olduğu gibi. Çözüm, eleştirel düşünce sonucu yaratılacak özgün bireşimler olmalıdır.
Burada düşünce açısmdan Mohammad Khatemi'nin Kenneth Frampton'dan (Critical Regionalism) farklı düşündüğü söylenebilir mi?

Bu tutumun çağdaş İran mimarlığına ne denli bir ivme getireceğini zaman gösterecek ama "Televizyonu denetleyebilirim (sansür) ama Internete hiçbir şey yapamam" diyen siyasal bir liderin görüşleri olarak önemli olsa gerek. Doğal olarak bu bakış açısının değişim arayan, en tutucu siyasal ortamdan geliyor olması da ayrıca anlamlı.

Küresellik yalnız iletişim ve beğeni ortamı değil kabullenildiği ortamda birçok değer yargısını da birlikte getirmekte. Bunların arasında, dinsel, dilsel ve kültürel farklılaşmanın zenginlik olarak kabullenilmesi, köken ne olursa olsun bir arada ve birbirine saygılı yaşamanın kaçınılmazlığı, geçmişin değerli kültürel ve doğal varlıklarını korumak, enerji sakınımı ve gerçek demokrasinin varlığı önemli unsurlar. Kuşkusuz bu değerler bugün bir dizi baskıcı siyasal düşünce savunucuları dışında herkesin kabullendiği değerler. Kabulleniliyor, çünkü bu değerlerin temelinde sağlam mantık çıkarsamaları var.
Tüm bu evrensel diyebileceğimiz değerlerin yerel değerler ve kültürel zenginlikle çelişmediği de bir gerçek. Ama nedense "küresellik" sanki sıradan bir tekdüzelik arıyormuş gibi suçlanmakta ve temelinde nostaljik bir kesim tarafından yadsınmaktadır. Oysa bugün küresel düşünce ile Amazon ormanlarından, Angkor Vat'a değin evrensel değerleri sahiplenirken, dışımızdaki evren de bizim Selimiye'den Pamukkale'ye değin doğal ve kültürel varlıklarını sahiplenebilmektedir. Bu tutumun siyasal yanı bir yana salt dostluk yanı yüreklendirici değil mi?

Arrademento Mimarlık, on yılı aşkın bir süredir kendi alanında evrenselle yerel arasındaki köprünün nitelikli yapıtlarını sergilemeyi amaç edinegeldi ve Türk mimarlık okuruna önemli bir katkıda bulundu. Geçmiş sayılar tarandığında Meksika'dan Luis Barragan, Ricardo Legoretta, Hindistan'dan Balkrisna Doshi, Raj Rewal, Malezya'dan Ken Yeang hep bu anlamda Türk mimarlık ortamı ile buluştular. Ağa Han Mimarlık Ödülü de Charles Correa, Jean Nouvel, Rodo Tsinado, Kamran Diba, Omrania, Frei Otto gibi tasarımcıları hep bu bağlam içinde değerlendirip ödüllendirdi.

Yukarıdaki basite indirgenmiş yemek benzetmesi gerçekte belirgin bir olguyu sergilemekte. Aynı malzemelerin verileceği Çinli, Türk, Fransız, Malay ya da Rus aşçıların her birinin başka tatlar üreteceği gibi, mimarların da bilinen gereçler ve teknolojiyle kendi yerel ortamları ile uyumlu o kültürü yansıtan yapılar oluşturmaları bir kültürel misyon ve entelektüel bir sorumluluk değil midir?
Sonuç olarak evrenseli kavrayıp, öğrenerek sindirirken, yereli de bulup, değerlendirip mekan biçimlendirmesinde nitelikli olarak kullanmak gerek. Bu öyle kolay bir iş değil. Sedad Eldem'in çabası bugüne değin, yalın ve tek başına kalmakta. Oysa Türk mimarlarından beklenen bireşim: Türk Modernizmi. Yoksa, dergi sayfalarından pek anlamadan aktarılan başkalarının kendileri için ürettiklerini kopyalamanın dışına çıkamayacağız demektir. Modernlik, Batı evreninin kendisine uygun gördüğünü "Biz de yapabiliriz" diye böbürlenip yinelemek yerine: "Bizim Modernizmimiz bu," diyebilmekte yatıyor. İşte zaman, "Küresel Köy"de sesimiz duyulacak ve farklı olan renklerimiz duyumsanacak.

Küreselleşme ve Mimarlık

Platform 2003

Platform 2002

Küreselleşme ve Mimarlık

Forum

Yazılar

Fotoğraflar

Linkler

Toplantı Kayıtları

Video Görüntüleri

Toplantı Salonu

Katılımcılar

Süha Özkan

Cengiz Bektaş

Mehmet Konuralp

Ömer Madra

Murat Tabanlıoğlu

 

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz