reklam

Yazılar
Platform 2003 > Küreselleşme ve Mimarlık > Yazılar

Tarih: 18 Aralık 2003
Yer: Arkitera Forum

Mimari hizmet ne kadar küreselleşebilir?
Prof.Dr. Uğur Tanyeli, domus m 2001 03/04, sayfa 52-55

Kimilerine gore, küreselleşen dünyada mimari emek dolaşımı bir zamanlar "yerel" mimarların kendilerinin bildikleri alanlar için küresel bir rekabet tehdidi yaratmaya ve ciddi bir etik sorun oluşturmaya başladı. Türkiye'den bakıldığında, küreselleşmenin olağan sonuçlarından biri olarak ciddi bir ulusötesi rekabetle karşı karşıya kaldığımız ve sermayemizin küçüklüğünden ötürü de avantajlı durumda olmadığımız söylenebilir.

Küreselleşme mimarlık bağlamında sadece mimari hizmet verenlerin uluslararası ya da ulusötesi dolaşımından ibaret olsaydı (ki değil), neredeyse mesleğin kendisi kadar eski olduğu söylenebilirdi. Mimari ürüne aktanlan kaynağm oldukça büyük, yapım emeğinin yüksek düzeyde kalifiye, ama, yapı üretimine yönelik talebin az olduğu bir çağ ve coğrafyada hizmet arzedenler kaçınılmaz olarak dolaşmak zorundadırlar. Anıtsal yapı talebinin gündeme geldiği heryerde durum böyle olmuştur. Örneğin, Antik Yunan'da mimarlar ulusötesi ölçekte denemese de, belirli bir "polis"e bağımlı olmaksızın dolaşırlardı. 

Eski Yunan'ın kentsel vatandaşlık ağları çerçevesinde örülmüş çalışma sisteminin dışında kalan ender insanlardan biri de mimardı. Çünkü, en önemli kentlerde bile büyük bir anıtsal mimarlık işinin gündeme gelmesi yüzyılda bir denebilecek kadar seyrekti. Gündeme geldiğindeyse, bu tür bir yapıdan beklenenler yüksek bir uzmanlık bilgisi gerektirecek kadar karmaşık, pahalı ve rafineydi. Dolayısıyla, bu denli önemsenen, ama ortaya konmak için az sayıda fırsat sunulan bir hizmeti veren meslek adamlarının geniş bir coğrafyada hareketli olmak dışında bir seçenekleri yoktu.

Ortaçağ Avrupası'nda da benzer bir mimari hizmet sunumunun geçerli olduğu biliniyor. Gotik katedrallerin yapımcıları belirli bir yerde sürekli otur(a)mazlardı. Ulusötesi nitelikteki taşçı loncalarının üyesi olmalari etnik kimliklerinden daha önemliydi. Sadece onlar değil, yapı pratiği içinde yer alanların tümü, camcılar, vitraycılar, can dökümcüleri vs. de yaşamlarını kazanmak için dolaşmak zorundaydılar. Bu nedenle, Ortaçağ Avrupası'nda mimari işgücünün Ingiltere'den Macaristan'a uzanan bölgeye yaygın ulusötesi trafiğinden söz edilebilir. Aynı gerçek daha kısıtlı biçimde Islam Ortaçağı için de geçerlidir. 

Orada da mimarlar, belirli bir yere bağlı olmayabilirlerdi. Sözgelimi, Ortaçağ Anadolusu'nda o zamanki Islam coğrafyasının hemen her yerinden gelmiş mimarın ürününe rastlanır. Örneğin, Ayasuluk'taki İsa Bey Camisi'nin mimarı bir Şamlı'dır. Ancak İslam dünyasındaki trafiğe ilişkin bilinenler Avrupa'nın zamandaş durumu konusunda bilinenlerden çok daha azdır. Avrupa'da, 15. yüzyıldan ve İtalya'dan başlayarak bu mimari hizmet verme biçimi değişti ve başka bir mimar dolaşım örüntüsü ortaya çıktı.

Modernite'ye kadar ulusötesi kimlik istisnai bir statü değildi. Entelektüel meslek sahiplerinden gündelik pratiklerin çoğu yürütücüsüne kadar, pek çok kişi ve kurum ulusötesiydi. Sözgelimi, sadece mimarlar değil, üniversiter meslekler, akademik dereceler ve öğrenciler de ulusötesi statüdeydiler. Bu sistemde, kişiyi ulusötesi kılan şey bireysel becerisi değil, mesleğiydi. Söz konusu meslek ise, ya mimarlık gibi özgül pratik zorunluluklar nedeniyle, ya da akademik meslekler gibi ortak bir dilin (Latince'nin) ve ortak bir bilgi birikiminin varlığı sayesinde, tüm bir "kültür çevresi" için geçerli hale gelirdi. Aynı durumun İslam dünyasında da varolduğu biliniyor.

Örneğin, 14. yüzyılda Faslı bir entelektüel Arap olan İbn Battuta, tüm İslam dünyasını bu "kültür çevresi"ndeki ortak bilgi birikiminin kendisine her yerde kadılık yapma olanağı sağlamasından yararlanarak gezdi. İslam dünyasında bu gönüllü gezgincilik dışında, "zorunlu göçürme" denebilecek bir başka sanatçı ve entelektüel dolaşımından da söz edilmelidir. Kimi Ortaçağ İslam hükümdarları, Örneğin Timur, fethettikleri yörelerden kendi başkentlerine ya da maiyetlerine sanatçı ve entelektüel "topladılar". Rönesans'tan başlayarak bu ulusötesi dolaşım örüntülerinin bir kesimi, en azından mimari pratiğin bu dolaşım biçimi ortadan kalktı. Mimarın olağan statüsünden ötürü değil, edindiği mesleki ünden kaynaklanan bir talep nedeniyle dolaşabildiği "star" sistemi oluşmaktaydı.

Modernite ile birlikte, meslek-içi roller artık yaş ve kıdeme dayanan hiyerarşilerden kurtulup, (yeni kurgulanan) yaratıcılık, yetenek ve deha gibi başka bir parametreler takımına göre tanımlanmış hiyerarşiler çerçevesinde biçimlenmeye başladı. Yani, diğer meslek alanlarında olduğu gibi mimarlıkta da, kişinin coğrafi devingenliğini modern ün kavramı belirleyecekti. Kuşkusuz, bütün bu değişimin ortaya çikabilmesi için, her şeyden önce, Avrupa çapındaki erken kapitalist ekonomik gelişmelerin yerel iş bulma olanaklarını genişleterek, ünlü olmayan mimar sanatçılara ömür boyu aynı coğrafyada yerleşik kalma imkanı tanıması zorunluydu.

Erken dönemlerden başlayarak, Türkiye de bu sanatçı ve mimar dolaşım örüntülerinin (ya da kategorilerinin) dışında kalmadı, hala da değil. Örneğin, Rönesans'ta kısıtlı ölçüde olmakla birlikte, buraya Bellini gibi sanatçılar ve bazı mimarilar geldi. Filarete'nin geldiğine, Leonardo ve Michalengelo'nun gelmek istediklerine, ama gelemediklerine ilişkin bilgiler var. Ancak, bu dolaşım örüntüsüne Türkiye 15. ve erken 16. yüzyılda ünlüleri çağırmaktan çok, onlara ün sağlamak için adından yararlanılarak katılmış gibi gözüküyor. Kimi İtalyanlar gerçekten burada çalışmaktan çok, bu "egzotik" coğrafyada çalıştıkları söylentisini yaymak için Türkiye'den medet ummuş olabilirler. Örneğin, Saray'a mektuplar yazan ve kitap armağan edenlerin varlığından kesin olarak haberliyiz. Ün elde etmek için uluslararası dolaşımda olduğu izlenimini yaratmak bugün de sanatçı ve mimarların başvurduğu bir kamuoyu oluşturma yöntemidir. Dolaşım, ünün sonucu olmakla kalmaz; onun nedenidir de.

Kuruluşu 15. yüzyıl İtalya'sına başlayan dolaşim sistemi ana hatlarıyla hala sürüp gitmektedir. Ancak, sonraki yüzyıllarda onun yanına başka mimar dolaşım örüntüleri de eklendi. 18. yüzyılda Rusya'da başka bir yabancı mimar emeği transferi türü belirdi. Buna, ülkenin modernleşme programının bir bileşeni olarak mimari emeğin dışarıdan ithal edilmesi denebilir. Büyük Petro'yla başlayan bir süreçte, özellikle St. Petersburg'un kuruluşu sırasında böyle bir yönelim ortaya çıktı. 

Petro çağında Rus modernleşme programı, Batı ile iletişim kurmak için avantajlı bir konumda bulunan ve bir modernleşme vitrini olarak da işlev görecek Petersburg kentinin yapımını içeriyordu. Çok sorunlu bataklık bir zeminde, tümüyle kargir olarak ve planlı bir başkent inşa edebilmek için yerel mimari-teknik bilgi birikimi yetersiz olduğundan, dışarıdan geniş bir mimar kadrosu ülkeye getirildi. Neredeyse bütün 18. ve erken 19. yüzyıl St. Petersburg'unu bunlar inşa ettiler ve sonraki Rus mimar kuşaklarını yetiştirdiler.

Türkiye'de de bu tür bir mimari emek transferini uyguladı. 19. yüzyıldan başlayarak, Türk modernleşme programını mekanda gerçekleştirecek, onun sahnesini kuracak, yapılarını yaratacak meslek insanları kısmen dışarıdan getirtildi. Genelde her yerde, 19. yüzyılla birlikte mimarın teknik "know-how" taşıyıcısı olarak ulusötesi dolaşıma girmesi ivme kazandı. Sanayileşmede öncü rol oynayan ülkelerin yapı üretimi alanında geliştirdikleri teknik bilgiyi transfer etmek isteyenler yabancı mimar çağırma yöntemine başvurdular. Bu yöntemin kullanımında Rusya, Japonya ve Türkiye erken örnekler oluştururlar. 

Ancak, genelde her siyasal sistem böyle bir "know-how" transferi sorunuyla yüzyüze kaldığında mimar emeği ithal edebilmiştir. Örneğin, Stalin dönemi başlarında, 30'larda ABD mimari Albert Kahn, Detroit'teki bürosundan sayısız Sovyet fabrikası için proje yapıyordu. Amerikan kapitalizminin devleri olan Ford'un ve General Motors'un mimarı, Magnitogorsk'ta komünistlere de fabrika planlayabildi. Rus mimarları yilda birkaç milyon traktör üretecek bir fabrikayi tasarlayamadıkları, bu teknik bilgiye sahip olmadıkları için görev Albert Kahn'a verilmek zorundaydı.

Buraya kadar betimlenen mimar dolaşım örüntülerinin küreselleşmeyle ilişkili olmadığı açık. Bugün ise mimar emeği transferi sorunsalının yeni bir aşamasına ulaşıldı. Kimilerine göre, küreselleşen dünyada mimari emek dolaşımı artık neredeyse denetlenemez bir ölçeğe ulaştı. Kimilerine göre, bu ciddi bir sorun oluşturmaya başladı ve bir zamanlar "yerel" mimarların kendilerinin bildikleri alanlar için küresel bir rekabet tehdidi yaratmaya başladı.

Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu bir dünyada, rekabet her alanda olduğu gibi mimari hizmet sektöründe de olağan gözüküyor. Ulusal sınırlar içinde ve dışında rekabet mimarlık bağlamında da kaçınılmazdır. Mimarın yaptığı iş kapitalist bir etkinlikse -ki öyledir; sermaye konarak ve emek kullanılarak yapılan bir hizmet üretme işidir- onun tabi olduğu kurallara gore varolabilir. 

O halde, Türkiye'den bakıldığında, küreselleşmenin olağan sonuçlarından biri olarak ciddi bir ulusötesi rekabetle karşı karşıya kaldığımız ve sermayemizin küçüklüğünden ötürü de avantajlı durumda olmadığımız söylenebilir. Kapitalist sistemin periferisini oluşturan, yani küreselleşmenin karşılıklılık, mütekabiliyet boyutundan yararlanmayan ülkeler için rekabet çoğu zaman bir yanılsamadır. Küreselleşme adeta interaktif bir etkinlikler bütünü olduğu, dolayısıyla, ondan yararlanabilmek ancak karşılıklı katılımla mümkün olabildiği için Çevre (Periferi) ülkeleri rekabete açıktırlar, ama rekabet edemezler.

Küresel bilişim havuzundan en çok yararlananlar, onun dolmasına en çok katkıda bulunanlardır. Sözgelimi, Çevre (Periferi) insanı da internetteki siteleri sürekli ziyaret edebilir, ama bu siteler hep Merkez'de üretilenler olduğu müddetçe, aslında bu "network"ü, bu ulusötesi küresel dolaşim ağını gerçek anlamıyla kullanmış olmaz. Kuşkusuz, bu da küreselleşmeden bir biçimde yararlanmaktır; ancak, örneğin, Amerikalı'nın yararlandığına göre çok kısıtlı ölçeklidir. 

Mimarlık da dünyanın Merkez ve Çevre gerçekleri bağlamında hemen hemen böyle bir konumda bulunuyor. Küreselleşmenin bütün toplumları, bütün mimarları ve bütün "mimarlıklar"ı aynı oranda küreselleştirdiği iddia edilemez. Kimileri bu trafik ağının olanak verdiği mobiliteden alabildiğine yararlanır, kimileri ise pek az. O halde sorgulanması gereken, bu trafiğin bileşimi ve işleyiş mekanizmalarıdır.

Herşeyden önce, küreselleşme denince, ortada tek bir dolaşım örüntüsü, biçimi ya da mekanizması var anlamına gelmediği belirtilmelidir. Mimari emeğin ulusötesi dolaşım trafiğinin bileşimi pek çok kalemde veya başlıkta incelenebilir. Bu bileşenlerden kimileri küreselleşme kavramından çok daha eskidir ve varlıklarını yeni koşullar çerçevesinde sürdürürler, kimileriyse yeni gelişmeler olarak nitelenebilirler. Birincisi ve en bilindik olanı ünlülerin, "starlar"ın evrensel dolaşımıdır. Örneğin, Frank Gehry'nin Bilbao'da bir Guggenheim Müzesi tasarlamak üzere çağrılması bu kategoridedir. Ancak, bunun küresel dolaşımla doğrudan çok fazla ilgisi yoktur.

Modern Çağ'ın başlangıcından beri bu dolaşım türünün mevcut olduğundan yukarıda söz edilmişti. Bu eski yönteme başvurulmasına bugün rekabet bağlamında hiçbir yerde itiraz edilmiyor. Çünkü, starların dolaşımı en azından kantitatif olarak çok ciddi bir uluslararası hizmet trafiği de oluşturmaz. Öte yandan ise, söz konusu trafiğin küreselleşen dünyada başka açılardan yeni anlamlar kazandığı bile söylenebilir. Sözgelimi, star dolaşım ağları içinde konumlanmak bir ülke için bir tür ülkesel imaj kurgulama aracıdır. Çünkü, Tschumi'lerin, Koolhaas'ların, Rogers'ların dolaşım güzergahı üzerinde bulunmak bir ülkenin adeta sınıf atladığının göstergesidir. Bu etkinlik sadece mesleki medyayla sınırlı kalmayan bir basın ilgisini kolayca üzerine çekmektedir. Starlar küresel trafikte önemli bir yer tutsalar da, küresel ölçekli bir hizmet için örgütlenmiş değillerdir.

En geniş star büroları arasında sayılabilecek Stern ve Graves büroları bile seksen civarında çalışana sahiptir. Çoğu star ise, mimari hizmeti tasarım aşamasında bırakır ve sonraki aşamaların denetim görevini yapmakla birlikte, başka (bazen yerel) şirketlere devreder. Ama, yine de star statüsündekiler için ulusötesi çalışma ölçeği öyle yaşamsaldır ki, kimileri ekonomik yararı tartışılır bir çok-merkezli örgütlenmeye bile girişebilir.

Örneğin, Alsop & Störmer küçük denebilecek ününe ve çalışma çapına karşın, beş adet "kardeş şirket"e sahiptir: Merkez: Alshop & Störmer Architects, Londra; Alshop & Störmer Architects, Hamburg; Alshop&Störmer (Atlantic) Ltd; Alsop & Störmer (Pasific) Ltd; Alsop & Störmer Architects Ltd, Moskova; Alsop Zogolovlch Ltd, Urban Studio, Londra. Anlaşılabilir nedenlerle, Çevre (Periferi) star trafiğine katılamaz. Çoğunlukla bu gibi toplumlardaki psikososyal bir çelişkiden kökenlenir bu: Orada hem yabancı mimarın sadece yabancı olmasından kaynaklanan bir prestiji vardır, hem de işverenler ondan cüretli ve iddialı bir tasarım bekleyecek kadar bireyleşebilmiş değillerdir.

Dolayısıyla, "yabancı"nın niteliğinden çok, "yabancı" oluşu önemlidir. Oysa, küreselleşen dünyadaki hizmet piyasalarında yabancılık bir değer kalemi sayılmaz. Değeri ise, tasarımcının ulusötesi ünü ve tasarımının yabancılaştırıcı "keskinliği" oluşturur. Türkiye, son on yıllardaki gelişmelere karşın, henüz star dolaşım güzergahlarının dışındadır. Buna karşılık, Türkiye ve benzeri ülkelerde "ünsüz"lerin, yerel sistemin boşluklarından yararlanarak girdikleri bir piyasa vardır.

Ünsüzler denilen kişiler, aslında sadece yabancı oldukları için Çevre'de prim yapıp önemli sanılan mimarlardır. Çevre dünyası psikososyal sorunları ya da düpedüz aşağılık kompleksleri nedeniyle, Merkez'den gelen herkesi önemseme eğilimindedir. Bu da, mimari hizmet sektörünün "yumuşak karnı"nı oluşturur. Doğal olarak, bu hizmet için uluslararası standartta para ödeme olanağı yoksa sorun değildir. 1950 ve 60'larda Türkiye'de ünsüz yabancıların sızması gündemde değildi; çünkü onlara ödeyecek tatmin edici kaynak yoktu. Kaynak varolsaydı, yabancılar sektörün "yumuşak karnı"nı 1980'lere, Özal çağma kalmadan, daha 1950'lerde keşfedebilirlerdi. Merkez, küreselleşme teriminin icadı öncesinde bile küresel dolaşım ağlarına egemendi de ondan.

Küreselleşmenin mimarlık piyasasına kattığı yeni boyutlardan biri ise, bir anlamda sanallık olarak tanımlanabilir. Öyle ki, uluslararası dolaşımda bugün göstermelik ya da sadece nominal bir trafikten bile söz edilebilmektedir. Bu durumda söz konusu olan sadece o mimarın adından ibarettir. Belirli bir ücret karşılığında, o mimarın belirli bir tasarımla ilişkili olduğu reklamı yapılabilsin diye adının kullanım hakkı adeta "kiralanır". Örneğin, İstanbul'da lüks konut sitesi Kemer Country'yi tasarlayanların arasında Abdulwahid al Wakil adlı Londra'da üslenmiş bir Arap mimarın adı geçer. Buradaki varlığıysa sadece "Abdülvahit el-Vekil geldi" gibi bir haberden ibarettir. 

Aynı biçimde gelen, Harvard Üniversitesi'nden Duany ve Platter-Zyberg ikilisinin rolü de gerçek bir mimari hizmet arzı olarak tanımlanamaz. Başka, bir küresel mimari hizmet transfer kategorisi yukarıdakinden çok daha ciddi bir sorunsal oluşturur: Robert Gutman'ın deyişiyle, "mamut" büroların paket hizmet sunuşudur bu. "Mamutlar" mimari hizmeti tüm bileşenleriyle veren çok büyük bürolardır. Çoğu zaman hisse senetleri piyasada dolaşan birer ulusötesi şirket statüsündedirler. İstanbul'da Koç Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi gibi tesisleri bunlar yapmışlardır. Çünkü, mamut bürolar işi daha başlangıcından bütün alt kategorilerini de üstlenerek alırlar.

Müşterinin mimari talebine bile onlar biçim verir. Örneğin, bir üniversite inşa edilecekse, kütüphanesinden sosyal bilimler enstitüsüne, mimarlık fakültesinden laboratuarına kadar istenenlerin vuzuhsuz olan içeriğini onlar doldurur. Programı saptar; metrekarelerini onlar belirler, bütün mekan kalifikasyonlarını tanımlar, tasarlar, projelendirir, detaylandırır, maliyet analizlerini hazırlarlar. Bütün hizmet müşteriye a'dan z'ye kadar paket olarak sunulur. Üniversite kampüsü gibi karmaşık içerikli mimarlık işlerini hızla gerçekleştirmek isteyenler için böyle bürolardan yararlanmak avantajlıdır.

Üstelik, işveren de bir ulusötesi büyük şirket statüsündeyse, dünyanın her yerinde işbirliği yapmak için kendi işleyişine en uygun hizmeti sunan bu bürolarla çalışmayı yeğler. Çevre'de en rakipsiz olan küresel mimari hizmet kategorisi budur. Çünkü, mal sahiplerinin buradaki mimarların asla vermeyecekleri, onların da ellerindeki sermayenin boyutundan ötürü, verseler bile kolay kolay yerine getiremeyecekleri kapsamlılıkta hizmet sunarlar. Mamutların gerçekten önemli boyutta sermayeleri, çeşitli kentlerde ve ülkelerde şubeleri vardır. 500 ile 2000 arasında uzmanı istihdam ederler.

SOM ve HOK böyle dev mimari-ticari küresel örgütlerdir.Mamutların tasarım kalitesiyle az ilgili, ticari denebilecek hizmet verme biçiminin dışında, küresel pratiklerin olağan küresel etkinliği olarak nitelenen bir mimari hizmet kategorisi daha vardır. Bu kategorideki firmalar mamut boyutunda olmayabilirler; ama daima büyük büro ölçeğindedirler. Örneğin, Foster bürosu küresel etkinlik gösteren bir firmadır. Norman Foster İngiliz uyruklu olabilir, ama, Foster bürosunun dünyanın birçok yerinde şubesi vardır ve Chase Manhattan Bank ne kadar küreselse, Foster da o kadar küresel ve ulusötesidir. Hatta Kenzo Tange ve Santiago Calatrava da öyledir.

Bunların uluslararası ünlerinin içeriği de, sözgelimi, Eisenman'ın ününe pek az benzer. Starlar kişisel anlamda da medyatiktir. Çoğu zaman söylem üretimine katılır, tasarımın yanı sıra söz de üretirler. Hizmet boyutları da görece olarak küçüktür. Eisenman'ın ABD ölçüleriyle mütevazi bürosunda sadece 50 kişi çalışırken, Foster'ın bürosunda yüzlerce kişi istihdam edilir. Çok sayıda Foster bürosu küresel "network" gerçekten kullanarak küresel yaygınlıkta bir mimarlık yürütür.

Küreselleşen mimari pratiğin bu en güncel biçiminde, bir anlamda mamut büronun hizmet çapı ile starın sansasyonel varlığı bütünleşmektedir. Bunların hizmet sunduğu müşteri kitlesi de, tahmin edileceği üzere, tıpkı kendileri gibi ulusal/yerel değil, ulusötesi firmalardır. Ulusötesi müşterinin kreması, mimari emeğin de ulusötesi kremasını talep eder. Bu tür firmaların Türkiye'de henüz bir mimari etkinlik gösterdiği görülmemiştir. Başka bir küresel mimari hizmet transfer kategorisi müteahhit-mimar organik bağlantısıyla gerçekleşir. Bu durumda mimari is müteahhitlik hizmetiyle birlikte ihale edilir.

Büyük Japon müteahhitlik firmalarının yeğledikleri bir yöntemdir bu. İstanbul'da, örneğin, Hyatt Oteli, Swiss Hotel ve Çırağan Oteli müteahhit-mimar bağlantısı ile paket olarak tanımlanmış işlerdir. Bunlarda mimar özerk değil, müteahhitlik şirketinin organik bir bileşeni ya da müttefikidir. Dolayısıyla, mimari hizmet müteahhitlik hizmetiyle beraber ve, o firmanın sağladığı sermayeye yaslandığı için de, onun sıkı denetiminde yürütülür. Böyle bir sistem, özellikle Çevre ülkesinde mimari emeğin gerçek kapitalist boyutlarda örgütlenmesini engelleyerek mesleğe zarar verir. Küresel mimari sermaye yerel sermayeyi ezer.

Ancak, Türkiye'deki müteahhitlik firmalarının da aynı örgütlenme tekniğini uygulayıp, mimari hizmeti "yanlarında taşıyarak" Rusya ve Arap ülkelerinde çalişabildikleri unutulmamalıdır. Ulusötesi starlar, mamut ve büyük bürolar üretemeyen bir ülkede bu tür ittifaklar uluslararası rekabet şansını arttırır. Kimi durumlarda yabancı mimari hizmet firması ülkeye sadece taşeron olarak gelir. İşin bütününü yapmaz; sadece hizmetin organizasyonunu ekleştirir. Hizmet talebi karmaşık ve çok boyutluysa, yabancı firma işin yapılabilmesini sağlayacak teknik bilgilere sahip olduğu için önce tümünü üstlenir. Ardından da o karmaşık hizmeti uygun alt-birimler halinde ayrıştırdıktan sonra, onları yerli taşeron şirketlere devredip ülkeden gider.

Bu tür firmalar Çevre ülkesinde çalışmanın zahmetine katlanmaz, buradaki firmaların beceremediği ya da becerme fırsatı ile karşılaşmadığı işleri örgütleyerek kar ederler. Aynı işbirliği, yerel bir mimari büro ile ulusötesi bir devin ortaklığı biçiminde de olabilir. Bu durumda "dev"in katkısı sadece nominal nitelikte olabileceği gibi, yeni İstanbul Atatürk Havaalanı örneğinde olduğu gibi, yerel bağlantı ayağının piyon kimliğinde bulunması şekline de bürünebılır. İşbırlığının bıçimi, genellikle, verilen hizmetin teknik karmaşıklığına göre değişmektedir. Hizmetin teknik içeriği genişledikçe "know-how" transferi gereksinmesi artar ve yerel katkı doğal olarak küçülür.

Bütün bu mimari hizmette küreselleşme kategorilerini gördükten sonra, bu konunun hangi parçası üzerinde tartışılacağını biraz daha derinlikli ve titiz olarak düşünmekte yarar var. Bugünün dünyasında ancak birkaçı yukarıda betimlenen- o kadar karmaşık ve çoğul bir hızmet dolaşım ağları dizisi var ki, sadece birini ele almak anlamlı değil.

Küreselleşme bu ağların hepsini birden içeren bir yeni dünya "durum"u. Kuşkusuz, hiçbir ülke bunların hepsine birden aynı oranda katılmıyor. Ama, bu dolaşıma hiç katılmayan bir ülke, Afganistan gibi dünyanın dışında varolmaya kararlı ve gerçekten de coğrafi olarak terkedilmiş birkaç "tarih garibesi" dışında yok. Çünkü, küreselleşme karşı çıkılabilir veya yandaş olunabilir bir akım, görüş ya da politika değil, süpermodernite dünyasının olağan güncel durumudur. Tabii ki, mekanizmaları ve işleyişi eleştirilebilir, hatta eleştirenin çıkarları ve tercihleri doğrultusunda müdahaleler de görebilir. Ancak, ne yok sayılabilir, ne de eski durum iade edilmek amacıyla mucizevi reçetelerle yok edilebilir.

1 Bu metin, TMMOB Mimarlar Odasi Izmir Şubesi tarafından 28 Ekim 2000 tarihinde düzenlenen ve Turgut Alton, Güven Birkan, Haydar Karabey, Murat Tabanlıoğlu, Uğur Tanyeli, Doğan Tekeli ve Necdet Teymur'un katıldığı "Küreselleşme ve Mimarlık" konulu panelde, yazann yaptığı konuşmanın bant kaydına dayanılarak hazırlanmıştır.

Küreselleşme ve Mimarlık

Platform 2003

Platform 2002

Küreselleşme ve Mimarlık

Forum

Yazılar

Fotoğraflar

Linkler

Toplantı Kayıtları

Video Görüntüleri

Toplantı Salonu

Katılımcılar

Süha Özkan

Cengiz Bektaş

Mehmet Konuralp

Ömer Madra

Murat Tabanlıoğlu

 

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz