Bir küratörün itirafları
Dan
Cameron, Doris Salcedo'nun Karaköy'deki sandalyeli eserinin, zaman izin verdiği
ölçüde yerinde kalacağını söyledi.
8. İstanbul Bienali'nin küratörü Dan Cameron, sonuçtan memnun. Bienalin
uluslararası camiada olumlu bir karşılık bulduğunu düşünen Dan Cameron'a
göre güncel sanat izleyicisi için zaten her yerde savaş veriliyor
Dan Cameron'ın 'Şiirsel Adalet' temasıyla düzenlediği 8. Uluslararası
İstanbul Bienali, 16 Kasım'da resmen sona erdi. İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı tarafından Japan Tobacco International ve Sony'nin desteğiyle kotarılan
etkinlik resmi olmayan rakamlara göre 20 binin üzerinde izleyiciyi kendisine
çekmiş görünüyor. Kimi iyi niyetli ağızlarda bu sayı 25 bin civarında.
Ancak baştan söylememiz gerekiyor; geçen bienalin izleyici sayısının altında
görünen bu geçici rakamlar, ağırlıklı olarak bienalin odağını teşkil
eden Antrepo No: 4 ve Yerebatan Sarayı'ndaki biletli izleyicilere ait.
Eleştirileri de yanıtladı
Bienalin sona ermesiyle birlikte, etkinliğin estetik, seçim, uygulama ve
organizasyon ayağındaki aksaklık ve güzellikler de art arda görsel ve
bilhassa yazılı basına da yansımaya başlamış görünüyor. Biz de
Cameron'la son bir defa randevulaştık; kendisine, mevcut eleştirilere dair görüşlerini
sorduk.
Ve bir bienal daha bitti, şimdi ne düşünüyorsunuz?
Biraz hüzünlüyüm. İstanbul Bienali kariyerimin en kapsamlı ve gerçekten
şu ana dek kaderimi doğrudan etkileyecek projesiydi. İki ay çok çabuk geçti.
Sevinçli olduğumu söyleyebilirim. Çok az projenin dışında, sanatçıların
çoğunun yaptıklarıyla gurur duyuyorum.
Hiç mi hatanız olmadı yani? Örneğin Ayasofya'nın kullanımıyla
ilgili ağır eleştiriler var?
Ayasofya unsurunun farkındayım. Orada ilginç olan, mekânın kullanımındaki
'çifte standart'tı. Tek bir mekânın farklı yorumları oldu. Örneğin
bienali eleştiren kalemlerden birine göre Ayasofya'da sadece tek bir 'şöhret'in
çalışmasına yer verilse daha iyi olacaktı. Bir sergide demokrasi zemini
yaratmak söz konusu olacaksa bunu 'büyük' sanatçılara Ayasofya'yı tahsis
ederek yapamazdınız. Bence bu aptalca olurdu. Öte yandan Ayasofya'daki tüm işlerin
başarılı olduğunu da söylemiyorum. Ama çoğu işe yaradı ve bundan
memnunum.
8. Bienal'in tartışılan unsurlarından biri de sergilenen 'video'ların
niteliği ve niceliğiydi.
Bu günümüz toplumunun bir sorunu. Video, televizyonla eşdeğer tutuluyor.
Ama öyle değil. Televizyon karşısında geçirdiğiniz saniyeler size yeterli
gelebiliyor. Oysa 'video'lar başlı başına birer sanat eseri. Nasıl herhangi
birini bir Rembrandt tuvalinin karşısına oturtup ondan eseri 10 saniyede çözmesini
bekleyemezseniz, aynı durum, çağdaş sanattaki video yapıtlarının
izleyicileri için de geçerlidir.
İstanbul'daki tecrübelerinizi neyle ölçeceksiniz?
Yazılmış eleştirileri ve meslektaşlarımın sözlerini son derece önemsiyorum.
Her birini, kendi küratöryel pratiğimi besleyen, beni büyütüp geliştiren
ciddi referanslar olarak alıyorum. Ve elbette, özeleştiri mekanizmasını da
saymak gerekiyor. Son kertede 84 sanatçıya dışarıdan bakmaya çalıştığımda,
en çok beş ya da altı sanatçının sahiden de o kadar iyi olmadığını söyleyebilirim.
Yani, bir diğer deyişle hata payım yüzde 5'tir...
Türkiye'nin önde gelen eleştirmenlerinden biri, bir yazısında
Irak'ın ABD tarafından işgal edildiği bir dünyada 'Şiirsel Adalet'in
yerini sorguladı... Sizce haklı mıydı?
Tam da ABD'nin Irak'ı işgal ettiği bir dünyada, 'Şiirsel Adalet'i nasıl
olur da düşünemeyiz? Tüm adalet biçimleri ciddi biçimde düşünülmeye
muhtaç ve 'Şiirsel Adalet'i düşünmek için bundan iyi bir zamanlama olamazdı.
İşleri düşündüğünüz zaman bienalde siyasetin göz ardı edilmeyecek
oranda olduğuna inanıyorum. Okuduğunuzu varsaydığım katalog metinleri ve
eserlere baktığınızda, ortaya çıtkırıldım bir çaba mı çıkıyor? İzleyiciyi
kendilerini ve dünyayı ciddiye almaya davet eden, kendileri de ciddiyet arz
eden işlerdi onlar.
Her seferinde özveriyle gerçekleştirilen bienalin, bütçesinde 'cepten'
harcayarak bu yıl da zararla karşı karşıya olduğunu biliyor olmalısınız.
Bu maddi zararda herhangi bir sorumluluk duyuyor musunuz?
Bunun benim sorumluluğumda olduğunu düşünmüyorum. Bienal uluslararası
camiada olumlu karşılandı. İlle bir problem söz konusu ise bienalin
vizyonundaki anlaşılırlık ele alınmalı. Bienalin hâlâ birçok kişiyi
ilgilendirmediği ortada! Eğer İKSV tüm çabalarına karşın hâlâ bienalin
ne olduğunu insanlara anlatamayacak kadar sıkıntı içinde ise bu durum, Türkiye'de
faaliyet gösteren, diğer sivil toplum örgütleri ve kurumların sorumluluğuna
girmiştir. Güncel sanat, kendi izleyicisi için savaş vermek durumunda.
Burada izleyici öyle 'garanti' filan değil. Güncel sanat ortamında bir pop yıldızından
söz etmiyoruz. Elde ettiğimiz her izleyici bizim için zafer niteliğinde.
Çünkü izleyici sayıları değil, insanların kişisel tecrübeleri beni daha
fazla ilgilendiriyor.
Pek çok kişi Mike Nelson'ın Mercan Yokuşu üzerindeki tarihi Valide
Han'da ortaya koyduğu yerleştirmesinin bu bienalde yıldızlaştığı yönünde
hemfikir.
Ki o, bienalin en az gezilen işi!
Bu yüzden, bir yapıtın yakın gelecekteki sergilenme biçimi üzerinde
etraflıca düşünmek gerek. Keza Nelson'ın işi ne basın bültenleri, ne de
spotlarla çevriliydi. Onunla sahiden karşılaşmanız gerekiyordu.
Biz kendi aramızda buna 'eskici avı' deriz. Nelson, elbette işini gizlemek
durumundaydı. Çünkü onu bulmanız, tanımadığınız insanlara danışmanız
gerekiyordu. Özetle eseri bulma süreciniz, bizatihi işin kendisinin bir parçasıydı.
Antrepo No: 4'te, iflasın eşiğindeki Sony'yi akla getiren gizli yerleştirmesiyle,
Yoshua Okon üzerine neler söylenebilir? Bienal tarihine geçecekti ama fazlaca
gizlenmiş gibiydi...
Müzikte özel durumlar için yapılmış özel bestelere vardır. Doğum günü
veya nikâh gibi. Okon'un söz konusu eseri de benim için öyleydi. Eserle karşılaştığımda
sanatçı onu üretmekle meşguldü ve sergileneceğine dair en ufak bir tahmini
yoktu. Ona teklifi götürdüm. Ve iş sergi komisyonundan geçti.
Bienalin Diyarbakır deneyimini bir de sizden dinleyelim mi? Orada neler
yaşadınız?
Diyarbakır, fantastik bir deneyimdi. Oradaki sanatçıların enerjisiyle karşılaştım.
Diyarbakır'ın kendini yeniden yapılandırdığını veya buna meyilli olduğunu
gözlemleme olanağı buldum. Geçiş toplumlarında sanatın beklenmedik sonuçlar
doğurduğunu kanıtlayan bir şehir. Bundan sonra New York ve Diyarbakır arasında
daha kalıcı bağlar kuracağıma eminim.
8. İstanbul Bienali, geride kalıcı projeler bırakacak mı?
Bruno Esposito'nun Deneme Bilim Merkezi'nde ürettiği ekolojik tuvalet projesi
sergilenmeye devam edecek. Aynı şekilde Doris Salcedo'nun Karaköy'deki 'sandalyeli'
eserinin de zaman izin verdiği ölçüde yaşanmasını umuyorum.
Radikal
|