reklam

Haberler
Kasım 2003

Bir küratörün itirafları

Dan Cameron, Doris Salcedo'nun Karaköy'deki sandalyeli eserinin, zaman izin verdiği ölçüde yerinde kalacağını söyledi.

8. İstanbul Bienali'nin küratörü Dan Cameron, sonuçtan memnun. Bienalin uluslararası camiada olumlu bir karşılık bulduğunu düşünen Dan Cameron'a göre güncel sanat izleyicisi için zaten her yerde savaş veriliyor

Dan Cameron'ın 'Şiirsel Adalet' temasıyla düzenlediği 8. Uluslararası İstanbul Bienali, 16 Kasım'da resmen sona erdi. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından Japan Tobacco International ve Sony'nin desteğiyle kotarılan etkinlik resmi olmayan rakamlara göre 20 binin üzerinde izleyiciyi kendisine çekmiş görünüyor. Kimi iyi niyetli ağızlarda bu sayı 25 bin civarında. Ancak baştan söylememiz gerekiyor; geçen bienalin izleyici sayısının altında görünen bu geçici rakamlar, ağırlıklı olarak bienalin odağını teşkil eden Antrepo No: 4 ve Yerebatan Sarayı'ndaki biletli izleyicilere ait.

Eleştirileri de yanıtladı

Bienalin sona ermesiyle birlikte, etkinliğin estetik, seçim, uygulama ve organizasyon ayağındaki aksaklık ve güzellikler de art arda görsel ve bilhassa yazılı basına da yansımaya başlamış görünüyor. Biz de Cameron'la son bir defa randevulaştık; kendisine, mevcut eleştirilere dair görüşlerini sorduk.

Ve bir bienal daha bitti, şimdi ne düşünüyorsunuz?
Biraz hüzünlüyüm. İstanbul Bienali kariyerimin en kapsamlı ve gerçekten şu ana dek kaderimi doğrudan etkileyecek projesiydi. İki ay çok çabuk geçti. Sevinçli olduğumu söyleyebilirim. Çok az projenin dışında, sanatçıların çoğunun yaptıklarıyla gurur duyuyorum.

Hiç mi hatanız olmadı yani? Örneğin Ayasofya'nın kullanımıyla ilgili ağır eleştiriler var?
Ayasofya unsurunun farkındayım. Orada ilginç olan, mekânın kullanımındaki
'çifte standart'tı. Tek bir mekânın farklı yorumları oldu. Örneğin bienali eleştiren kalemlerden birine göre Ayasofya'da sadece tek bir 'şöhret'in çalışmasına yer verilse daha iyi olacaktı. Bir sergide demokrasi zemini yaratmak söz konusu olacaksa bunu 'büyük' sanatçılara Ayasofya'yı tahsis ederek yapamazdınız. Bence bu aptalca olurdu. Öte yandan Ayasofya'daki tüm işlerin başarılı olduğunu da söylemiyorum. Ama çoğu işe yaradı ve bundan memnunum.

8. Bienal'in tartışılan unsurlarından biri de sergilenen 'video'ların niteliği ve niceliğiydi.
Bu günümüz toplumunun bir sorunu. Video, televizyonla eşdeğer tutuluyor. Ama öyle değil. Televizyon karşısında geçirdiğiniz saniyeler size yeterli gelebiliyor. Oysa 'video'lar başlı başına birer sanat eseri. Nasıl herhangi birini bir Rembrandt tuvalinin karşısına oturtup ondan eseri 10 saniyede çözmesini bekleyemezseniz, aynı durum, çağdaş sanattaki video yapıtlarının izleyicileri için de geçerlidir.

İstanbul'daki tecrübelerinizi neyle ölçeceksiniz?
Yazılmış eleştirileri ve meslektaşlarımın sözlerini son derece önemsiyorum.
Her birini, kendi küratöryel pratiğimi besleyen, beni büyütüp geliştiren ciddi referanslar olarak alıyorum. Ve elbette, özeleştiri mekanizmasını da saymak gerekiyor. Son kertede 84 sanatçıya dışarıdan bakmaya çalıştığımda, en çok beş ya da altı sanatçının sahiden de o kadar iyi olmadığını söyleyebilirim. Yani, bir diğer deyişle hata payım yüzde 5'tir...

Türkiye'nin önde gelen eleştirmenlerinden biri, bir yazısında Irak'ın ABD tarafından işgal edildiği bir dünyada 'Şiirsel Adalet'in yerini sorguladı... Sizce haklı mıydı?
Tam da ABD'nin Irak'ı işgal ettiği bir dünyada, 'Şiirsel Adalet'i nasıl olur da düşünemeyiz? Tüm adalet biçimleri ciddi biçimde düşünülmeye muhtaç ve 'Şiirsel Adalet'i düşünmek için bundan iyi bir zamanlama olamazdı. İşleri düşündüğünüz zaman bienalde siyasetin göz ardı edilmeyecek oranda olduğuna inanıyorum. Okuduğunuzu varsaydığım katalog metinleri ve eserlere baktığınızda, ortaya çıtkırıldım bir çaba mı çıkıyor? İzleyiciyi kendilerini ve dünyayı ciddiye almaya davet eden, kendileri de ciddiyet arz eden işlerdi onlar.

Her seferinde özveriyle gerçekleştirilen bienalin, bütçesinde 'cepten' harcayarak bu yıl da zararla karşı karşıya olduğunu biliyor olmalısınız. Bu maddi zararda herhangi bir sorumluluk duyuyor musunuz?
Bunun benim sorumluluğumda olduğunu düşünmüyorum. Bienal uluslararası camiada olumlu karşılandı. İlle bir problem söz konusu ise bienalin vizyonundaki anlaşılırlık ele alınmalı. Bienalin hâlâ birçok kişiyi ilgilendirmediği ortada! Eğer İKSV tüm çabalarına karşın hâlâ bienalin ne olduğunu insanlara anlatamayacak kadar sıkıntı içinde ise bu durum, Türkiye'de faaliyet gösteren, diğer sivil toplum örgütleri ve kurumların sorumluluğuna girmiştir. Güncel sanat, kendi izleyicisi için savaş vermek durumunda. Burada izleyici öyle 'garanti' filan değil. Güncel sanat ortamında bir pop yıldızından söz etmiyoruz. Elde ettiğimiz her izleyici bizim için zafer niteliğinde. Çünkü izleyici sayıları değil, insanların kişisel tecrübeleri beni daha fazla ilgilendiriyor.

Pek çok kişi Mike Nelson'ın Mercan Yokuşu üzerindeki tarihi Valide Han'da ortaya koyduğu yerleştirmesinin bu bienalde yıldızlaştığı yönünde hemfikir.
Ki o, bienalin en az gezilen işi!

Bu yüzden, bir yapıtın yakın gelecekteki sergilenme biçimi üzerinde etraflıca düşünmek gerek. Keza Nelson'ın işi ne basın bültenleri, ne de spotlarla çevriliydi. Onunla sahiden karşılaşmanız gerekiyordu.
Biz kendi aramızda buna 'eskici avı' deriz. Nelson, elbette işini gizlemek durumundaydı. Çünkü onu bulmanız, tanımadığınız insanlara danışmanız gerekiyordu. Özetle eseri bulma süreciniz, bizatihi işin kendisinin bir parçasıydı.

Antrepo No: 4'te, iflasın eşiğindeki Sony'yi akla getiren gizli yerleştirmesiyle, Yoshua Okon üzerine neler söylenebilir? Bienal tarihine geçecekti ama fazlaca gizlenmiş gibiydi...
Müzikte özel durumlar için yapılmış özel bestelere vardır. Doğum günü veya nikâh gibi. Okon'un söz konusu eseri de benim için öyleydi. Eserle karşılaştığımda sanatçı onu üretmekle meşguldü ve sergileneceğine dair en ufak bir tahmini yoktu. Ona teklifi götürdüm. Ve iş sergi komisyonundan geçti.

Bienalin Diyarbakır deneyimini bir de sizden dinleyelim mi? Orada neler yaşadınız?
Diyarbakır, fantastik bir deneyimdi. Oradaki sanatçıların enerjisiyle karşılaştım. Diyarbakır'ın kendini yeniden yapılandırdığını veya buna meyilli olduğunu gözlemleme olanağı buldum. Geçiş toplumlarında sanatın beklenmedik sonuçlar doğurduğunu kanıtlayan bir şehir. Bundan sonra New York ve Diyarbakır arasında daha kalıcı bağlar kuracağıma eminim.

8. İstanbul Bienali, geride kalıcı projeler bırakacak mı?
Bruno Esposito'nun Deneme Bilim Merkezi'nde ürettiği ekolojik tuvalet projesi sergilenmeye devam edecek. Aynı şekilde Doris Salcedo'nun Karaköy'deki 'sandalyeli' eserinin de zaman izin verdiği ölçüde yaşanmasını umuyorum.
Radikal

Arşiv

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz