Işıkla
Dans Ediyor
Dünyanın en ünlü fotoğrafçısı Kicherer anlattı...
Vesikalık tasarımlar
Christoph Kicherer günümüzün en ünlü fotoğrafçılarından biri
olarak tanınıyor. Ancak bildiğimiz tarzda ışık düzeneği kurarak çekim
yapmıyor, onun aydınlatması gün ışığı!
Fotoğrafçılığa nasıl başladığınızı anlatır mısınız?
İtalya'da tasarım okurken, objelere bakmayı, seyahat etmeyi tercih ettiğimi
gördüm. Ne yapacağım diye düşünürken iyi bir fotoğrafçı olan arkadaşım
kendisiyle çalışıp, bu işi sevip sevmediğimi görmemi teklif etti ve
onunla 2 yıl çalıştım. Fotoğrafçılık, objelere en güzel bakmanın
yolu. Aynı zamanda mimariye de bağlanıyor. Sonraları Vogue Decoration
dergisinin baş editörü Maria Luclias ile tanıştım ve beni birlikte çalışmak
üzere Paris'e davet etti.
Özgeçmişinize baktığımızda farklı konularda fotoğraflarınız
olduğunu görüyoruz, mimari, iç mekanlar, objeler ve insanlar. Bu durumda siz
mimari fotoğrafçı mı yoksa sadece fotoğrafçı mısınız?
Bence mimari fotoğrafçı konsepti fazla akademik. Açıkçası ne demek
bilmiyorum ama bence binaları kaydetmenin bir yolu. Kamera ile çalışıyorsunuz,
her çizgiyi düzeltiyorsunuz. Halbuki binanın mükemmelliğini göstermek için
duygusallık katmalı. Binaya baktığınızda sadece mimari görmezsiniz. Işık
ve insanların binayı kullanması gibi bir sürü faktör var, bu çeşitliliği
seviyorum. Binalar bence ışık için bir çerçeve. Fotoğraflarım mimari,
tasarım ya da gezi imajlarından oluşuyor. Bazı mimarlar binayı net görmek
isterken bazıları katılmış duygusallığı istiyor. Bende duygusallık var
ve bunu istemeyen mimarlar resimlerimi beğenmiyor. Bakış açımla risk alıyorum.
Sizce bir fotoğrafçı
uzmanlaşmalı mı?
Bence yaptığınız her işte uzmanlaşmanız gerek. Mesela bir moda fotoğrafçısının
bakış açısı farklıdır. Onların çektikleri bina resimlerini sevmiyorum.
Çünkü onların iyi bir fotoğraf için insana ihtiyaçları var, bina kazara
ortaya çıkmış gibi. Oysa tam tersini düşünüyorum. Bina duruyor, insanlar
tesadüf eseri orada. Bakışımız farklı. Sevmediğim işi yapmam.
Fotoğraflarınıza baktığımda o duygusallığı görebiliyorum. Ürünlere
nasıl hayat veriyorsunuz?
Çektiğim ürünleri severek. Çekmeden onları kendim silerim, böylece
onlara dokunurum, öğrenirim, seyrederim. Ürüne ruh katmak için önce sevmek
gerekiyor, çok önemli.
Peki diyelim, ünlü bir mimar sizden mekanlarını ya da ürünlerini
fotoğraflamanızı istedi ve siz bu tasarımları sevmediniz, ne dersiniz?
Gerçekten sevmediysem, işi almam. Ama işi yaparken yalnız ürün veya mekana
göre değerlendirmem, insan önemli bir unsur. Bazen kişiyi sevmem ürüne
vurulup çekerim, bazen de ilişkilerim çok iyidir, projeyi o kadar sevmesem de
çekerim.
Fotoğrafçıların art direktörlerle çalıştığını, onlardan yönlendirme
aldığını biliyoruz. Ama siz işinizde çok yaratıcısınız. Aynı zamanda
kreatif direktör olarak da çalışıyor musunuz?
Yaşadığım en büyük problemlerden biri bu ve bu yüzden reklam sektörüyle
çalışmamayı tercih ediyorum. Çünkü reklamcılar her şeyi söylüyor,
operatör gibi çalışmanız gerekiyor. Bu nedenle dergilerle editoryal çalışıyorum.
Böylece bir imzam oluştu. Son 5 senedir tarzımı bilenler bana geliyor ve
benim tarzımda fotoğraf istiyorlar. Çalıştığım firmaların çok güçlü
ürün kimlikleri var. Mesela Toshio Kikita ilk flat screen tv'leri çıkardığında
reklama ihtiyaç yoktu çünkü pazarda rakip yoktu. Bugün çok farklı, büyük
rekabet var. Biz de yeni bir fikir geliştirdik, gelenekselle modern mimariyi
birleştirdik. Rowenta ürünleri için yeni ürünlerinin tasarımcısı Jasper
Morrison ile görsel iletişimde kullanılacak bir fotoğraf dili oluşturduk.
Genelde Rowenta gibi markalar endüstriyel ürün fotoğrafçısı kullansa da
bunu reklam ve basınla bağdaştırmak için farklı imajlar kullanıyorlar.
Biz Rowenta'da çok basit bir dil kullandık. Gün ışığında çekilmiş endüstriyel
fotoğraflar, çok canlı duruyor.
Jasper Morrison, Ron
Arad, John Pawson gibi ünlü tasarımcılarla çalışıyorsunuz. Çalışırken
onların egosuyla uğraşmak zorunda kaldığınız oldu mu, işinize karıştılar
mı?
Bu konuda oldukça şanslı olduğumu söyleyebilirim. Hiç problemim olmadı.
Bence egosu büyük olanlar tasarımcılar değil, reklam ajansları. Tasarımcılarla
çalışmaya bayılıyorum.
Onlar yaratıcılığınıza karışmıyor mu?
Öyle değil, bu bence takım işi. İnsanlar onlar için önemli olanı
anlatmalı, fikri beraber geliştirmelisiniz. Eğer kendim için fotoğraf çekiyorsam,
istediğimi yaparım ama başkası için çektiğimde insanlarla çalışmayı
seviyorum. Ama hiçbir zaman işimde yaratıcılığımın kesildiği fikrine
kapılmadım. Tam tersine, yetenekli insanlarla çalışınca bu bana daha çok
fikir verdi. Ama tabii bir de yeteneksiz insanlarla çalışmak var, o en kötüsü.
Lancaster, şimdiye kadar yaptıklarınızdan farklı bir proje, nasıl
gelişti?
Lancaster, kendini genişletmeye çalışan eski bir kozmetik markası. Eskiden
dünyanın ünlü top modelleriyle çalışırken, ekonomik nedenlerden dolayı
fotoğrafları top modelsiz çekme kararı almışlar. Tabii bu durumda imajların
çok çekici olması lazım. Biz Lancaster'da markanın geçmişini canlandıracak
çok basit imajlar çektik, Akdeniz, masmavi gökyüzü, beyaz kum, güneş, vs.
yani 50'lerin Akdeniz'i.
Yani Akdeniz'e duygusallık kattınız?
Kesinlikle. Bazı fotoğraflarda ürün bile yok. Sadece üzerine gölge vuran
beyaz bir duvar ve arka fonda deniz ve çam ağacı görüyorsunuz. Bu size
denize nazır gölgede uzanıyor hissi veriyor, güneşten Lancaster kremi ile
korunuyorsunuz. Fotoğrafa baktığınızda "Keşke Fransa'da olup,
Lancaster kremle korunsaydım" diye düşünüyorsunuz. İngiltere'de bir
mimarla yaptığım fotoğrafları gördükten sonra benimle çalışmaya karar
vermişler, bunlar indirgenmiş basit resimlerdi. Lancome da farklı bir
projeydi. Modern banyolardaki etki ve gelenekleri konu alana "Hot
Water" isimli kitabımdaki çekimlerimi görmüşler. "Ürünlerimize
vermek istediğimiz imaj bu, bunu tüm markada istiyoruz" dediler. Farklı
insanlarla çalışmak çok güzel. New York'ta Joseph Boyce'un iki heykelini
fotoğraflamamı istediler. Heykelleri mükemmel açıdan, kusursuz çekmek
yerine içinde duyguların olduğu imajlar istediler. Fotoğrafa baktığınızda
heykeli hissedebilmelisiniz. Bu, bir detayla veya ışıkla olabilir. Bu benim
ilk sanat fotoğrafı işimdi. Ama fikir aynıydı; ürüne ruh katmak.
Sabah - Gaye Çevikel
|