YENİ ÖNERİLER, YENİ
ÖNERMELER
|
Bu yıl on ikincisi gerçekleştirilen Yeni Öneriler, Yeni Önermeler'e
"Yeminli Güncel Sanatçı-Bir Güncel Sanat Projesi" başlıklı işiyle
seçilen Volkan Aslan, yaşadığımız ortamın dinamiklerini sorgulayan tavrıyla
sergiyi önemli bir eleştiri zeminine dönüştürecek gibi görünüyor:
Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü öğrencisi olan
genç sanatçı, kendi adına bastırdığı kartvizitinde "konseptli
sergilere iş üretilir, her nevi güncel sanat işleri itina ile hazırlanır,
küratörlerden sipariş alınır" gibi becerilerini sunarken, bir tür
ironik anti-manifesto niteliğinde olan "Güncel Sanatçı Andı"nda
da pek çok genç sanatçının içine düştüğü duruma tercüman oluyor:
"Türküm / Doğruyum / Çalışkanım / Sanatçıyım./ İlkem, /
Projelerimi korumak, / Küratörümü saymak, / Güncel Sanatı özümden çok
sevmektir. / Ülküm, / Yükselmek ve ileri gitmektir. / Ey Büyük Küratör! /
Açtığın sergide, / Belirlediğin konseptte, / Hiç durmadan iş üreteceğime
/ And içerim. / Varlığım, Küratörün varlığına armağan olsun. / Ne
mutlu KÜRATÖRÜM diyene!"... Türkiye'de küratör-sanatçı-kurum-sponsor
karesinde gerçekte kim en mutlu bunu kestirebilmek çok güç ama 'küratör'ün
şimdilik sahip olduğu dar iktidar alanında sanatçının kendini giderek daha
güçsüz hissetmeye başladığı söylenebilir. Piyasa galerilerinin anlayışına
ve beğenisine alternatif eğilimleriyle kişisel sergi açmayan/açamayan ve
zaten yerel ortamdan ziyade uluslararası sanat ortamının çekimine kapılan
gençlerin çoğunun yaratma sancısı içinde artık bir de "küratör"
var. Sanat ortamının bu yeni baba figürü, 2002 yılınının Yeni Öneriler,
Yeni Önermeler sergisinde Yasemin Özcan Kaya'nın "Beraber ve Solo Şarkılar"
başlıklı video yerleştirmesiyle de irdelenmişti. Genç sanatçıların
ortama ilk çıkışları olabilecek bir sergiye kendi kararları doğrultusunda
eleştirel bir duruşla katılmaları, büyük önem taşıyor: Yeni Öneriler,
Yeni Önermeler sergisinin -ve bu modelde sergilerin- gerekliliğinin anlamını
da burada bulabiliriz.
Bu yılki sergide, söz ettiğimiz genç sanatçı Volkan Aslan'la (Mersin Üniversitesi)
birlikte çeşitli kurumlardan 11 sanatçı yer alıyor: Marmara Üniversitesi'nden
Eda Liman, Özlem Sulak, Erman Özbaşaran, Burcu Arısoy ve İmre Soytürk,
Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Seda Özen, Barış Tanyıldızı ve Elif Sezen,
Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Nurcan Gündoğan ve Sabancı Üniversitesi'nden
Deniz Gül. Bu on ikinci sergide, resim, heykel, yerleştirme, video yerleştirme
gibi farklı mecralar, farklı ifade biçimleriyle birey olmak ve toplum, varoluşsallık
ve arayışlar, yalnızlıklar ve kaçışlar gibi kişisel noktalardan hareket
eden yapıtlar yer alıyor. Estetik kaygıların belirgin bir biçimde
hissedildiği, akıl kadar duygunun da şekillendirdiği, bazen doku hazzının,
bazen beden ritminin peşinden üretilmiş yapıtlar bunlar: Ezbere bir
kavramsallık özentisinin ötesinde ve böylece illüstratif olmaktan kurtulmuş
bu işlerde toplumsal sorunların, kaygıların yansımalarını da bulmak olası.
Sözgelimi Barış Tanyıldızı, orijinal ÖSYS formları üzerine kurşun
kalemle gerçekleştirdiği "Yumuşak Uçlu Kurşun Kalem" başlıklı
işinde hem simgesel hem gerçek boyutuyla kodlamak eylemi ve kodlanmak durumu
üzerinden benlik yitimi duygusunun bire bir karşılığını verirken, bu
toplumun çocukluğuna ve gençliğine özgü tuhaf, acıklı durumun da altını
çizmiş oluyor. Tanyıldızı'nın kodlanmış portrelerinde okunmayan yüzler,
ÖSYS formlarının ardından gözlerimizin ta içine bakıyorlar. Burada
dikkatli olmak, formları doğru doldurmak, hata yapmamak, iyici kontrol etmek
gerek. Uslu olmak gerek. Özlem Sulak, "Büyüklerine Saygılı Ol" başlıklı
videosunda aslında benzer bir sorunsalın altını çiziyor. Dayağı yiyen
kim, belli değil. Oysa bu 'anonim' bireylerin kolektif deneyimleri ve
bilgileri; bu toplumun gençliğe ilişkin arşivinde rastlayabileceğimiz öyküleri
var. Sulak'ın ironik videosunda dayak eyleminin sürekli tekrarı bireyselliğin/bireyin
yitimine de bir gönderme olarak algılanıyor - ayrıca bu işinin yanı sıra
sergilenen "Sihirli Pabuçlar"la birlikte bu sanatçının sergiye katılımı
yaratıcı bir özgürlük, özgür bir yaratıcılık söylemi olarak okunuyor.
İlginçtir, bu gençlik sergisinde Türkiye'de farklı boyutlarıyla gençliğe
ilişkin bakışlar ilk defa bu denli net bir biçimde ortaya konuyor: Burcu Arısoy'un
video yerleştirmesinde 'sokak çocukları' sorunu gündeme geliyor. Genç sanatçı,
galerinin içine, 'sıcağa', iç mekâna taşıdığı sokak çocuğunu adeta
bir 'yabancılaştırma efekti' haline getirerek sanat mekânındaki ortamdan
farklı bir gerçekliğin temsili olarak kullanıyor. Arısoy'un bu işi için
birer köşe seçmiş olması, beden üzerinden iç ve dış bükey kıvrılmaları
bir ifade biçimi olarak kullanması özellikle çarpıcı: Öyle ki eşikten düşmüyor
bu çocuklar, eşik içlerine geçmiş sanki, eşik olmuşlar. Bu tür bir yanlızlık
duygusunun başka bir ifadesi olabilir mi? Eda Liman, yaşama dair varoluşsal
bir kaygı uyandıran "Ex" adlı yapıtında kent ortamından cansız,
önemsiz bir nesnede nasıl bir yaşamış da ölmüş duygusu uyandırırıyor!
Tüketim kültürünün tuhaf alışkanlıklarının varoluşumuza, benliğimize
kadar sinen yönleri, değişen kentin yeni görünümleri, yeni anlamları
"Ex" gibi esprili bir başlıkla sessizce ifadesini buluyor. Liman'ın
yapıtında terk edilmiş, işlevini yitirmiş, boş ama anlamla yüklü (bir alışveriş
merkezinin otoparkından başka bir yer olabilir mi burası?) bir mekânın
ortasında bir tür kent heykeli olarak yeniden işlevlendirilen nesneye karşılık
Deniz Gül, farklı bir işlev kazandırılan floresan ışıklardan ürettiği
'gıcır' yeni arabayla heykel 'kategorisi' içinden sanat nesnesinin konumuna
ilişkin sorgulamalara girişen bir tavır benimsiyor. Yine kent ortamına göndermesi
olan bu iş, gündelik nesnelerin estetize edilmesiyle, bir tür 'aura'yla donatılmasıyla
da ilgileniyor sanki? Deniz Gül'ün bembeyaz parıldayan araba-heykelinin yanında,
Seda Özen'in yapıtlarının saf, arayışlı, derin beyazlarını görmek,
bunları karşılaştırmak, serginin ilginç deneyimlerinden birini oluşturabilir.
Özen'e göre, 'her an bir takım alternatifleriyle sunulanlar, çoğalıp, büyümektedir.
Bu çokluklar arasında birey kendinin, zamanının, mekanının farkına
varamaz, etrafındakileri birbirinden ayırt edemez. Zamanla kabul edilenler aynılaşır,
silikleşir...' Özen'in beyaz üzerine beyaz resimleri, birbiri ardına sıralanırken,
fark'ı görmeye çalışmak izleyiciye kalıyor: Beyaz diye geçip gidecek
misiniz? Bakmadan görebilir misiniz?.. Sergide yine resim yüzeyinin kendisiyle
yakından ilintili bir diğer sanatçı da Erman Özbaşaran. Genç sanatçı,
dikenli teller, yollar, kafesler, toprak ve eski binaların belli belirsiz,
silik görüntüleri üzerine perde perde inşa ettiği zamanla ilgileniyor.
Resimlerinde geçmiş zamanları, geride kalan anları, yitik yaşamları
hissederek, durup dururken bir hüzün duyabilirsiniz belki. Genç sanatçı,
yalnızca etrafına bakmış. Yaşadığı çevreyi gözlemlemiş. Yaşadığı
çevreyi yakın plana alan bir başka sanatçı da sergide "Uzaklarda
Arama" başlıklı projesiyle yer alan Nurcan Gündoğan. Mekânsal bir düzenleme
olan resmini gerçekleştirirken fotoğraftan yola çıkan genç sanatçı, yaşadığı
çevrenin parçalanmış gözlemleri üzerinden yeni imge bütünleri oluşturuyor.
Fotoğrafın tanıklığını resme, resmin daha yoğun deneyimini düzenlemelerine
aktaran sanatçı, böylece tek bir gerçeklik üzerinden yeni gerçeklikler üretiyor
ve uzaklık-yakınlık arasında bir ilişki kuruyor. Her mekânda değişen bu
düzenleme yoluyla, göreceli gerçeklikleri parçalayıp bozarak yeniden düzenleyen
genç sanatçı, "gerçeği" dışarıdan müdahaleyle bir tür yapboz
oyununa dönüştürüyor. İmre Soytürk'ün sergide yer alan yapıtının da
oyunlu bir yanı var: Soytürk, kaydedilmiş ve çoğaltılabilir bir imgeler
silsilesi olarak bir film şeritini metafor olarak kullanıyor, ancak şerit üzerine
elle çizgi desenler aracılığıyla söz konusunu nesneyi yeniden tekil,
biricik bir nesneye dönüştürüyor. Bu işin bir yanı. Şerit üzerine çizilmiş
minicik desenler ayırt edilemez görüntüler; beden imgeleri var (ya da öyle
görünüyor) - Soytürk, seyri izleyicinin kendi inisiyatifine (ya da merakına!)
bırakmasıyla bir gizlilik duygusu uyandırıyor, izleyiciye ister istemez bir
tür dikizci konumunda bırakıyor. Gizlilik duygusu deyince: Elif Sezen'in
"Steril-Günlük" başlıklı çalışması, kişisel yaşamın
gizliliğini açık eden, paylaşan; kişinin kendi yaşamının öykülerini,
imgelerini, melodilerini, duygularını bir kabuk gibi gündelik yaşamın kimi
'gerçeklikleri' üzerine bindirerek gerçekten önemli olanın ne olduğunu ısrarla
sorgulayan ve vurgulayan bir yapıt. Desen ve yazılarının arka planındaki
basılı malzeme arasında yetmişlerin imajının doksanlara taşınması, bir
şarkıcının tanrı korkusuyla büyümesi, Vietnam'a gönderilen oğulların
nasıl öldüğü gibi kopuk kopuk ayrıntılar arasında çocukken söylenen şarkılar,
çocukken sevilen şeyler yer alıyor: "Ben" diyor birisi, "en çok
plastik bardakta elma suyu severdim." Dediğimiz gibi, birey olmak ve
toplum, varoluşsallık ve arayışlar, yalnızlıklar ve kaçışlar... Kişisel
öykülerin, perspektiflerin anlamı... Bu yılki sergide yoğun olarak
hissedilen duygu bu.
Ahu Antmen
|
Yeni
Öneriler, Yeni Önermeler |
|
|