|
reklam |
|
|
||||||||||
Fovizm sözcüğü, bilindiği gibi, ilk sergilerini 1905 yılında birlikte açan bir grup genç sanatçının avangard yaklaşımını çaresizce tanımlamak için kullanılmış; bu akımın temsilcileri arasında sayılan Matisse en yaşlıları – o sıralar 36 yaşında- ötekiler 20’lerinde. Kübizmin temellerinin atıldığı dönemde Picasso 26, Braque ise 25 yaşında. Marinetti Fütürist Manifesto’yu yayımladığında 33 yaşında ama, bu akım çerçevesinde bir araya gelen Balla dışındaki ressamlar da o sıralar 20’li yaşlarında. 1914 yılında Rusya'da Konstrüktivizm egemen olurken, öncü temsilcilerinden Tatlin 29'unda, Rodçenko henüz 23'ünde. Hemen hemen aynı yıllarda doğan "Dada ruhu"nu paylaşan sanatçıları anımsadığımızda, yine, çoğu 20'li yaşlarında bir grup genç sanatçının ateşli başkaldırısından söz ediyoruz. Şair Tzara henüz 20'sinde, Arp ve Duchamp 30'a yeni basacaklar, Man Ray 26, Marcel Janco 21 yaşında. 1924'te, Breton'un Sürrealist Manifesto'yu yazdığı tarihte bu akımla ilişkilendiren sanatçıların çoğu 30'una gelmemiş daha: Dali 20 yaşında, Magritte 26, Delvaux 27, Masson 28. Anılan akımların çoğu, bugün 'klasik modernizm' başlığı altında irdelediğimiz bir birikimi ifade ediyor, bir başka açıdan da bütün bu akımlarla aslında izlediğimiz bir 'gençlik sanatı'. Birer akımın temsilcisi olarak genç yaşlarında gündeme gelen sanatçıların çoğunun yaşantıları ve sanatları, bakıyoruz, bu akımlara dair ilk ateşlerin yakıldığı dönemki kadar ilgisini çekmiyor tarihçilerin, üstelik adı geçen sanatçılann büyük bir çoğunluğu da 'genç' kalmıyor. Sözgelimi o “vahşi yaratık”lardan Derain, sonraki yıllarda deneysel yaklaşımını terk ederek daha alışılagelmiş manzara ve portreler yapmaya başlıyor, Vlaminck'in enerjisi duruluyor. Rusya'da sonradan yaşananlar nedeniyle, Tatlin ve Rodçenko gibi sanatçıların inançlı bir çabayla oluşturduklan sanatsal yaklaşım bugün, “yitirilmiş bir ütopya” olarak anılıyor. Beuys'un dediği gibi, Duchamp'ın ileriki yaşlardaki sessizliği abartıldı mı, tartışmaya değer bir konu. İlginç bir örnek, 1910'lu yıllarda adını sanat tarihine yazdıran ilk 'metafizik' tarzda resimlerini yaparken 20'li yaşlarının başında olan Giorgio de Chirico'nun 1940'lı yıllarda bu ilk dönem resimlerinin kopyalarını ya da benzerlerini yaparak onları geçmişe tarihlemesi! Elbette aynı 'taze' bakışını ve yaratıcılığını bir yaşam boyu sürdürebilen ya da özellikle olgunluk dönemi yapıtlanyla dikkat çekmiş çok sayıda sanatçıdan da söz edilebilir, ama 20. yüzyılın ilk yarısında hızlı ve radikal bir sanatsal dil değişimine neden olan sanatçıların pek çoğunun kutlanan-kutsanan yaratıcılık şiirlerinin gençlik dönemlerine rastgelmiş olması da oldukça dikkat çekici. 20. yüzyılın ilk yarısındaki bu “genç ruh'un dünyada yaşanan genel atmosferle bir ilgisi var. Ünlü sanat eleştirmeni Robert Hughes'un "Yeninin Şoku"nda değindiği gibi, 1880-1930 arasında Avrupa ve Amerika'da sahnelenen kültürel bir deneyden söz edilebilir gerçekten de. Hughes'un sıklıkla sorulan ve tartışılan bir sorusu var: "1890 yılında avangard'ın sahip olduğu, 1980'lere gelindiğinde ise yitirilen o şey neydi?" Kendi sorusuna yanıtı: "Heyecan, idealizm, özgüven, birçok yeni konunun irdelenebileceği inancı ve her şeyin ötesinde, sanatın en tarafsız ve soylu biçimde kökten değişmekte olan bir kültürü anlamlandırabilmek için gerekli metaforları yaratabileceği duygusu." Hughes'un kullandığı heyecan, idealizm, özgüven, inanç gibi sözcüklerin 'gençlik' kavramıyla özdeş tutulagelmiş olgular olması ilginç-gençlik bugün hala bu özellikleri taşıyor mu, tartışılıyor-peki, Türk gençliği ne kadar heyecanlı, idealist, özgüvenli ve geleceğe dair inançlı, bu da konumuz dahilinde yerinde bir soru. Borusan Sanat Galerisi'nin bu yıl sekizincisini gerçekleştirdiği "Yeni Öneriler – Yeni Önermeler", işte bu yüzden, bana kalırsa Türk sanat ortamının en önemli sergilerinden biri. Türkiye'nin, sanat olgusunun bile bir kavram kargaşası içinde tartışıldığı, gerekli kurumsal altyapıdan yoksun ve yozlaşmış kültürel ortamı içinde, yoluna devam etmesine yönelik ekonomik, sosyal ya da kültürel koşulların aleyhinde olduğunu bile bile sanat yapmaya karar vermiş genç kişilerini bize gösteriyor, bir. Yaratıcılığın genellikle teknik beceri ve geliştirilebilir yetenekle ölçüldüğü bir eğitim sistemi içinden yetişen gençlerin arasından, dünyaya belli bir sosyal düşünce ve duyarlılık penceresinden bakan, içinde yaşadığı kültürel koşulları sorgulayan ve kendi öznel duruşunu kurmaya çalışan, farklı ifade biçimleri ve malzemelerle deneylere girişen gençlerin dünyasını görünür kılıyor, iki. Geleceğe dair umudun en çok hissedildiği bir ruhsal yapının temsilcisi olan bu sanatçıların, yaşamlara sinsice sinen konformizmin ve ekonomik zorunlulukların henüz uzağında durarak yarattıkları görsel dünyalar, genel olarak gençlerin soru işaretlerine, kaygılarına, arayışlarına dair bir zemin oluşturuyor-böylece onlara ve kendimize dair soru sorabileceğimiz bir ortamın kapılarını aralıyor, üç. Sorulardan çok hazır cevaplarla yetinen, ezberinde hazır formüllerin kıstırıcı kodlarıyla yaşayan bir toplumda, gençlerin, bu hazır formülleri ve yapıları sorgulayan bir üretimi gözler önüne sermeleri dikkat çekici. “Yeni Öneriler - Yeni Önermeler"in sekizinci sergisinin ilk kesiti, kimlik, yozlaşma, yabancılaşma gibi kavramlar içinde geziniyor ve genel olarak bu olguların sosyal ve bireysel anlamda psikolojik etkilerini irdeliyor. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden Gökçe Süvari ve Elmas Deniz'in Bacteria başlıklı işi, bu açıdan özellikle dikkat çekici. Modern toplumların tüm kurumlarının 'iyileştirme' mantığının örtük anlamını ve sonuçlarını irdeleyen bu iş, Ivan Illich'in Sağlığın Gaspı'nda tüm boyutlanyla tartıştığı gibi, tıptaki ilerlemenin yol açtığı hastalıkları toplumun sosyal ve kültürel alanları bağlamında ele alıyor. İzmir Urla Devlet Hastanesi ve Karataş Ermeni Hastanesi'nden edindikleri çeşitli yazılı ve görsel belgeleri kullanan sanatçılar, bu mekanların belleğini de kullanarak toplu bir temizlik ve iyileştirme faaliyetinin iyi niyetini sorguluyorlar. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden Başak Şimşek de aslında sözü edilen bu toplu iyileştirme sürecinin birey bağlamında sonuçlarını irdeleyen bir iş sergiliyor: Kimliksiz, bedenine ve kendine yabancılaşmış bireyin kimliksizliğini ve benlik yitimini sergiliyor - bireyin iktidar karşısında sindirilmişliğini gözler önüne sererken, ona ait tek şey, bir saygı ifadesiyle göğüste birleştirilmiş ellerle ifade edilen savunma mekanizması. Ragıp Basmazölmez (M.Ü.G.S.F.) ise, giderek sıradanlaşan, aynılaşan; ben'e yabancı standart arzuların tutsağı olan bireyin yaşadığı sıkıntıyı göç ve kültürel karmaşa bağlamında ele alıyor. Yoz Duruş başlıklı yerleştirmesinde bavul ve kaldırım taşı gibi biri sabit, diğeri taşınabilir iki nesneyi basma kumaşla kaplayan genç sanatçı, Anadolu kültürünün göstergelerini kent bağlamına taşıyarak benliğini korumaya çalışan bireyin 'ne içerde-ne dışarda' konumunun sıkıntısını gözler önüne seriyor. Aslında yine kente, kentleşmeye, modernleşmeye ve sonuç olarak yabancılaşmaya, ama daha farklı bir bağlam içinde bakan bir sanatçı da Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden Serap Doğan. Genç sanatçı, Soyutlama başlıklı işinde modern mimari yapıların karşısında insanın konumunu irdeliyor sanki; doğadan ve kendi doğasından giderek uzaklaşan bireyin kent deneyiminde bulduğu yeni bir 'doğal' ortamı vurgulayan fotoğrafları, doğada rastlanan geometrik kurguların bir metaforu gibi görünüyor. Söz ettiğimiz bu sanatçılarda, insanın hızına yetişemediği ama ardından sürüklendiği bir dünyanın yarattığı koşullann bir sorgusunu görüyoruz; Cem Ece (D.E.Ü.G.S.F./M.Ü.G.S.F.) de bu sorgulama sürecine, gerçek ile kurgunun iç içe geçtiği medya bağlamında giriyor. Bugün artık dramatik efektlerle izleyicinin adeta algılama biçimleriyle oynayan haber bültenlerini irdeleyen Ece, Haykırış başlıklı işinde haber alma biçimlerimizin yapısal özelliklerini yabancılaştırıcı bir biçimde yeniden kurarak mesajını iletmeye çalışıyor. Sergide bir video çalışmasıyla yer alan Arife Güzelyıldız'ın Amerikan Güzeli filminde film içinde film gibi yer alan küçük görsel şiiri anımsatan hikayesi de bir hız dünyasının içinde kendi yolunu, kendi varlığını arayan bireyin çıkmazını gözler önüne seriyor. Bu filmde siyah bir naylon torba, rüzgarda uçuşan köksüz bir yabani ot gibi kent trafiğinin uğultusunda, ışıltısında yalnız, yitik bir ıssızlık hali gibi var ve yok. Günümüz Sanatçıları sergisinden anımsayacağımız Yasemin Özcan Kaya (M.S.Ü.G.S.F.) da yine bir video işle, ironik bir neşe katıyor sergiye; Türkiye sanat ortamının tartıştığı küratörlük kavramını genç bir sanatçının perspektifinden irdeliyor. Çocukluğuna dair izlerden biri olan Yurttan Sesler korosunu bir fon gibi kullanarak sanat çevresinden küratörlerin sesleri ve sözleriyle birleştiren sanatçı, sanat ortamının yeni yönlendirici odaklarını anlamaya ve belki sorgulamaya girişiyor. Dört yıllık bir süreçte "Yeni Öneriler - Yeni Önermeler"
sergilerinde yer almış gençlerin önemli bir bölümünü bugün sanat ortamında
görebiliyor muyuz? İlk çıkış sergilerinde yaptıkları işler ne kadar
tartışılıyor, değerlendiriliyor? Gençlere öncelik veren sergilerde dikkat
çektikten sonra başka kurumların kapıları onlara ne kadar açık? Bu
soruların yanıtları, yıllardır uzun uzadıya tartışılıyor ama iyi
niyetlere karşın değişmiyor. Şmdi yeni bir sergi yine potansiyel taşıyan
gençleri sanat ortamına tanıtırken belki de unutulmaması gereken,
"Yeni Öneriler - Yeni Önermeler"in salt bir sergi başlığı değil,
Türkiye sanat ortamının tüm birimlerini ilgilendiren bir çağrı olduğudur.
Gençler, ancak olanak verildikçe yollarına devam edebiliyorlar; kendi
kendilerine olgunlaşmaları beklendiğinde ise ya ortadan kayboluyorlar, ya da
yukarıda sözünü ettiğimiz 'taze bakış'ı çoktan yitirmiş oluyorlar. |
|
Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]