Köşe Yazısı

BaÅŸka Bodrum Yok!

Yazan: Baran İdil Tarih: 26 Kasım 2009
Cumhuriyet Türkiyesi'nin kentleşme alanında en önemli yaratısı!



Çok uzun yıllar bir Türk-Alman ortak yapımı olan Ankara dışındaki tüm kent ve kasabalarımız, lümpen kültürün giderek ağırlaşan ve politikaya da egemen olan gücünün etkisiyle yozlaşır ve kimliksizleşirken, Bodrum bir avuç solcu yazar ve aydının ateşlemesiyle bu kıskacın dışına çıkmış idi. Buna 'devrim' demek yanlış olmazdı. Çünkü demokrasinin, özgürlüğün ve hoş görünün "görüldüğü yerde vurulması istenen bir dönemde" yaratılmıştı Bodrum. Yaratılan, sapına kadar demokrat, özgür ve hoşgörü yüklü bir kentsel yaşam idi.

Yalnız Ankara ve İstanbul gibi kentlerden değil Anadolu'nun her kentinden gelenler bu yaşamın sihrine kapılıyor ve buldukları ortama asla yabancı kalmıyorlar idi. Bu nedenle prof. Mümtaz Soysal, Bodrum'a "açık hava tımarhanesi" diyordu. Çok da yakışıyordu bu sıfat, çünkü her gelen biraz tımar oluyordu!

İstanbul ve Ankara'nın o dönem basınında dahi, Bodrum'da yaşanan bu özgürlüğü hazmedemeyen ve Bodrum yaşamını "dejenere" olarak niteleyip her fırsatta saldırı hedefi yapan çok idi. Tüm bu saldırı ve "Geleneksel Türk kültürü ile uyuşmuyor," edebiyatına karşın, "Alışmamış denen bu popoda, bu don çok da iyi duruyordu".

İnancım odur ki Bodrum evrensel ölçekte bir değer yakalamıştı. Başta 1950'li yılların Cevat Şakir'i, Sabahattin Eyüpoğlu ve Azra Erhat olmak üzere pek çok yazar ile sanatçının yanısıra, bu aydınların yarattığı sosyal yaşama uygun bir kent planı oluşturan Mimar Tuğrul Akçora ile ODTÜ ekibi ve tabii bu organizasyonda büyük katkısı olan İller Bankası Şehircilik Dairesi her türlü övgüyü fazlasıyla hakediyor. Kuşkusuz o dönemin Bodrum halkı ile Bodrum ziyaretçilerinin çoğunluğunu oluşturan üniversite öğrencileri ve çoğu solcu aydınlar da bu sosyal yaşamın yapı taşları olarak saygıyla anılmayı hak ediyorlardı.

1970'li yılların başlarından itibaren gerek Sit kurumları, gerekse koruma planlarıyla kontrol edilmeye çalışılan Bodrum coğrafyası, çok uzun yıllar (1980'li yılların ortalarına kadar) oldukça iyi korundu ve gelişti denebilir. Bunda sahil karayolu yapılıncaya kadar, Bodrum'a ulaşmanın zorluğunun da ciddi payı vardı. Uzun yıllar, bu ulaşım eşiğini aşmak için, Bodrum'a gerçekten tutkun olmak gerekiyordu.

Ancak Bodrum‘da yaratılan bu özgürlük ortamı öylesine çekici idi ve bu bulunmaz değer çok özel tarih ve doğa değerleriyle bir araya gelince öyle bir çekim yarattı ki, ülkenin etkin rant patronları bu frsatı görmezden gelemezlerdi.
O güne kadar koruma mekanizmalarıyla büyük ölçüde korunabilmiş olan Bodrum yerine Kuşadası, Marmaris, Fethiye gibi yerleri yağmalamak rant patronlarına daha kolay gelmişti. Deyim yerindeyse oraları tam kontrollerine almışlar ve yağma önündeki engelleri oldukça eritmişlerdi. Artık sıra Bodrum'a gelmişti. Bunda, mevcut siyasal yönetimin özelleştirme politikasının dış sermaye ile kurduğu ilişkinin çok ciddi payı var idi.



Koylar marinalara, ormanlar otellere ve golf tesislerine adeta kayıtsız şartsız tahsis edilebiliyordu. Bu iş için plan yapma yetkileri değişebiliyor ve her çeşit teşvik yapılıyordu. (Sanıyorum Muğla valiliğine verilen çevre düzeni planı yapma yetkisi, bir süre sonra gündeme gelecektir.)

Bundan yaklaşık 10 yıl önce, yani globalizmle desteklenen yeni yağmacılık döneminin başlarında, Bodrum halkının temsilcileri olan sivil toplum örgütleri Mimarlar Odası koordinatörlüğünde "Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nca yaptırılan Çevre Düzeni Planı ve bu planı referans alan bir Nazım Plan"ın olumsuz kararlarını tartışmak ve protesto etmek için bir toplantı organize etti. Açık hava tiyatrosunda ve yaklaşık 1500 kişinin katılımı ile oluşan bu organizasyon, bir kent halkının kentine sahip çıkmak için gösterdiği benzeri görülmemiş bir "kültürel reaksiyondu". O toplantıya konuşmacı olarak katılmış ve hiç olmadığım kadar heyecan duymuş idim. O ilklere imza atan Bodrum, yeni bir ilki yaratmış idi.

Ankara'ya döner dönmez üyesi olduğum Mimarlar Odası Planlama Komitesi kanalıyla ve Mimarlar Odası'nı sürekli ikaz eden yazılarla, bu etkinliğin basın ve medyada sürdürülmesini zorladım. Savım, Bodrum'un Türkiye kentleşmesi ve planlaması için "elde kalmış tek kale" olduğu tespitine dayanıyordu. Herkes gerek bu tespitime gerekse etkinliğin önemine katılıyordu ama, sonsuza kadar süreceğine inandığım "oda içi çekişmeler" nedeniyle konu gündemde tutunamadı.

Medya ise kendini besleyen ve uyaran bir kurum bulamadığı için aslında çok iyi tanıdığı ve kendisine her zaman haber kaynaklığı yapan Bodrum'un bu sorunlarıyla ilgilenmedi. Böylece Bodrumlu'nun yarattığı o muhteşem başkaldırı, kelimenin tam anlamıyla "Güme gitti"!

Bir yıl önce Bodrum'a taşındım. Sanıyorum Şair Can Yücel'di... "Hayatı biraz his, biraz hayal karıştırarak, çok keyifle yaşanan bir serüvene dönüştürebilirsiniz," diyordu. İki kanser ameliyatından sonra Bodrum'a taşınmamı, "Ölmeye yatmak" gibi algılayan bazı dostlarıma şunu söylemeliyim: Hiç öyle değil!... Planlama ve mimarlık dünyasında yaşadığım serüvenler, Can Yücel'in dediği, gibi tam gaz sürüyor. Buna bir de Bodrum'un sunduğu doğa serüvenleri eklendi.

Bodrum'a adımımı attığım gün, sol ayağıma kısmi felç gelmiş idi. Ancak Bodrum Devlet Hastanesi'nin (benim yaptığım gibi) "gemileri yakarak" oraya yerleşen müthiş bir genç beyin cerrahının yaptığı omurilik operasyonu ile iyileştim. Bodrum Devlet Hastanesi de, doktorları da övgüyü hak eder düzeydeler. Bunu çok kez tespit etme olanağınım oldu. Ancak Bodrum'un sağlık alanındaki müthiş gelişmesine ve sanat organizasyonlarındaki ciddi başarılarına karşın, kentleşme konusunda endişe verici bir süreç yaşamakta olduğunu neredeyse 24 saatlik bir gözlemle algılayabilirsiniz.

Tanrının muhtemelen boş bir zamanında, özene bezene yarattığı o dramatik koylarla yeşil tepe kombinasyonlarını insanoğlunun ne kadar duyarsızca yapılandırdığını görmek için Gümüşlük'e gün aydınlıkken uğramanız yeterli. Ortaklar'a yaptığımız bir tekne gezisinden dönerken, dünyanın en güzel kalelerinden biri olan Bodrum Kalesi'nin arka fonunda var olan yeşili yoğun bir şekilde işgal edip yapılaştıran ve kalenin siluetteki ihtişamına son veren gelişmeleri gözleyebilirsiniz. Kale artık ancak ışıkları yanınca eski ihtişamına ulaşıyor. Bodrum tepelerini çekirge sürüleri gibi işgal eden 2. konutların 20-40 bin adedinin "henüz satılmamış" yeni yapı olduğunu duymak, yakın geleceğin ne olacağını yeterince vurgulamıyor mu? Galiba hayır! Sayın Emre Kongar'ın dediği gibi "Yağma kültürü herkesi öylesine sarmalamış ki, kimsenin yarının ne olacağıyla ilgisi yok!". Her olay son derece doğal karşılanıyor.

Belediye seçimlerinde, partilerin halka vaatlerini dinledim: 3 parti de konuşmalarının başında ‘'daha çok konut parseli" üretmeyi vaad ediyorlardı. Bir tanesi ise mikrofondan davudi sesiyle "sit sorunlarını çözmeyi" (!) vaad ediyordu. Oysa bir TV konuşmasında (sonuçta seçilen) Bodrum Belediye Başkan adayı Sn. Mehmet Kocadon'un "...Devletin büyük otel yatırımlarını ve golf sahalarını teşvik politikasını eleştirirken" söyledikleri, çok gerçekçi ve hoş tespitlerdi. Sn. Kocadon, Bodrum'un turizm gelişmesinde devletin teşvik verdiği otellerin değil, Bodrumlu'nun oluşturduğu pansiyon ve butik otellerin ana rolü üstlendiğini ve bu gerçek algılanmadıkça doğru politikalar üretilemeyeceğini vurguluyordu. Sn. Kocadon'un bu iç açıcı tespiti, benim gibi hayalperestlere elbette umut vermiştir. Ancak "bağımsız" bir Belediye başkanıyla nereye kadar gidilebilir? Arkasında bir parti, ya da demokratik toplum örgütleri, üniversiteler, meslek odaları olmadan bu arazi mafyasıyla baş edilebilir mi? Daha da önemlisi arsa mafyasına, malının değerlendirilmesi açısından "daha iyi gözle bakan" Bodrum Yarımadası hemşehrilerine bu problem nasıl anlatılabilir?

Ben bir hayalperestim ama o kadarda değil. Bu şansın ‘'yakın bir gelecek'' için kaçırıldığını düşünüyorum. 7-8 yıl öncesinin 1500 kişilik kültür savaşçısının yeniden örgütlenmesi, belki yeni bir savaşımı başlatmak için yapılacak en önemli işlem olabilir. Üniversitelerimiz bitkisel hayattaymış gibi gözüküyor olmalarına rağmen, ben gene de onların "güzellik uykusunda" olduklarına ve bir süre sonra uyandırılabileceklerine dair umudumu koruyorum. Örneğin ODTÜ, geçmişte Bodrum'un Bodrum oluşundaki rolünün etkisiyle, belki yeni bir rol için tekrar heyecanlanabilir. Neden olmasın? Hala bir sürü değerli hocası var.
Bodrumda yaşananların bir vahamet noktasına doğru hızla gitmekte olduğunu ve durumun yoğun bir olumsuzluklar kümesi olmanın çok ötesinde "bir kriz durumu" olduğunu, zayıf bir ihtimal de olsa, devlete ve muhalefete anlatmayı denemekte yarar olabilir. (Kabul etmek gerekir ki, Mimarlar Odası ve üniversiteler dahil, kültürle ilgili kurumlarımızın Kültür Bakanlığı'nı uyarma görevini yeterince yerine getirdiği söylenemez.)

Ancak her şeyden önce konuyla ilgili kişi ve kurumların sorunun ağırlığını yeterince algılamaları çok önemlidir. Benim gibiler ‘'Vahamet tellallığı mı yapıyor, gerçeği mi söylüyor?'' bunu algılamaları gerekiyor. Ülkemizde pek çok değer yargısı çok sık değişiyor. Halkın aydın kesime olan inancı eskisi gibi değil. Atalarımızın söylediği "Bir musibet artık bin nasihatten iyi olmaya" yetmiyor. (Ne kadar musibet gerekiyor derseniz, bence 500'den az değil.)

Yani Bodrumlu'ya yakın gelecekte, bu gidişin iyi şeyler getirmeyeceğini anlatmanın yol ve yordamını bulmak zorundayız. Bunun çok zor ve uzunca bir süreç gerektireceğini ve bu savaşımı yapmak için var olan yerel örgütleri sorunsalın etrafında bütünleştirmek ve güçlendirmek gerektiğini anlamaları gerekiyor.

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: sayý 9, büyük harf "B", büyük harf "H", büyük harf "E", sayý üç, büyük harf "F"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız