İçeriksiz Doğrular 2: Köylü Kenti İşgal Etti
Türkiye kentlerinin bugünü üzerine konuşanların (uzmanların değil) kolay uzlaştığı konulardan biri bu: Köylüler ve köylülük kenti işgal etti; kentsel düzen (mimarlık, terbiye, ağıztadı, doğa ve daha aklınıza ne gelirse) bozuldu.
Toplumbilimcilerin iyi bildiği bir gerçek var: Kentsel işçi sınıfının kökeni iki toplumsal gruptan olabilir. Ya köy kökenli artık nüfus işçileşecektir, ya da kentli küçük üreticiler, zanaatçılar. Örneğin, Alman sanayileşmesinde ikincisinin, Rusya'da birincisinin sözkonusu olduğu söylenebilir. Türkiye'de de olup biten geç 19. yüzyıl Rusya'sındakine benziyor. Kuşkusuz, zanaatçıların işçileşmesinin sözkonusu olduğu ülkelerde de kırsal kökenli nüfusun kente kitlesel göçünden bahsedilebilir. Yani, köylülük dünyanın her yerinde kente doğru akmıştır, akmaktadır. Yeryüzünün hiçbir yerinde sanayi çağının devleşmiş kentleri kentlilerin doğal nüfus artışıyla bu boyutlarına ulaşmadılar. Ve o boyutlara ulaşırken de, her yerde altyapı, barınma koşulları vb. değişime kolay ayak uyduramadı; bir geçiş sürecinin yaşanması gerekti. Türdeş yapılı küçük kentler heterojen yapılı büyük kentlere bir çırpıda dönüşmediiler.
O halde, Türkiye'deki durumun şaşırtıcı bir yönü yok. Olsa olsa, bu değişim sürecine bir de ucuza kentleşmeyi zorunlu kılan sermaye kıtlığının vahim etkileri eklenebilir. Kente yeni gelenleri yerleştirecek yeni kentsel alanlar eklemenin masrafı bu kıtlık nedeniyle karşılanamadığından ötürü, buradaki yeni kentliler gecekondu alanları yaptılar kendilerine. Oysa, İngiltere'de sermayedarlar onlar için işçi mahalleleri inşa edebilmişlerdi. Koşullarsa 19. yüzyıl işçi mahallesinde 20. yüzyılın Türk gecekondusundan belki de daha kötüydü.
Durum böyleyse, Türkiye'de yeni kentlileşen köylünün varlığından duyulan rahatsızlık niye bu kadar belirgin?
Bunun yanıtının tekil olmadığı kesin. Ancak, yanıtlardan en az birinin galiba şu soruyla bağlantılı olarak aranması gerekiyor: Yüksek kentleşme oranlarının gündeme gelmesi öncesinde Türkiye'nin kentsel birikimi ne kadardı? Hızlı değişim öncesindeki kentler ne kadar kent, kentliler ne oranda kentliydiler? Örneğin, kentleşmenin tırmanma çağı öncesinde Türkiye'nin "nominal" kentlilerinin ne kadarı gerçekten kentsel işler yapıyor, kentsel hizmetler talep ediyor, kentsel bir kültürün verilerini üretiyorlardı? Sözgelimi, Muğla nominal olarak bir kentti, ama 1950'lerde bile kentliler yazın bağlara gider ve tarımsal üretimde bulunurlardı. Makedonya'da Manastır Geç Osmanlı dünyasının en gelişkin ve modernleşmiş kentlerinden biriydi. Ama benim oldukça varlıklı bir subay ailesi olan (yani eğitimli) atalarımın evinde, kentin ortasında, inek besleniyordu. Bir ölçüde İstanbul hariç, bütün Türkiye'de geleneksel kentliler çarşıdan aldıklarından fazlasını evlerinde üretir ve kendileri tüketirlerdi. Ve nihayet kültürel bağlamda, modern-öncesi dönem Türkiye'sinde kentsel kamusallığın ne denli cılız olduğunu görmezden gelmeyi daha ne kadar sürdürebiliriz? Yine biraz İstanbul hariç, kentlilerin gün batımında evlerine kapandığı, kamusal alanın ulaştırma dışında pek az kullanıldığı ve ilişkilerin akrabalık çizgisinin dışında sıfırlandığı bir toplum ne kadar kentli bir toplumdu?
Açıkçası, bugünün Türkiye'sindeki kentsel sorunları anlamak için, hızlı kentleşme çağı öncesinin gerçeklerine göz atınca, köylülüğün kenti işgal ettiğinden yakınanların savlarını tam tersine döndürmek daha doğru gibi gözüküyor. Türkiye geç kapitalistleşmiş ve geç modernleşmiş bir ülke olarak, kırsallığı çok uzun bir süre boyunca kentin fiziksel, toplumsal ve kültürel dokusunun içinde sağlam bir biçimde muhafaza etmiştir. Biraz kavramsal bir çarpıtmaya başvurulursa, kentlilerin önemli bir kesiminin hızlı kentleşme çağı öncesinde de epeyi önemli ölçüde köylü olduğu iddia edilebilir. Dolayısıyla, Türkiye'de egemen kentsel kültürün sanayileşme döneminde (1950 sonrasında) köylüleştirildiği savı anlamlı gözükmüyor. Gerçek şöyle olmalı: Kendisine kırsaldan tümüyle özerk bir kentsellik yaratamayan modern-öncesi ve sanayi-öncesi Türkiye, o dönemden başlayarak modern ve ülke ölçeğinde tümel bir kentlilik yaratmaktadır. Bu değişim ise, daha Ortaçağ'dan beri kırsalla kentselin çok kesin çizgilerle tanımlandığı Avrupa'dan farklı bir süreç içinde yaşanmaktadır. Bir zamanlar kentleri bile yüksek oranda kırsal olan bu ülke, bütünüyle kentselleşmiş ve köylülüğü bir yüzyıldan kısa bir sürede tasfiye edecek bir ülkeye doğru evrilmiştir. 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken Türkiye %90'ları kentli olan bir toplumu barındıracaktır.
Öyleyse, kentlerin köylülerle dolarak kırsallaştığından değil, eski kentlilerin de eski köylülerle birlikte değişerek, yepyeni bir kentlilik ve kentsellik oluşturmaya koyulduğundan söz edilmelidir. Kentsel dertlerin ve değişimin sadece eski köylülerin sorunu olduğunu sanmak Türkiye'nin kentleşme gerçeğini hiç anlamamak demektir. Bağdat Caddesi'ndeki ya da Kavaklıdere'deki "lüks" apartmanlar varoşlardaki apartmanlara neden bu kadar çok benziyor acaba?