Türk İnsanının Tatil Alışkanlıkları ve Mimarlık
Yaklaşık olarak Tarsus’tan Fenike’ye, Kaş’tan Bodrum’a, Didim’den Çanakkale’ye ve Gelibolu’dan İstanbul’a kadar, Türkiye’nin Karadeniz hariç tüm kıyıları ikinci konut denen tatil evleriyle kuşatılmış durumda. Yalnız üst gelir grupları değil, hatta onlardan da fazla orta gelir katmanlarından aileler tatil denince, kendi “öteki” evlerine taşınıp en az dört ayı orada geçirmeyi anlıyorlar. Sonuç, ister Mersin-Erdemli’de olduğu gibi 12-16 katlı dev apartman bloklarında, ister Bodrum Yarımadası’ndaki gibi standart beyaz tatil prizmalarında somutlaşsın, mimari anlamda hemen daima berbat.
Bu gerçeği görünce, akla iki soru geliyor: Birincisi, Türkiye neden tatil konutu yapımı konusunda dünya rekorları kırıyor? Örneğin, Türkiye’den daha zengin çoğu ülkede neden bu yoğunlukta bir tatil evi edinme ve kullanma saplantısı yok? İkincisi ise, bu talep patlaması neden mimari kalitede bir tırmanmaya neredeyse hiç yol açmıyor?
Soruların yanıtlarının ne yalın, ne de tekil olmadığını biliyorum. En azından kısmen, ikinci konut edinme hevesinin eldeki parasal birikimi bir tür yatırıma dönüştürme kaygısıyla ilişkili olduğu açık. Ama, ondan daha derinlerde başka gerekçeler de aramak gerekiyor. Örneğin, Türkiye’deki tatil yapma alışkanlıklarını sorgulamakta yarar var. John Urry’nin bir saptaması aydınlatıcı gözüküyor. Urry şöyle der: “Turist olmak ‘modern’ olmayı tanımlayan niteliklerden biridir”. Gerçekten de tatil yapan ve rekreasyon amacıyla seyahat eden insanın ilk olarak İngiltere’de 19. yüzyılda ortaya çıktığından haberliyiz. Bu insan geçmişte bir zorunluluk olan seyahati eğlenceye, kişioğlunu da turist denen mekan ve imge tüketicisine dönüştürdü. Tatil, onun için, artık evinin tanımladığı özel alandan, otelin, pansiyonun, restoranın, kafenin tanımladığı kamusal alan ve mekanlara doğru bir açılma demekti. Bu açılmanın sonucu olan ve özelden kamusala uzanan geniş mekansal egemenlik bölgesine, zamana egemen olmaya yönelik bir diğer açılım da eşlik ediyordu. Tatil, o çağa kadar bilinmeyen türde, yeni bir zamana egemen olma biçimi demekti. Özel mekanını (evini) belirli bir zaman aralığı için terkeden ve geziye çıkan insan artık karmaşık bir zaman çizelgesi belirlemek ve ona göre devinmek zorundaydı mekan içinde. Sözgelimi, erken 20. yüzyıl İngiltere’sinde seyahate çıkanlar kimi zaman yanlarına ağır bavullar almaz, yolculuk öncesinde güzergahlarında konumlanan (ve yer ayırttıkları) otellere kendi adlarına eşya paketleri postalarlardı. Tatilci, küçük bir valizle dolaşır, temizlerini paketten alıp kirlilerini yine paket postasıyla evine geri yollardı.
Modern insanın tatili böylesine rasyonel biçimde planlanmış bir zamana ve mekana egemen olma etkinliğidir. Bugün de aynı derecede sistematik bir uğraş olmayı sürdürüyor. Türkiye’deyse henüz ancak çok küçük bir azınlık bu karmaşık ve rasyonel tatil sistematiğini gerçekleştirebilecek kadar “modern”. Onun içindir ki, tatil eylemi bir evi bırakıp diğer bir eve gitmek biçimindeki basit bir sistematikle başarılabiliyor yalnızca. Tatil sitelerini dolduran milyonlar, turiste dönüşmelerini sağlayacak ciddi, programlı ve karmaşık tatil organizasyonlarının zor hünerinden henüz habersizler. Onların “erken modern” becerileri yılı iki ana parçaya bölmekten daha karmaşığını yapmaya da, ondan başkasından keyif almaya da yetmiyor. Daha da önemlisi, aynı kitle, Batılı turisti bir “kitsch-adam” haline getiren imge ve mekan tüketim tekniklerinden ve bilgilerinden de yoksun. Batılı “kitsch-adam” tatil etkinliği öncesinde o içeriksiz, basmakalıp bilgileri ön-hazırlık yapıp çalışarak öğreniyor. İtalya’da (kültür ve romantizm), Türkiye’de (Osmanlı mirası militarist görüntü), Mısır’da (Tutankhamon ve oryantalizm) neler bulacağını o sayede biliyor ve ona o sayede, o ülkelerde bekledikleri sunuluyor. İtalya’ya gelen İsveçli kızlar profesyonel İtalyan zamparalarıyla romantizm yaşadıklarına, Türkiye’de mehter takımı görünce Osmanlı’yı tanıdıklarına, Mısır’da deveye binip Mısır gerçeğini kavradıklarına bu sayede inanıyorlar.
Oysa, tatili henüz boş vakit kavramından başka hiçbir biçimde tanımlayamayan Türk orta sınıfları için, tüketilecek bir imgeler repertuarı bile mevcut değil. Programında Fransa’ya gidip Lafayette gibi süper mağazaları dolaşmaktan daha ilginç hiçbir şey henüz yok. Aynı insan nasıl bir türlü turiste dönüşemiyorsa, ülkesinde kaldığında da, bir türlü yazlıkçı olmaktan uzaklaşıp tatilciye dönüşemiyor.
Bu durumda Türkiye’de tatil mimarlığının genel manzarasının neden bu kadar sefil olduğu sorusunu artık sormayacağınızı umuyorum. Tatili bir evden diğerine geçici taşınma olarak anlayan bir toplumun, birinci konutu hangi kalitedeyse, ikinci konutu da ancak o kalitede olabiliyor. Farklı bir mimari kaliteye ancak, o mekanlara talep yöneltenlerin farklı bir modernite aşamasına erişmesiyle ulaşılacak.