Arkitera Diyalog

Uğur Tanyeli

Makalelerinden - 6

Mimarlar Reklam Yapar mı?

Son günlerde Türk mimarlık dünyasının gündeminde şaşırtıcı bir haber var. Bir mimar, Aydın Boysan, bir diğer mimarı, Behruz Çinici’yi, bir yapı malzemesi reklamında gözüktüğü için Mimarlar Odası’na şikayet ediyor. Oda yönetimi de, bunun Üzerine Çinici’den açıklamada bulunmasını talep ediyor. Şikayete zemin oluşturan gerekçe ise şikayetin kendisinden daha ilginç: Mimarlar Odası Yönetmeligi’nin 7.i. maddesinde, mimarlarin “hiçbir biçimde” reklam yapamayacağı gibi bir ifade var. Söz konusu şikayetin ile ilgili “soruşturma”nın sonuçlarının ne olacağını bilmiyorum. İşin o tarafi önemli de gözükmüyor. Asıl önemli olan, mimarların reklam yapamayacağına ilişkin o maddenin varlığı ve o maddeye temel oluşturan mesleki zihniyet yapısı.

Reklam sözcüğü hangi biçimde tanımlanırsa tanımlansın, mimarlar 15. yüzyıldan bu yana reklam yapıyorlar. 19. yüzyıldan beriyse reklam mimarlik kariyerinin olmazsa olmaz bir bileşeni. Ve bütün bunlar apaçıkken, 21. yüzyılın başında, Türkiye’de Mimarlar Odası Yönetmeliği mimarların reklam yapıp yapamayacağıyla ilgili bir maddeyi içeriyor ve Oda soruşturmalara girişiyor.

Reklamın varolmadığı ve mimarlik hizmeti bağlamında kesinlikle yadsındığı bir çağ tabii ki vardı. Mimarların ya da yapı üreticilerinin lonca türünden bir meslek örgütü içinde gruplaştığı prekapitalist (geleneksel) sistemlerde, bir meslek adamının çıkıp meslektaşları zararına olarak kendi becerilerini sayıp dökmesi, o meslekten çıkarılmayı gerektirecek kadar büyuk bir suçtu. Bir mesleki hizmeti meslektaşlardan daha ucuza, daha az malzeme kullanarak, ve hatta daha efektif bir çözüm bularak yapmak ye bunları yaptığını iddia etmek geleneksel dünyanın kabul edebileceği birşey değildi. Bir malzemenin diğerinden daha iyi sonuçlar verdigini iddia etmek de Öyleydi. çünkü, geleneksel meslek Örgütleri (loncalar) o mesleğe katılımı son derece sıkı bir biçimde denetlerdi. Bunu yapabilmek için ise, meslek-içi dayanışmanın son derece sıkı olması ve dolayısıyla, meslektaşların birbirlerinin “ayağına basmaması” gerekirdi.

Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu çağdaş dünyada giderek tırmanan bir biçimde mimarlık hizmeti ve o hizmeti vermek için kullanılan malzemeler acımasız bir rekabetin sahnesini oluştururlar. Mimarlık işleriyse dünyanın hiçbir yerinde meslektaşlar arasında eşdeğer biçimde dağılmaz. Kimileri daha büyük, daha çok sayıda, daha prestijli, daha yüksek getirili mimarlık işlerini “kaparlar”, kimileriyse “kapamazlar”. Mimarlik kariyerinin hiçbir okulda öğretilmeyen (Öğretilmesi mümkün de olmayan) Önemli bir kesimini bu “kapma” edimi oluşturur. Bunu başarmak için başkalarından farklı yetenekler geliştirilir, geliştirilmeilidir. Geliştiremeyeni, rekabet ortamı süzer geçer. Böyle bir dünyada varolmak içinse, kimileri daha yetenekli olduklarını, kimileri daha ekonomik bir sonuç ortaya koyabildiklerini, kimileri uluslararasi bir söylem üreticisi olduklarını, kimileri medyatik bir çekicilikleri bulunduğunu, kimileri imar kurallarını herkesten iyi sollayabildiklerini ve daha sayısız gerekçeyi öne sürmek zorundadırlar. Mimarlık yapabilmek için her mimar kendisine bu biçimde bir tercih edilme nedeni yaratmalıdir. Çünkü, en naif bir mimar bile, olası müşterilerin kura çekerek mimar seçmediklerini bilir.

0 halde, mimar kendisinin tercih edilmesini sağlayacak teknikleri geliştirmek, hatta giderek bu amaçla uzmanlık desteği almak durumundadır. Hemen hemen bütün büyük çaplı Batı mimarlık bürolarının (ve bazı Türkler’in) halkla ilişkilier bölümleri vardır. Yani düpedüz reklam yaparlar. Kuşkusuz bunu gazetelere ilan verip “Her türlü mimari iş ucuza yapılır” diyerek ilkel araçlarla yapmazlar. Kamuoyunu ve olası müşterileri manipule etmek, güdülemek için sayısız incelikli teknik kullanılır. Bir ülkede mimarlık kariyerinin gerçekten geliştiğinin, kapitalistleştiğinin en yanılmaz belirtisi de zaten böylesi tekniklerin kullanılmaya başlamasıdır.

Mimarın kendi tanıtımını yapması ile onun kimliği aracılığıyla bir mimari ürünün tanıtımının yapılması aslında aynı gerçeğin simetrik görüntülerinden başka birşey değil. Herkes çok iyi bilir ki, bir yapı malzemesinin tanıtımı için o alanın önemli adlarını referans vermek akıllıcadır. Çünkü, bu sayede hem reklamı yapılan yapı oranı, hem de reklamı yapan mimar bir kez daha gündeme gelir. Yan sayfada Architectural Forum’un 1938 tarihli bir Frank Lloyd Wright Özel sayısından rastgele alınmış üç reklam var. Üçünde de ayn bir yapı malzemesi Wright tarafından kullanildiğı söylenerek tanıtılıyor. Hiç kuşkunuz olmasin ki, Wright’in adının bu amaçla kullanılışının bir bedeli var. Yani, Wright’in adını bedava kullandırtmadığını, bunun rican bir karşılığı olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Üstelik, bu karşılık her zaman büyük de olmayabiliyor. Örneğin, Le Corbusier’nin 1930’ların ortalanında inşa ettiği kendi evinin yapım belgeleri arasında bir döşek firmasına hitaben yazilmiş şöyle bir mektup var. Ünlü mimar evi için bir firmadan bedava bir yatak talep ediyor. Ancak, Simmons firmasi yanlışlıkla fatura kesince, Le Corbusier hiç üşenmeyip şunları söylüyor yetkililere:
“Credit dii Commerce’ten bizim (aramızda) ödenmemesinin kararlaştırmış olduğumuz Bay Le Corbusier adına kesilmiş bir faturaya ilişkin bir itiraz notu aldık... (Oysa) kuruluşunuz için kesinlikle en etkili reklam biçimi ‘Le Corbusier bir Simmons yatağı üzerinde ‘huzur içinde’ uyuyor’ demek olacaktır.

Önemli bir mimar adının kimi kazanımlar getirdiğini Le Corbusier daha 1936’da çok iyi biliyor ve doğallıkla da ondan yaranlanıyor. Mimar adının rican “meşruiyet”ini bizim de anlamamızın zamanı geldi de geçiyor artık. Açıkçası, mimarın nasıl olursa olsun reklam yapmadıgı bir ülke talep etmek Ortaçağ’ı geri getirmeyi istemek kadar olanaksız gözüküyor. isteyerek Ortaçağ’ı geri getirmek tabii ki olanaksız; ama, yukarıda sözü edilen yönetmelik maddesi türünden gelenekselci dirençlerle çağdaş mimar kariyerinin önünü tıkamak pekala da mümkündür.

Uğur Tanyeli
Diyalog Arşivi
Dönem içindeki Diyalog'ların listesi aşağıdadır. Ayrıtılara ulaşmak için ilgilendiğiniz Diyalog'u listeden seçiniz: