Arkitera Diyalog

Uğur Tanyeli

Makalelerinden - 7

Biz Hep Taklit mi Ederiz?

Türk mimarlık dünyasının kendi güncel üretimini yorumlayıp düşünmeye ve konuşmaya başladığı 1930lardan bu yana gündemden düşürmediği konulardan biri de bu: "Biz hep taklit mi ederiz?" Ya da yanıtın kesinlikle bilindiğine inanıldığı için ifade genellikle şöyle olur: "Biz zaten hep taklit ediyoruz".
J Gerçekten de, biz hep taklit mi ederiz? Veya 20. yüzyılda ürettiğimiz her şey sadece taklit mi?

Hayır, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki mimari üretimi sadece taklitten ibaret değil. Taklit konusunda dünya genelinde çok abartılı bir konumumuz da yok, Yani, başkalarından (o başkaları da kimse ve bu karşılaştırmanın ne önemi varsa?) daha taklitçi değiliz. Taklit ettiğimize yönelik paranoyamız ise iki önemli nedenden kaynaklanıyor: Birincisi Türkiye ciddi bir kültürel özgüven eksikliği içinde ikincisiyse, taklit kavramının çağdaş dünyadaki anlamını belirgin biçimde yanlış biliyoruz. Burada sonuncusu üzerinde durulacak.

Türkçe'de "taklit" sözcüğünün "başka bir ürün, davranış veya varlığa benzetilmiş" biçimindeki anlamı oldukça yeni. 19. yüzyılın sonlarından önce yazılmış sözlüklere bakılınca sözcüğün Arapça-Osmanlıca kökeninde "öykünme" ve "mimesis" kavramlarının bulunmadığı görülüyor. Bu da şaşırtıcı değil. Geleneksel dünyada geçerli değer biçme alışkanlıkları içinde, yeni bir ürünü bir modele, bir arketipe, bir prototipe ve saygı gören eski bir yapıta benzetme çabası olumsuz olmak bir yana, tam aksine övgüye değerdir. Dolayısıyla, "taklit" gibi içinde değersizlik iması barındıran bir kavram geleneksel toplum için sözkonusu bile olamaz. "Taklit" kavramı tüm olumsuz içeriğiyle ancak "özgün" karşıt kavramının belirdiği yeni bir evrede gündeme gelir. O evrede sanat, tasarım ve mimarlık yaratmalarını irdelemek ve yargılamak için başvurulabilecek ölçütler artık değişmiştir. Gelenekselin yıkıldığı bu dünyada yapıtın kalitesini tanımlayan şey, onun ideal bir modele benzemesi değil, tersine benzememesidir. Şimdi, bu modern "özgünlük" parametresiyle yeni tanışan bir toplumun nasıl bir taklit korkusu duyacağını anlamak zor değil. Korku o denli yoğun olacaktır ki, geçmişin, geleneksel dünyanın yapıtlarını bile taklit içermediğini iddia etmek için uğraşıp duracaktır böyle bir toplum. Sözgelimi, kimi Osmanlı yapılarının Ayasofya modeli ile ilişkili olduğunu söylemek, bu ülkede uzun süre, neredeyse 1920-80 arasında geniş bir toplum kesimi -tarafından bir tür ihanet sayılmıştır. Tursun Bey'in 15. yüzyıl sonunda Eski Fatih Camisi'nin "Ayasofya tasarımı üzerine" ("Ayasofya karnamesi üzre") yapıldığını övünçle ilan ettiği görmezden gelinmiştir.
"Taklit" kavramı ile yeni tanışan bir toplum kaçınılmaz olarak, taklidi netler ve "özgün"ü üretmeye çabalar. Sağlıklı olan da budur. fürkiye'de yapılmaya çalışılan da budur. Ne var ki, "özgün'ün ve taklit"in modern anlamları burada fazla yalınkat ve fazla keskin biçimlenmiştir. Belki, bir gerçeklikle yeni tanışanların kraldan fazla kralcı olmaları doğaldır. Bu yüzden de çoğu zaman taklit olarak nitelenen ürünlerin aslında taklit olmadığını farketmek zorlaşıyor. Biraz dikkatlice yapılmış birkaç gözlem, taklit sanılanların aslında özgün yaratma ürünleri olduğunu kolayca ortaya koyabilir. Örneğin,1930'larda Seyfi Arkan gibi bir Modernist'in yaptıkları taklit midir? Bunlar olsa olsa o yıllarda kimi Merkez ülkelerinde de uygulanan bir yaklaşım ve retoriğin izleyicileridir. Florya Deniz Köşkü'nün hangi belirli yapının taklidi olduğu söylenebilir? Yer seçiminden, ahşap konstrüksiyonuna, planlamasına ve kitle düzenine dek, Florya Köşkü'ne kaynak oluşturduğu söylenebilecek bir "yabancı" yapı yok. Ama, dünyanın pek çok yerinde onunla akraba çok sayıda yapı var. Daha yakınlara gelindiğinde, örneğin, 1950'lerin sonunda inşa edilmiş Yeşilköy Çınar Oteli bir taklit midir? Onun da yine sayısız akrabası bulunan bir yapı olduğu kesin. O sırada Merkez dünyasında geçerli bir mimari ve otelcilik yaklaşımının Türkiye ayaklarından biridir Çınar. Buysa onu taklit kılmaz; Türkiye'nin de 1950'li yıllarda geçerli genel bir eğilime katıldığını gösterir yalnızca. Aynı sözler Mecidiyeköy-Maslak eksenini dolduran yeni gökdelenler için de yinelenmelidir. Bunlar taklit yapılar olmaktan çok, genel gökdelen kalıplarının Türkiye'de uygulanmakta olduğunun kanıtlarıdır.

O halde, genelleşmiş planimetrik, kitlesel, yapısal ve biçimsel kalıplara uygun olarak ortaya konmuş yapıların, ürünlerin taklit olamayacağı açık. 1990'larda yeni banliyöler inşa etmek Amerika'ya öykünmekle açıklanamaz. İstanbul'daki üst gelir gruplarının da artık gelişmiş ülkelerdeki gİbi kent merkezinden kaçma eğilimi geliştirdiğini gösterir. Diğer taraftan, 1930'larda Modernist, 1980'lerde Dekonstrüktivist ya da Hi-Tech yanlısı olmak taklit etmek değildir. Bunu yapan olsa olsa günün geçerli eğilimi içinde çalışmaktadır. Sözkonusu eğilimi ne kadar başarılı uygulayabildiği ise farklı bir tartışma konusu oluşturur. Öte yandan, 1960'larda brüt beton kullanmak Le Corbusier'yi, 2000'de kullanmak ise Ando'yu taklit etmek değildir. Mimarın o kullanım biçimini Le Corbusier'den ya da Ando'dan öğrenmiş olması bile fazla birşey değiştirmez. Brüt beton bir kez mimari gündeme girdikten sonra artık Le Corbusier'nin, Ando'nun, Isozaki'nin tekelinden çıkar. Tıpkı çağdaş cam perde-duvarın da artık bir Mies van der Rohe tekeli oluşturmayışı gibi...

Demek ki, taklit olma savı bugün Türkiye'de sık sık yapıldığı kadar kolay ve sorumsuzca yinelenmemelidir. Ancak, bir ürünün taklit olmadığını söylemek başka birşeydir, onun mimari kalitesinden söz etmekse bambaşkadır. Pek çok yeni İstanbul gökdeleni başarısız mimari sergiliyor olabilir; taklit olduklarından ötürü değil, taklit olmamalarına rağmen öyledirler. Oysa, Florya Köşkü düpedüz özgün ve başarılı bir yapıdır. istanbulda yeni yapılan çoğu uzak banliyö yerleşmesinin berbat mimarisi de mimarlarının taklitçi tutumlarından kaynaklanmaz. Bunun ve diğerlerinin "taklitçilik"ten daha vahim sayısız nedenle ilişkili olduğu söylenebilir. Ne yazık ki, "taklitçilik" gibi artık unutulması, en azından kıyıya bırakılması gereken bir kavram üzerinde sürekli ısrar ederek, ortamdaki kalitesizliğin gerçek nedenleri gözden kaçırılmaktadır. Kimi mimari başarısızlıkların o çok yakındığımız "maymunluk"tan değil de, bazen yeterince iyi "maymunlaşamamak"tan kaynaklandığını farketsek belki de ufkumuz açılırdı. Hatta, biraz daha ileri giderek şöyle söyleyeyim: Modern dünyada adabıyla çalmak marifettir. Ama, hortumlamaktan daha incelikli finansal beceriler geliştiremeyenlerin ülkesinde bunu yapmak da zor, kabul etmek de.

Uğur Tanyeli
Diyalog Arşivi
Dönem içindeki Diyalog'ların listesi aşağıdadır. Ayrıtılara ulaşmak için ilgilendiğiniz Diyalog'u listeden seçiniz: