
"Üçüncü Reich" döneminde Türkiye’de kendine yeni bir çalışma alanı bulma düşüncesini gerçekleştiremeden 1936 yılında hayata veda eden Poelzig, yapılarını sadece Almanya’nın o zamanki sınırları içinde yaptı. Walter Gropius, Ludwig Mies van der Rohe veya Erich Mendelsohn’un sürgündeki öğretim faaliyetleri ve uluslararası ilişkileri sayesinde gerçekleştirdikleri yayım yapma olanağına ise kavuşamadı.
Poelzig'in birçok sanat dalında usta olması ise bugün yapıtlarını ilgi çekici kılan bir diğer özelliği. Yaptığı yağlıboya tablolarla daha sonraki aksiyonel resim sanatına öncülük edecek kadar tutkulu bir ressam olan Poelzig, tiyatroya ve sinemaya da aynı tutkuyla bağlıydı. Filmler için sahneler düzenlemekten kaçınmamış (Der Golem, Lebende Buddhas, Zur Chronik von Grieshuues), sahne dekorları tasarladı ve rejiyi bizzat, zevkle yürüttü. Onun bu tutkusunu, sahnesel momentleri çağrıştıran ve bazı sınır aşımlarına yer veren mimari yapıtlarında da görmek mümkün. Mimariyi bu çok renklilik içinde nasıl geliştirebileceği dahi tartışılan Poelzig’in çok yönlü sanatsal ifade olanağına olan ilgisi, çoğunluğun da takip ettiği sanat yapıtının çok boyutlu bütünselliğine olan inançtan kaynaklanmaktaydı.