Gündem

Alaylı / Mimarlar

Tarih: Ocak 2010 Kaynak: www.akyaka.org, Sinan'a Saygı, Ekşisözlük, Great Buildings, Wikipedia Derleyen: Selin Biçer
Ana Sayfa
Eğitim Şart!
Bir zamanlar reklamlarda duyduğumuz ve dilimize yerleşen bu cümle aslında biraz da tartışmaya açık.

Ev kadınlarından Laz müteahhitlere kadar Türk halkının yarısından fazlası kendisini mimar sanıyor. İlgi, merak ya da çok bilmişlik, nasıl tanımlarsanız tanımlayın çok fark yaratmıyor. Herkesin mimari hakkında konuşacak bir şeyi var. Bu durum, belki de mimarlık açısından hazine değerinde topraklarda yaşamamızdan kaynaklanıyor.

Bu konu üzerine sonsuz yorum yapılabilir. Mimarlık eğitimi aldığı halde bu disiplinde dikiş tutturamayanların sayısı epey fazlayken, kişisel merak sonucu kendini geliştirmiş, okuluna gitmemiş ancak işi ustasından öğrenmiş bazı kişilerin başarıları bazen baş döndürüyor.

Mimarlık tarihinin parlak yıldızlarından Frank Lloyd Wright, Le Corbusier, Ludwig Mies van der Rohe, Luis Barragan ve hatta Tadao Ando mimarlık eğitimi almamış.

Konuyla ilgili Prof.Dr. Uğur Tanyeli, ağırlıklı olarak "mimar müellifin icadı" meselesine değindiği bir konuşmasında şöyle diyor:

"Mimarlık tarihinde müelliflik meselesinden bahsedildiği söylenemez. Örneğin Sinan üzerine yazılan kitaplarda dahi müelliflik meselesine değinildiği görülmez. Bu mesele sanki mimarlık tarihinin bir sorunu değilmiş gibi görünür. Alberti'yle bir 19. yy mimarını aynı statüde saymamızın ne kadar mümkün olduğunu kendimize sormalıyız. Alberti ünlü kitabında şu tanımı yapıyor: 'Bir yapının maddi olarak inşasını gerçekleştirenle o yapının zihinsel inşasını gerçekleştirenler başka kişilerdir.' Bunu bu kadar açık bir biçimde 15. yy'da anlatan birisi var karşımızda. Türk mimarlık tarihi ise bu meseleyi görmemek için üstün bir çaba harcar. Tarihteki bütün mimarları aynı kategoride değerlendirmek gibi bir hüner gösterebiliriz. Mimarın tarihini görmek istemeyiz. Bu görmeme ısrarı bilinçli olarak var edilmiş gibi görünüyor. 'Meslek Türklerin elindeyken bir süre sonra gayr-i müslimlerin eline geçti. Erken Cumhuriyet döneminde bu süreç tersine çevrilerek meslek yeniden fethedilmelidir' anlatısı inşa edildi. Ortada aslında geri alınan bir şey de yok, yeniden inşa edilen bir mimar kimliği var. Müellif mimar olarak adlandırılan bir insan tipinin inşa edildiğini görüyoruz. Her dönem tarihi yapının mimarını biliriz ama sorumluluk alanlarıyla ilgili bir şey bilmeyiz. Adını bildiğimiz bütün mimarların aynı sorumluluk alanına sahip olduğunu kabul etmemiz ise problemli gözükür. Kaba bir müelliflik tanımını yapmak gerekirse, bir biçimde o yapının yapılması esnasındaki etkinliğiyle anonimlikten sıyrılması mümkün gibi görünüyor. 1894 yılında deprem sonrası İstanbul'da hasar gören binalarla ilgili şöyle bir belge var: 'Yerli kalfaların stiller hakkında hiçbir fikri yok, dolayısıyla her türlü stillerle ilgili bilgisi olan mühendis D'Aronco görevlendirilmelidir'. Burada tasarımdan konuşuluyor ama hala özne, yapının stilinin ardına gizlenmiş birisi. Mimar sözcüğünün bulunduğu bir dilde mühendis tanımını kullanmak da ilginç. Yerli mimarlar kalfa olarak adlandırılıyor ve hala mimar sözcüğü kalfa sözcüğüyle eş tutuluyor. Dolayısıyla D'Aronco ayrıştırılmak isteniyor ve daha havalı olarak görülen mühendis sözcüğüyle nitelendiriliyor.

Erken Cumhuriyet döneminde 1930'lardan itibaren diplomasız kalfaların hareket alanına da kısıtlamalar getiriliyor. Dünyanın hiçbir yerinde o dönemde böyle bir çaba yok. Örneğin Le Corbusier'nin ve Wright'ın diplomaları yok. Bu yüzden Vedat Bey'in mimarlar birliğine kaydolması bir mesele haline gelmiş. Yeni doğan Türk mimar kuşağı kalfalarla karıştırılmak istenmiyor. Ulusalcı bir yeniden fethin kahramanı olmak istiyorlar. Önceki dönemin yaptıkları işi esnaflık olarak niteliyorlar ve kendilerini daha farklı görüyorlar. Mimarlık mesleğinin ekonomik olmama hali mesleğin içine sızacak ve kazanç için mimarlık yapmak kötü bir şey olarak görülecek. Kazanç için yapılmayan mimarlık tabii ki ulusal bir yeniden fethin amaçları için yapılıyordur. Ekonomik kazanç ise bu mesajın kutsallığını bozar. Bunun en güzel örneğini 1941 yılında Yapı Dergisi'nde Sedad Hakkı Eldem'e yapılan eleştirilerde görmek mümkün. Kazanç peşinde koşan biri olarak takdim edilir ve sürekli olarak hırpalanmaya çalışılır.

Mimar Sinan'ın inşa edildiği müelliflik mitolojisi ise Osmanlı Klasik Çağ içinde bir kamu otoritesinin yan ürünü olacak. İşler azdı ve en büyük müşteri de devletti. 1900'lü yılların başında başlayan Sinan kutlamaları hala devam ediyor. Kutsallıkla sarılmış tek azize sahip olan bir mimarlık mitolojisine sahibiz. Kamu otoritesine eklemlenmeye çalışan bu kesim mimar müellifi icat ettiği anda kaybedecektir. Örneğin Sedad Hakkı Eldem'le Emin Onat'a İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi inşası işini verdikleri zaman bürolarına bu işi vermiyorlar, devletin açtığı ayrı bir büroda projeyi gerçekleştirmelerini istiyorlar. Burada mimar müellifin müellifliğinin bir parçası aslında yok."





Alaylı / Mimarlar
Alaylı / Mimarlar
Gündem Arşivi
Dönem için hazırlanan gündemlerin listesi aşağıdadır. Ayrıntılarına ulaşmak istediğiniz gündem başlığını listeden seçiniz.