Haberler

Alternatif kamu fikri

Tarih: 18 Ağustos 2006 Yazan: Korhan Gümüş


Kent, yaratıcı sermaye ilişkisi ve endüstri sitlerinin dönüşümü ayrıştırıcı, dışlayıcı kamu fikrinin değişmesini gerektiriyor.

Marmaray projesi İstanbul’un omurgasını teşkil eden karadaki ve denizdeki endüstriyel ulaşım sitinin dönüşümü ile ilişkili bir proje. Ancak tarihindeki belki de en önemli proje kentin gündemine sanki basit bir ulaşım ve özelleştirme projesi olarak yansıyor: Bu proje ile hizmet dışı kalacak olan Haydarpaşa Garı, diğer istasyonlar ve mülkün de özelleştirilerek gelirlerinin kullanılması amaçlanıyor.

Özellikle merkezi otoritenin Haydarpaşa ve çevresindeki liman bölgesi için öngördüğü özelleştirme modeli hem proje, hem de hazırlanan özel yasa ile iyice belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor: Haydarpaşa ve yakın çevresi için yapılacak proje ile elde edilecek gelirin zarar eden bir kuruluş olduğu söylenen TCDD’nin hızlı tren gibi yatırımlarını finanse etmek için kullanılması amaçlanıyor. TCDD yönetimi İstanbul’da elinde bulunan arazileri değerlendirmek için seçtiği mimarlara projeler hazırlatıyor.

Bir şirketin kendi mülkünü değerlendirmesi gibi, kamunun da aklına iş merkezleri, konutlar, oteller yapmak geliyor. Hal böyleyken, yani kamu arazilerini, mülkleri değerlendirmek isterken değişimden yana olmayan bazı sendikalar, meslek örgütleri bu dönüşüm projelerine karşı çıkıyorlar. Gelişmelerin özeti bu.

Diğer taraftan bu projede kısa vadede son derece önemli ve kritik iki karar var: Marmaray projesinin dalış noktasının değiştirilmesi ile E-5 üzerinde yapılması planlanan raylı ulaşım sistemi 3. Boğaz Köprüsü ihtiyacını pekiştirecek. Diğer taraftan Marmaray gibi karayoluna göre her tüpünde en az yedi misli yolcu taşıyabilen bir sistem, asıl yerleştirilmesi gereken yere değil, yolculuk talebinin daha az ve mevcut banliyö ile deniz alternatiflerinin olduğu sahile kayacak ve onların yerini alacak. Böylece hem mevcut banliyö sistemi ve Haydarpaşa’daki deniz bağlantısı işlevsiz kalacak, Anadolu yakasında birbirine rakip iki raylı taşıma hattı oluşturulacak ve yatırım maliyeti artacak. Buna karşılık özelleştirme ve satış için değerli mülkler elde edilecek, sahildeki mevcut yerleşim dokusunun, topografyanın, istasyonların tahrip edilmesi de bu işin cabası. Bunun ise bir nedeni var: Yirmibeş yıllık geçmişi olan Marmaray projesinin Ulaştırma Bakanlığı’nın alanı olan tren hattı üzerinde geliştirilmesi. Köprü ve karayolları Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nı ilgilendiriyor.

Oysa Marmaray ulaşım ihtiyacının en rasyonel bir biçimde karşılandığı E-5 üzerinde olsa, iki taraftaki banliyö hatları modernize edilerek çalışabilecek ve Marmaray bazılarının ısrarla dile getirdiği 3. Köprü ihtiyacını ortadan kaldıracak.

İstanbul için hayati önemde olan bu iki konu hakkında yakın tarihli gelişmelerin özeti aşağı yukarı bu. Şimdi tekrar başa, projelere dönelim ve bu kentsel dönüşüm konularının plancıları ve mimarları ne ölçüde ve nasıl ilgilendirdiğini sorgulayalım. Özellikle endüstri mekanlarının mevcut öznesinin hizmeti yerine getirmeye yönelik olarak uzmanlaşmış bir kamu yönetimi birimi olduğu düşünülürse, hizmetin değişmesi anında-sürecinde kamu fikrinin de değişmesi kaçınılmaz.

Çünkü, örneğin bir başka konuda, Galataport projesinde bu sorumluluğu üstlenmiş olan kamusal özne, merkezi otorite buradaki işlevinin sona erdiğini ilan ediyor: İstanbul’un finans merkezinin ve dış ticaretinin kendi denetiminde olması gibi bir ihtiyacının kalmadığını söylüyor. Oysa bu durumda bu denetim için kentin merkezinde kurulmuş olan antrepoların ne olacağına da gene aynı öznenin karar vermesi imkansız. Aynı mekanları belediye de dönüştürmeye kalksa, muhtemelen aynı işi yapacak. Hatta belki de yalnızca özelleştirmeden elde edilecek gelirin kimin hanesine yazılacağından başka sorunu olmayacak.

   

Oysa inşaat bedelini en az onlarca kere aşacak bir biçimde bu antrepolar, İstanbul’un en değerli bölgesini ‘denize kapatan bir duvar’ gibi yıllardır işlevsiz duruyor ve belki de İstanbullular bunun farkına bile varamadığı için kimsenin de sesi çıkmıyor. Oysa en az özelleştirme kararı gibi, kamu tarafından bugünkü kullanım biçimi de özel ve buralar kamuya ait değil. Haydarpaşa yük limanı tamamen kentin kullanımına kapalı. Haydarpaşa Garı tamamen dar bir perspektiften bakan kişilerin, yöneticilerin kendi özel amaçlarına göre yönetiliyor. İstanbullular Haydarpaşa Garı’nı kullanıyorlar, ama bu tarihi yapının başına geleceklerden ya da şimdi nasıl kullanılması gerektiği konusunda bir fikir sahibi değiller.

Bu durumu sorgulayabilecek, bu alanların kentliler yararına kullanımını sağlayabilecek kişiler olan mimarlar, sanatçılar, profesyoneller acaba karar oluştuktan sonra mı devreye girmeli? Yoksa kararın oluşmasını sağlayabilecek bir biçimde bağımsız olarak mı hareket etmeli? Profesyonel uğraşların yaratıcı olmasını sağlayan hiç şüphesiz bu tercihlerden ikincisi olmalı. Ancak profesyonellik kariyerine ulaşmaları için öğrencilere tanınan bu imkan ne yazık ki kamu tarafından profesyonellere tanınmıyor. Profesyonellerin karar verildikten sonra devreye girmesi bekleniyor. Profesyoneller de bağımlı hale geldikleri için yatırımcı eksenli gelişen kentsel dönüşüm kararlarına boyun eğip, kendi uğraşlarını program oluşturma safhasının dışında tutuyorlar. Bu durumun en başta profesyonelliğe karşı bir haksızlık olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Alternatif kamu fikri
Endüstri devriminin dönüştürdüğü kentin kamusal özneleri aynı zamanda kentin yerine geçen bu metaforları doğallaştıran pratikleri üretenler. Sorunların çözümünden, yenilikten, korumadan, gelişmeden söz ederken aslında kendilerinin kararların merkezinde yer aldıkları totaliter bir iktidar ve kamu fikrinden söz ediyorlar. Bu nedenle içeriklerinin değişmesi bir şey ifade etmiyor.

   

Bir bakıma bu söylemlerde söz konusu olan eski kamu fikrinin ve eski kamusal öznenin sürdürülebilirliği aslında. Dolayısı ile işlevini yitirmiş olan kamusal endüstriyel alanların yeniden kente kazandırılması, ya da korunması için kamusal öznenin inşa edilmesi gerekiyor. Çünkü bu kamusal alanların mülkiyet sahipleri eski işlevlerinin de sahipleri. Bu kurumların çok doğal olarak kente dair yeni ve ‘çok boyutlu’ bir kamusallık kavramı geliştirmeleri mümkün değil. Bu nedenle bu kamusal alanları kendi perspektiflerinden tanımlamaya çalışıyorlar. Kimi zaman da İstanbul’un merkezinin denizle ilişkisini bir duvar gibi kesen antrepolarda olduğu gibi onlarca yıl işlevsiz, kentlilere kapalı bir biçimde karanlıkta duruyorlar. Bundan da eski kamusal öznelerin ve işlevlerin bu mekanları dönüştürmek için yeterli kapasitelerinin olmadığı anlaşılıyor. Karşımıza genellikle özelleştirme gibi kamusal kullanımın da nihayetlendirilmesini amaçlayan kararların ortaya çıkmasının nedeni bu. Eski kamu fikrinin bir devamı olmasına rağmen biz de özelleştirmeyi bir yenilik gibi algılıyoruz. Çoğunlukla kamu alanını dar bir perspektiften yorumlamaya çalışan projeleri tartışıyoruz, ya da politik kararı. Bu tartışmalarda dile gelmeyen sorun ise bu dönüşümü hangi kamusal öznenin, hangi yöntemlerle gerçekleştirdiği. Oysa bu tür alanların kamusal işlevlere açılmaları, politikayı da köklü bir değişikliğe uğratacak olan bir ‘ağ sistemi’ içinde yeniden örgütlenen bir kamusallık biçimini gerektiriyor. Devraldığımız kamusallık biçimi ise endüstri kent ilişkisinde ayrışmış, hatta kentle artık bir ilişkisi kalmamış bir işleve denk düşüyor. İstanbul gibi kentlerin yaşadığı bu sorun öncelikle profesyonelliğin nerede ve nasıl devreye girmesi gerektiğini tartışmayı gerektiriyor.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.