Haberler

İstanbul'un mimarlıkla imtihanı

Tarih: 7 Kasım 2006 Kaynak: Radikal Yazan: Korhan Gümüş
Kentteki gösterişli alışveriş merkezleri, sosyal eşitsizlikleri ve planlama stratejilerindeki boşluğu maskeliyor.

Levent Maslak hattındaki iş merkezleri, gökdelenler İstanbul'un küresel bir kent olduğunun göstergeleri. Eğer günümüzün mimarlığından söz edilecekse, kentin yeni siluetini oluşturan bu devasa yapılar onu simgeleyen en tipik örnekler olmalılar. Biz İstanbulluların tıpkı eve yeni eşya alındığında sevinen çocuklar gibi gözlerimiz kamaşıyor. Nasıl kamaşmasın? Bu arsalara dökülen muazzam sermayenin gözleri kamaşmış izleyicileri olarak, çoğu zaman kentteki değişime ilişkin farklı bir şeyler düşünmeden seyrediyoruz. Bunda şaşıracak bir şey yok. İstanbul'da zenginliğin nasıl yer değiştirdiğini, imar ayrıcalıkları ile nasıl imkânlar sağlandığını görmeyen, bilmeyen kaldı mı? Bu işle ilgilenmeyen insanlara hayat hakkı olmadığını bu kentte artık herkes kendi yaşam tecrübesi ile öğrenmiş bulunuyor. Bu yüzden her kesimden insan bu kentte kendi hayatta kalma stratejisini üretmek zorunda. Özellikle ilgili kişiler ve uzmanlık kurumları açısından bu furyadan pay almak için, mutlaka sermaye ve iktidar ile 'işin raconu'na göre davranmak gibi kaçınılmaz bir zorunluluk var. Koruma kurulları, belediyeler, üniversiteler, şirketler altında oluşmuş olan patronaj ağları işini bilen uzmanlara ihmal edilmemesi gereken bir seçkinler kümesi olarak, güvenli bir yer sağlıyor. Ne diyorlar? "Çeşme akarken, küpünü doldurmak gerekli."
Zenginlik hiç gizlenmeden gözler önüne seriliyor. Yeni iş merkezleri sermayenin siyasal süreçler ve kent üzerindeki etkilerini sergiliyor. Bir taraftan eşitsizlik yaratıyorlar, diğer taraftan kentlileri çekerek, kamusuz kalan kentte kamusal alan izlenimi bırakarak eşitsizliği telafi etmeye çalışıyorlar. Eşitsizlik, sorgulanmak bir tarafa, bu mekânlar tarafından üretilen alışveriş ideolojisi aracılığıyla, daha da açık kılınarak, doğallaştırılıyor. Siyaset kurumu ise sanıldığı gibi oy potansiyeli olan ve sesleri çıkmaması için popülist uygulamalarla sırtı sıvazlanan dışlananları değil, bu gelişmeden pay almak ve hızla yükselmek isteyenleri temsil ediyor. Ama bu gelişmenin etkilerinin üniversiteler ve uzmanlık kurumları üzerinde de aynı şekilde olması düşündürücü. Onlar da sermaye ve iktidar tarafından sunulan baş döndürücü fırsatları kullanma yarışında aynı girdaba kapılıyorlar. Eleştiriler ise, ne yazık ki yalnızca bu işlerle profesyonelce ilgilenemeyen ya da bu tür büyük işlere ulaşmayı başaramayan çevrelerin tepkisi gibi algılanıyor. İş mimarlara, uzmanlara gelince, demek ki bu durumda iki seçenek var: Tıpkı kenti dekore eden bir zanaatkâr gibi davranmak, sessizce yaptığı işin başarısı için uğraşmak. Hatta yalnızca başkalarının değil, kendi gözlerinin kamaşmasından da baş döndürücü bir keyif almak. Ya da küçük işlerle uğraşırken, iş takip ederken 'zenginler kulübü'ne katılanlara cemaat içi bir tepki duymak. Ünlü olmak, büyük işlere imza atmak inşa faaliyetleri için gerekli olan proje uzmanı olma statüsünü değiştirmiyor. Oysa mimarlıkla ve kentle bu ikilemin dışına çıkarak, sermayenin güdümüne girmeden ve profesyonel alanın dışına çıkmadan ilgilenmenin bir yolu olmalı.

Mimarlığın ve sanatın kamusal rolü
NY Times'ta 'Kentleri Çizim Tahtasına Koymak' başlıklı makalesinde Nicolai Ouroussoff şunları söylüyordu: "Sosyal eşitsizliklerin yeni kentsel merkezlerin inşasıyla maskelendiği Dubai, Pekin ve Beyrut gibi kentler planlama stratejilerindeki boşluğu gösteriyor. Mimari çevrelerde ise en ümit verici eğilimin yaratıcı bir keşif alanı olan şehircilik üzerine bir vurgunun yapılması olduğu söyleniyor. Eyal Weisman (Londra), Teddy Cruz (San Diego), Philipp Oswalt (Berlin) ve Rem Koolhaas (Rotterdam) gibi mimarlar mimari fanteziyle sosyopolitik gerçekler arasındaki boşlukta köprü kurulması için çalışmaktalar. 'Star' bina akımı takıntısından kendilerini uzak tutan mimarlar, geçerli yeni mimari formlar yaratmak için yaşadığımız çağı derinden anlamamız gerektiğini savunuyorlar. 10. Venedik Mimarlık Bienali, ilk kez son mimari eğilimleri açığa çıkarmaktansa kent bütününe odaklanıyor." (14 Eylül 2006 Yeni Mimar). Frederic Jameson, Rem Koolhas'tan söz ettiği 'Geleceğin Kenti' başlıklı makalesinde (New Left Review, Haziran 2003) ayrıksı binaların oluşturduğu kapitalist kentin metaforlarla, temsillerle bütünsel bir tasarıma dönüşmesinin imkansızlığına vurgu yapıyordu. Rem Koolhas'a göre, 'döküntü uzam' olarak adlandırdığı süper strüktürler, yani kente gönderme yapan tasarımlar, ters dönmüş bir masaya benziyor. İstanbul'da Levent/Maslak arasına inşa edilmiş olan gökdelenler de bir malzeme deposuna özensiz bir biçimde yığılmış eşyaları andırıyor. Yani her yapının sıradan bir apartmana göre daha teknikçi bir yaklaşımla ele alındığı, bir düzenlem oluşturmayan imar yığıntısı. Bu çelişkiyi, eğer hâlâ ondan söz etme imkanı varsa, 'kamu alanı'na çıktığınızda zaten hemen fark ediyorsunuz: Yapıların dışında ne ulaşım, ne yaya alanları, ne de bir görüntü kaygısı var. Sanki bu mimarlar 'kamusal alan'ı yapıların dışında değil, içinde, 'kamusal alan izlenimi verilmiş' özel alanlarda yaratmayı amaçlıyorlar.

Eşitsizlik
Ouroussoff'un belirttiği gibi, gelişmelerin kenti 'gentrification'a götüren 'yaratıcı sınıf' (creative class)ın elinde olması, bu kesimin kendisini iktidar ve para peşindeki bir çıkar grubu olarak konumlandırması, eşitsizliği iyice sorgulanamaz hale getiriyor. Bu kesim kenti tasarlama imkanı olmayan insanları kazıyarak, kamusal gücü elinde topluyor. Sonra da güçlerini mimarlık aracılığıyla sergileyip, halkı kendilerine tapınır hale getiriyor. Derme çatma projelerden gösterişli yapılara, toplu konutlardan iş ve alışveriş merkezlerine kadar karşımıza çıkan bu tür mimari ürünlerde mimarlığın, inşa eyleminin bir aşaması gibi algılandığını görüyoruz. Kenti tümüyle arka planda bırakan, dönüşümü yatırımcılarla gerçekleştiren bu profesyoneller, mimarlığı fiziksel çevrenin dönüştürülmesine adanmış bir faaliyet gibi gösteriyorlar. Üstelik deprem, kültür mirası, yoksulluk gibi imgeleri kullanarak, kendilerine mal ederek kendi konumlarını sorgulamaktan daha kolayca uzaklaşıyorlar. Bu parçalanmanın karşısında ise 19. yüzyıldan kalma bütünsel tasarım düşleri var. Planlama denen işlev, kentteki göz kamaştırıcı imar gelişmelerine karşılık, üniversitelerden belediye bürolarına devşirilen emekli masalarında hâlâ varlığını koruyabiliyorsa ve kapalı ortamlarda nefes alacak hava bulabiliyorsa, bu sayede var. Oysa bu kendi içine kapanan kent biçimleri önerilerinin, bu devasa yapıların sundukları kamusal olmayan "kamusal alan" metaforlarından hiçbir farkı yok. Bu merkezler her zaman türdeş bir kent planlama anlayışına gönderme yapıyor. Bu nedenle artık 'ayrıksı' yapılarla, akademik sahanın çıkarlarının temsilini sağlayan kentsel tasarım düşlerinin türdeş olduklarını görmeli ve bu ikilemlerin içine sıkışıp kalmamalıyız. İstanbul'da da mimarlar öncelikle bu tür ikircikli konumları aşmak üzere gerekli profesyonel donanıma sahip olmalılar. Oysa mimarlar, kamu ve sermaye tarafından kendilerine sunulan iş fırsatlarının pasif muhatapları oldukları ölçüde profesyonelliklerini de kaybediyorlar. Bu yüzden mimarların artık kentteki bu çelişkiyi kendi meslek ortamlarına taşımaları gerekiyor. Varolabilmenin diyalektiği onları bekliyor: Hem başarılı olmak hem de çıkarlarından bağımsız olmak. Örneğin Kartal için kentin ayrıksı yapı düzenini sorunsallaştıran Zaha Hadid bile, projesi bir inşa aracı olarak görüldüğü anda, böyle bir ikilemle karşı karşıya kalabilir. Çünkü söylendiği gibi güncel mimarlığın ortaya koyduğu yalnızca tekil bir perspektif değil, 'sahici' bir kamusal fikre sahip olmanın imkansızlığıdır...
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.