Önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'İstanbul'a vize konması' önerisini ciddiye alalım ve kendimizi uygulamacıların yerine koyup Başbakan'ın talimatını nasıl yerine getirebileceğimizi düşünelim.
Herhalde Başbakan İstanbul'a sınır kapıları konulmasını, girenlerden İstanbul vizesi sorulmasını kastetmedi. Öyle ya, İstanbul bağımsız bir devlet değil ki, Türk vatandaşları buraya gezmeye veya akraba ziyaretine geldiklerinde kendi illerindeki 'İstanbul konsolosluğu'ndan vize istesinler.
Vize önerisi, olsa olsa İstanbul'a göç etmek, yerleşmek isteyenler için geçerli olabilir. Peki diyelim ki Kastamonulu bir yurttaş, ailesiyle birlikte geleceğini İstanbul'da aramaya karar verdi, vizeyi kimden isteyecek?
Diyelim ki bu vatandaş vize başvurusunda bulundu ama gereken şartları yerine getiremediği için vize alamadı, onun İstanbul'a yerleşmesini nasıl engelleyeceğiz?
Sınırları, askerleri, polisleri olan koca koca ülkeler yasadışı göçü engelleyemezken biz kendi vatandaşımızın geleceğini istediği yerde arama hakkını nasıl engelleyeceğiz?
Bu fanteziyi daha fazla sürdürmemi bilmem ister misiniz, ama sanırım derdimi anlattım. Başbakan'ın 'İstanbul'a vize konulsun' önerisi uygulanabilir bir öneri değildir.
Bırakın temel özgürlüklerin uluslararası sözleşmelerle de garanti altına alındığı demokratik bir ülkede bunu uygulamayı komünist Çin bile vizeyi uygulayamıyor. Çinliler, gelmeleri yasak olduğu halde başta başkent Beijing olmak üzere yeni sanayi kentlerine akın ediyorlar ve kimse onları durduramıyor.
Gelelim Başbakan'ın ikinci önerisi olan İstanbul'da trafiğe çıkacak araç sayısının sınırlanması önerisine...
Diyarbakır'a veya Güneydoğu Anadolu'nun herhangi bir yerine gittiğinizde çok sayıda 34 plakalı araç görürsünüz. Bunun sebebi, Diyarbakır plakalı (21) araçlarla Türkiye'de seyahat etmenin pek de kolay olmamasıdır. 21 plakalı araç her polis noktasında mutlaka çevirilir. Oysa pek az 34 plakalı araç salt plakasına bakılarak durdurulur yollarda.
Başbakan, 'Mesela' diyor, '2 milyon plakayla sınırlayalım.' Diyelim 34 plakalı araç sayısını gerçekten 2 milyonla sınırladık, yeni plaka vermemeye başladık. Peki İstanbulluların Tekirdağ'dan veya Yalova'dan, veya Ankara'dan veya Diyarbakır'dan plaka alıp araçlarını İstanbul'da kullanmasının önünde bir engel var mı?
Böyle bir engel olmadığına göre plaka sınırlama önerisi de uygulanamaz, gelişigüzel edilmiş bir laftan ibaret demektir. (Tabii eğer Başbakan Türkiye çapında bir plaka sınırlamasından söz ediyorsa o başka, o zaman plakalar gerçekten karaborsaya düşebilir. Ama bunun da 'piyasa ekonomisi' ile 'insan haklarına saygılı devlet'le nasıl bir ilişkisi olur, varın siz düşünün.)
Bir noktada Başbakan haklı, İstanbul'da bütün sorunların anası durdurulamayan nüfus baskısı, yani göç. Ama göç, İstanbul'un değil Türkiye'nin sorunu. Maalesef göçün sonuçlarını belki 50 yıldır en ağır biçimde yaşayan kent İstanbul.
Kırdan kente göç kaçınılmaz olmakla birlikte biz İstanbul'u (ve diğer kentlerimizi) aslında bu denli yozlaşmadan kurtarabilirdik. Bunu yapamamış olmamızın başlıca nedeni de politikacıların popülist yaklaşımları oldu.
Kurallar uygulanmak içindir. Ama İstanbul'da (ve Türkiye'nin dört bir yanında) Hazine arazileri işgal edilirken ben tek bir yerel yöneticinin bu işgali önlemek için oraya polis gönderdiğini hatırlamıyorum. Gecekondular yapılırken bunları önlemek için tek bir proje geliştirildiğini ve uygulandığını ben bilmiyorum.
Amerika 1930'lu yıllarda Tenessee Vadisi projesini uyguladığından beri Türkiye bu projeye özenle baktı ama tek bir siyasi iktidar bile Türkiye'nin dört bir yanında diyelim 15 tane daha Bursa yaratılması için ne bir plan hazırladı ne de bu planı uygulamaya soktu.
Bu planlar olsa bugün bile uygulanır ama bizim hükümetlerimiz basit bir teşvik yasasını bile suyu çıkmadan ve uygulanamaz hale gelmeden Meclis'ten geçirmeye muktedir değiller, işin içine her seferinde popülizm giriyor. Bırakın teşvik yasalarını, popülizme düşülmeden üniversite bile kurulamıyor bu memlekette.
İstanbul'la ilgili daha yazacak çok şey var.