Haberler

"İstanbul'un Ruhu"

Tarih: 9 Nisan 2007 Kaynak: Zaman Yazan: Hilmi Yavuz
"'Erguvanlar geçip gittiler bahçelerden/Geriye sadece erguvanlar kaldı..." Bir şiirime bu dizelerle başlamıştım ve şöyle düşünmüştüm: Erguvanlar üzerine bir şiir, ancak bu kentte, İstanbul'da yazılabilir.

Her kentin bir çiçeği var mıdır, bilmiyorum Yaşadığım kentleri birer çiçekle simgelemek isteseydim örneğin, Londra'yı o her zaman sümbüli olan gökyüzüne bakarak sümbülle simgelerdim-; Siirt'i, o beyaz kenti beyaz bir gül ile; Ankara'yı da adını bilmediğim yoksul, sarı ve kavruk bir bozkır çiçeğiyle...

İstanbul, geleneksel olarak hep lale'dir. Lalelerle minarelerin o arabesk sarmalı, ben kendimi bilim bileli İstanbul'un simgesidir. Lale, özenle yetiştirilmeyi bekleyen nazlı, alımlı bir süs çiçeğidir. 'Allah' ve 'lale' Arap alfabesiyle aynı harflerle yazıldıkları için Müslümanlar severler o çiçeği. Dolayısıyla, lale ile minare simgeciliğinin elbette bir anlamı vardır. Gelgelelim, erguvan, tıpkı bu kent, İstanbul gibidir: Hiçbir özen gerektirmeden, öylece ve kendiliğinden büyür erguvan ağacı: Bu kendiliğindenlik, onu İstanbul'a, laleden daha çok yakıştırır.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler'deki 'Fuzuli'ye Dair' yazılarından birinde, iki büyük Divan şairi, Baki ile Fuzuli arasında kışkırtıcı bir karşılaştırma yapar ve şöyle der: 'Baki efendi, parıltıyı ve kıymetli olanı sever. Onun hiçbir riyazeti yoktur. Düşünün ki, ağaçlar içinde en çok sevdiği, kendi başına bir sefahat olan erguvandır. Baki, sadece bu ağacı sevmekle kalmaz, sevgilisini erguvani elbiselerle bile giydirir. (Belki erguvan o devirde gelmiş veya çok muhtemel ki, moda olmuştu) Devir, bahçe zevkine düşkündür. Yahya Efendi gibi evliya tanınan bir zat bile, boş vakitlerini bahçe tanzimi ile geçirirdi.'

Tanpınar da soruyor ya, erguvan İstanbul'a ne zaman geldi? Hemen söyleyeyim: Erguvan İstanbul'a gelmemiştir, aslen İstanbulludur o; İstanbul ile birlikte varolan bir ağaçtır. Lale gibi, sonradan İstanbul'a göçmüş bir çiçek değil! Necati, lalenin, 'taşradan geldiği için çimen mülküne' kabul edilmediğini söyler. Doğrudur da! 'Taşra'nın Anadolu olması da gerekmez. 'Lale Devri', onun kısa süren saltanat dönemidir ve lalede bu saltanat süslü, koket, gösterişçi ve yapaydır. Erguvan, daha başından beri İstanbul'lu, hatta Boğaziçi'li olmanın getirdiği o yerli yerine oturmuş, doğal soyluluğu ile, mütevazi ve yüce gönüllüdür. Soyluluğu, Roma İmparatorluğu'ndan gelir.''

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yayımladığı 'İstanbul'un Ruhu' başlıklı kitaba yazdığım yazı, böyle başlıyor. Eski ve çok sevgili öğrencim Dr. Zerrin İren Boynudelik'in editörlüğünde hazırlanan bu müstesna kitap, Adalet Ağaoğlu'ndan Yıldırım Türker'e kadar birçok yazar ve entelektüelin 'İstanbul'un Ruhu' üzerine düşündüklerini içeren yazılardan, fotoğraflardan ve karikatürlerden oluşuyor.

Peki nedir İstanbul'un ruhu? Ben İstanbul'un ruhu'nu erguvanlarda bulmuştum; Edhem Eldem, o ruhu ölülerde; Beşir Ayvazoğlu ışık'ta, İlber Ortaylı saraylarda, Ersin Kalkan öteki'nde, Murathan Mungan şarkılarda buluyor. Arif Aşçı fotoğraflarıyla kadınlarda ve çocuklarda; Latif Demirci de karikatürleriyle semt pazarlarında arıyor İstanbul'un ruhu'nu!

Peki hangisi bunların İstanbul'un ruhu? Bu, abes bir sorudur. Çünkü İstanbul'un ruhu, bu kitapta dilegetirilen her şeydir; -ve belki de, bu kitabın dışarıda bıraktığı birçok şey! Bu ele avuca sığmayan şehir ruhu, bir çiçek dürbünü gibi geçmişi, hatıraları, ışıkları, erguvanları, şarkıları, ölüleri... birbirine büyülü bir ibrişimle bağlayarak, ama her defasında değişen ihtişamlı ve 'altın parıltılarla devran' eden bir albeniyle sunuyor kendini...
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.