Haberler

'Zaman zaman pişman oldum'

Tarih: 23 Temmuz 2007 Kaynak: Radikal Yazan: Cem Erciyes
Silahtarağa Santralı'nı ilk gördüğünde 'Burası bizi aşar' diye düşünmüş Oğuz Özerdem. Birtakım vaatler neticesinde işe koyulduktan sonra, açılışa ulaşmak kolay olmamış. Özerdem, "Buraya müze demiyoruz çünkü daha dinamik, daha katılımcı bir yer olacak" diye anlatıyor Santralistanbul'u.

Bilgi Üniversitesi, geçen hafta Haliç'in dibinde, Silahtarağa'daki Santralistanbul'un kapılarını bir ön açılışla araladı. Araladı diyoruz çünkü kapıların ardına kadar açılması sonbaharı bulacak, belki de geçecek. Şimdilik Çağdaş Sanatlar binası tamamlanıp uluslararası nitelikte üç sergiyle açıldı. Akşam 19.00'dan 23.00'e kadar gezilebiliyor, çünkü gündüz inşaat var.

Santralistanbul'un arkasında Bilgi Üniversitesi'ni kuran, üniversitenin mütevelli heyeti başkanı, yani kısaca patronu Oğuz Özerdem var. Oğuz Özerdem, prestijli bir üniversite ve iddialı bir kültürel merkezin altından hep iyi ekipler kurarak kalkmayı bilmiş. Santralistanbul'un ilgi çeken yenileme projesinde İhsan Bilgin, Nevzat Sayın, Emre Arolat ve Han Tümertekin gibi iddialı mimarların ortak imzası var. Hayalini kurduğu Santralistanbul'u konuşmak üzere buluştuğumuzda da projeyi birlikte oluşturduğu arkadaşlarından İhsan Derman ve Çağdaş Sanat sergilerinin sorumluluğunu üstlenen Emre Baykal da oradaydı.

Silahtarağa Elektrik Santralı'nı, Santralistanbul'a dönüştürme fikri nereden aklınıza geldi?

Silahtarağa'yı ben neredeyse 10 yıl önce görmüştüm. İstanbul'un merkezinde ama kampüs olabilecek bir yer arıyordum o zaman. Bizim için çok küçük ve problemli gelmişti. Sonra biz sanatla ilgili etkinlikler yapmaya başladık. 'Modernities and Memories' sergisini yaptık, Sıraselviler'deki yerimizde 'Atölye 111' diye bir galeri açtık. Ardından Erol Akyavaş retrospektif sergisini düzenledik. Binlerce kişi geldi, duyduklarımız bize 'İyi bir şey yapıyoruz galiba' hissi verdi. Bazı insanlarla bir 'beraber hayal kurma' süreci ve 'Türkiye'de bir çağdaş sanat müzesi eksik, siz böyle bir şey yapabilirsiniz' diye dolduruşa gelme durumu oldu. Ben bu işlerin kıyısında duruyorum aslında, çünkü sanat tarihçisi, eleştirmen, hatta hastalık derecesinde bir sanatsever ya da koleksiyoner değilim.

Bir gün buradan geçerken aklıma geldi, ilk görüşümden yıllar sonra. Arabayla daldım, ilk seferinde kampüs diye bakmıştım; 'sanat/müze' konuşmalarından sonra başka bir gözle baktım. Daha önce Dolapdere kampüsünün etrafında bir yer alalım oraya bildik galeri gibi, böyle 'white cube' bir şey yapalım diye düşünüyordum.

Dünyada da bu arada size ilham verecek gelişmeler oldu, o sırada Tate Modern açılmıştı.

Tate Modern'dan esinlendik tabii, orası da elektrik santralı; ama burası başka bir yer. Dünyada benim sevdiğim yer Centre Pompidou, orası salt bir müze değil, içinde sinemaları, çok ciddi bir kütüphanesi de var, avlusuyla, dükkânlarıyla, kafeleriyle falan enterasan bir yer.

Siz gittiniz burayı Başbakan'dan talep ettiniz, o da hemen mevzuyu anlayıp 'Harika bir fikir, verdim gitti' demedi herhalde...

Aslında biraz öyle oldu. Burayı alabileceğimizi falan çok düşünmüyordum aslında; açılış gününe kadar da zaman zaman pişman da oldum. Bunun bir de kötü hikâyesi var, söyleyeyim de yazın. Bu işin suçlularından biri de Selahattin Beyazıt'tır. Silahtarağa'yı ilk gördüğümde 'Burası bizi aşar' diye düşünmüştüm. O sırada Selahattin Beyazıt beni buldu ve "Ya Oğuz kardeşim, seni duydum, sen çok güzel işler yapıyormuşsun. Ben çok zengin bir adamım, çok param var, artık yaşlandım ve Türkiye'de ismimi de yaşatacak bir iş yapmak istiyorum. Ben parayı vereyim, sen bir proje yap" dedi. Ben de burayı anlattım, ortada Santralistanbul ismi filan yoktu o zaman. Buradaki her şey onun ismiyle yaşayacaktı...

'Tamam, tam aradığım şey' dedi, gidip geldi "20 milyon dolara kadar veririm" dedi. Ben de prezantasyonu hazırladım, "Başbakan'dan randevu alayım mı, emin misiniz?", "Tabii" dedi. Sonra beraber gidelim deyince "Yok, şimdi yorma beni oralara kadar. Selahattin Beyazıt bu işin arkasında de, saygılarımı selamlarımı ilet,' dedi. Sonra Selahattin Beyazıt ortadan yok oldu! Telefonlarıma çıkmadı. Ben bunu tamamen silmişim hafızamdan, açılış gecesi Başbakan sordu "Bir kişi daha vardı bu işi finanse edecek, nerede o?" diye, önce hatırlayamadım bile, "Kimdi o?" dedim...

Eh, hayırlara vesile olmuş.

Öyle oldu. Neyse, Selahattin Beyazıt gazıyla gittik oraya ve ben Başbakan'a projeyi anlattım. "Bu çağdaş sanat önemli bir meseledir, siz de hani bu demokrasi konusunda önemli adımlar atmaya hazırlanıyorsunuz, Türkiye'nin entelektüellerine, sanat kültür insanlarına, akademisyenlerine bir mesaj vermeniz lazım" diye. Ama işin kritik yanını da anlattım, benim lise yıllarımda Kenan Evren çıplak kadın resmi var diye sergi kapatmıştı, onu hatırlatıp "Sizden ben öyle birşey istiyorum ki hem bu Silahtarağa'yı bize tahsis edin hem de burada yapılacak ve sizin inançlarınıza uymayacak işleri de destekleyin" dedim. Biz demokratlıkta aynı yerdeyiz, ben dinle ilgisi olan bir insan değilim ama biz kültür sanat işleri yapacağız, "Gerekirse çıplak kadın resimleri olan bir yeri de desteklemenizi istiyorum" biçiminde açıklıkta söyledim niyetimizi.

Dinledi, "Çok güzel, biz konuyu arkadaşlarımızla değerlendirelim size haber veririm" dedi. Ben de böyle çok sıkılırım, işler sürümcemeye girerse takip etmek istemem. "Bu işi gerçekten destekliyorsanız Enerji Bakanı'nı şimdi arayın, biz de gidelim bu işi bitirelim" dedim. "Tamam" deyip Hilmi Güler'i aradı. Oradan çıktık Enerji Bakanlığı'na gittik... Yine de kira sözleşmesi yapmamız bir seneyi aştı; burası 20 yıllığına bize verildi, makul bir kira ödüyoruz.

Santralistanbul'un içindeki 'Enerji Müzesi' fikri Enerji Bakanlığı'ndan mı çıktı, yoksa sizin projenizde var mıydı?

Bizden çıktı. Tate Modern, bütün o eskiyi söküp attı, bacasının dışında bir elektrik santralıyla alakası yok orasının. Biz burada ayaktaki santral yapılarını koruyalım istedik. Sonra ilk toplantıyı yaptık, İhsan Bilgin, Ali Artun, Haluk Pamir, Emre Arolat, Nevzat Sayın vardı galiba. Bu ekiple bir-iki toplantı yaptık, Ali Artun'un çok katkısı oldu, fikir babalarından biridir.

Tabii o çok mükemmeliyetçi biri, kararlı; kendi çizgisi olan, kendi tavrı olan bir kurumu savundu. Ben de İhsan da burayı daha çok bir 'platform' olarak yorumlamak istedik. Bu 'müze' meselesi çok tartışmalı, 'biz buraya müze demeyelim' istedik. Amaçlı bir koleksiyonun iyi bir şey olmayacağını düşündük, kanon meselesini çok tartıştık...

Sizin kişisel bir koleksiyonunuz var, üniversitenin de var mı?

Var, ama üniversitenin koleksiyonu burası için oluşturulmuş bir koleksiyon değil, daha önce alınmış eserler de var. Birçoğu benimdir zaten, ama orayı o kadar geçtik ki şimdi önemli değil. Koleksiyonun bu çapta bir işe ayakbağı olacaktı. Bu koleksiyona para verdik bunu göstermek zorundayız kaygısı buranın dinamizmini yok edecekti, bundan kurtulduk. Koleksiyonerlik fikri bizim için biraz arkaik bir tavır, ben dahil burada kendini burjuvazi olarak gören bir topluluk yok. Tam tersine daha gelişmeci, devrimci olmaya çalışıyoruz. 'Müze' sözünün koleksiyonu çağrıştırması nedeniyle biz buraya müze demekten de vazgeçtik, Santralistanbul diyoruz.

Burası bir sene sonra nasıl olacak? Hayalinizdeki yeri anlatır mısınız?

Tabii, hep onunla yaşıyoruz zaten. Burada cicilerimizi göstermek gibi bir gayemiz yok, bir gerçeklik duygusu yaşansın istiyoruz. Her şey daha katılımcı daha bir doğal ortamda olsun. Disiplinlerarası bir ortam olacak, bu program yavaş yavaş çıkıyor. Sonuçta insanların keyifle oturacağı bir yer; birden çok sergi, sinema, konserler, kafeler, bir kitapçı dükkânı, çocuk atölyeleri... Sanat buradaki ortamın doğal parçası olacak. İnsanların kendilerini çok kasmadan sergi gezebilecekleri bir yer.

Peki Santralistanbul Bilgi Üniversitesi'ne ne katacak?

Üniversite çok muhafazakâr bir kurum, bir numarada kiliseler iki numarada da üniversiteler var. Yani değişimden hoşlanmaz üniversite. Sosyal bilimlerde son 10 yıldır bir kriz var; o yüzden sosyal bilimlerle sanat alanında bir şey yapıyoruz. Bir anlamda üniversiteye meydan okuma ya da onu açma projesi bu. Üniversitenin içindeki formal yapıyı burada kırmaya çalışıcağız. Atölye çalışmaları olacak, onları sanatçılara, başka okullardan gelen öğrencilere vereceğiz.

Santralistanbul'la birlikte Bilgi artık sanat dünyasının içinde önemli bir aktör olacak; buna hazır mısınız?

Sabancı Müzesi, İstanbul Modern, Borusan Sanat gibi bir aktör olmaktan söz ediyorsak biz daha farklı olacağız. Bizim dikte etmeye çalıştığımız bir sanat çizgisi yok, biz burayı öğrenen ve öğreten bir platform olarak görüyoruz o anlamda değişik projeleri destekleyen, yanlış yapmaya açık, yeni şeyleri deneyen bir aktör olacağız.

'Bağnazlaşmış kavramlar sorgulanacak'
Burada yapılacak etkinlikler ilgi görecek mi, İstanbullu izleyici için bir çekim merkezi olacak mı?

İhsan Derman: Buranın uluslararası bir sinerjiyi çekebilecek potansiyeli var. Etiket ithali peşinde değilseniz, çok özgün bir bakış açısıyla başka bir ideolojiyi anlatmaya çalışıyorsunuz demektir. Mesela burada teknolojiyle sanatın arasındaki çizginin artık çok flulaştığı bir meseleden bahsediyoruz. Gündemde kalmayı amaçlamazsanız kitleye ulaşma ihtimaliniz çok daha yüksek olur, çünkü kendinizi bazı sınırlarla belirlemiyorsunuz, bu binada bir moda defilesi (fashion show) de olabilir mesela. Sanatsal ve kültürel bağlamları siz kendi kavramınızla yorumlarsanız orada izleyici kitlesini de genişletirsiniz. İnteraktif elektronik sanatları bu işin içine koyduğunuzda bir kere 'sanat izleyicisi kitlesi' çok genişliyor. Bir tasarım sergisine ev sahipliği yapıyorsak bu da bu işi genişletecek demek. Beni ilgilendiren nokta, algılanış biçimine yeni bir boyut getirmek ve bazı yerleşik 'bağnazlaşmış' kavramların tekrar sorgulanabileceği, deneysel, sınırları açık olmak. Bana üç sene sonraki vizyonu sorarsanız, 'Burada ne sergilenecek?' diye şimdiden söyleyemem, söylemek de istemem.

Tamam, üç sene sonrasını sormuyorum ama Emre'ye dönüp 'bir ay sonra' bienal döneminde burada ne izleyeceğiz? demek istiyorum.

Emre Baykal:
1950'den 2000'e Türkiye'de sanatı ele alan bir sergi. Modernizmin en yükseldiği andan alıp bugün güncel sanatın yeni söylemlerine kadar Türkiye'de olup biteni sanat-tarihsel bir bakış açısıyla dokümante edecek bir sergi hazırlıyoruz. Yaklaşık 450 kadar eser göstereceğiz, 104 sanatçı katılıyor. 2000-2007 dönemini bu ana sergiye eşlik eden kısa süreli sergiler serisi olarak düşünüyoruz. Altı ay açık kalacak büyük sergi için Zeynep Rona, Semra Germaner, Orhan Koçak ve Fulya Erdemci, dört kişi çalışıyor, birer ay sürelerle değişmesini düşündüğümüz 2000-2007 sergilerinin seçimlerini genç küratörlere bırakacağız.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.