Haberler

Deniz Seviyesinde Olağanüstü Yükselmeler

Tarih: 16 Ağustos 2007 Kaynak: NewScientist Yazan: James Hansen Çeviren: Melis Göker


James Hansen NASA’nın New York’taki uzay çalışmaları yapan Goddard Enstitüsü’nün başında. Bir fizikçi ve astronom olarak kariyerine Venüs’teki bulutları inceleyerek başlamış. 1970’lerden beri ise dünya iklimine insanlığın etkilerini araştırıyor ve bu konuda 100’ün üzerinde makalesi var. 1980’lerde iklim değişimleri üzerine yapılan kongrelerdeki sözünü sakınmayan açıklamalarıyla gündeme geldi. Geçen sene Amerika hükümetini iklim değişimleri konusunda çalışan biliminsanlarını susturmakla suçladığında gazetelerin manşetlerine bile çıktı.

“İnsanların iklim değişikliğini sadece deniz suyu seviyesindeki yükselmeden ibaret görmelerine inanamıyorum. Böyle düşünen tek biliminsanı ben miyim?

Geçen sene Kalifornya’daki araba imalatçılarının motorlu taşıtların gaz emilimleriyle ilgili getirdiği yeni yasaları denemek için yaptırdığı bir testte bunu kanıtladım. Bana sorular yönelten avukatın karşısında bir glaciologist (buzul uzmanı) olmadığımı kabul ettim. Bunun üzerine avukat bana, peki içinde bulunduğumuz yüzyılda deniz seviyesinin bir metreden daha fazla yükseleceğini kabul eden bir glaciologist (buzul uzmanı) olup olmadığını sordu. Bir tanesinin ismini vermemi istedi.

O anda bu ismi veremedim. Umutsuzluğa kapılmıştım çünkü çeşitli biliminsanlarıyla yaptığım konuşmalarda ve mailleşmelerimde onların daha çok küresel ısınma senaryolarındaki buz kütlelerinin stabilitesiyle daha fazla ilgilendiğini gördüm. Bu da çeşitli gaz salınımlarının devam etmesine göz yummak anlamına geliyordu. Biliminsanları bu denli önemli bir konuda acaba neden konuşmayı reddediyorlar?

Bunu ‘John Mercer Etkisi’ adını verdiğim etken nedeniyle araştırdım. 1978’de hükümet küresel ısınmayla ilgilenmeye başladığında, Mercer Batı Atlantik buzullarının parçalanacağı teorisini önermişti. Ne kadar bilim dünyasında kimin haklı çıkacağı net olarak kestirilemese de Mercer’in teorisini destekleyen araştırmacılar daha güvenilir hale geldi.

Araştırmacılar mesele maddi destek almak olunca iklim değişikliğinin tehlikelerini çok daha iyi değerlendiriyor gibi gözüküyor. Küresel ısınmaya dikkat çekmek veya çekmemek muhtemelen alınan yardımları arttırdı fakat Mercer gibi bireysel mücadele verenlere pek yardımcı olmamış gibi.

Bunu kendi deneyimlerimden biliyorum. 1981’de fosil yakıt kullanmanın olası etkileri üzerine bir makale yayınlamamın ardından Amerikan Enerji Departmanı, benim özellikle bu makale etrafında yaptığım grup araştırmalarımı maddi olarak desteklemeyi bıraktı.

Bence biliminsanları muhafazakar olmaya zorlanıyor. Bu uyarılar da bilim üzerinde etkili oluyor. Oysa ki kuşkuculuk bilimsel metod ve buluşların temelini oluşturur. Yine de buzullardaki oynamalar veya deniz sularının yükselmesi gibi konularda aşırı uyarılar tehlikeli olabilir. ‘Bilimsel ketumluk’ kamuyla küresel ısınmanın etkileri hakkında iletişime geçmeyi engelleyebilir. Eğer ketumluğumuz ileriki tehlikeleri önlemek için çok geç kalınması anlamına gelebiliyorsa bu ketumluğumuzdan pişman olabiliriz.

Peki ben niye gaz emisyonunun bu düzeyde seyretmeye devam etmesi durumunda deniz seviyesinde bir metreden fazla bir yükselme olacağını düşünüyorum? Çünkü buzulların oluşması binlerce yıl alırken buzulların parçalanması çok kısa bir zaman alabiliyor.

Deniz seviyesi şu anda da makul bir düzeyde yükseliyor. Son on yılda 3 santimetre yükseldi, bu da geçen yüzyıldaki ortalama yükselme oranının iki katı. Denizin 20. yy’daki yükselme hızı ise daha önceki yüzyıllardan fazla ve bunun önemli bir sebebi insan faaliyetleri. Okyanuslardaki su sıcaklığının artışı sebebiyle oluşan su seviyesindeki yükselmenin sebebi %50 oranında küresel ısınma. Bu yükselmeyi eriyen buzul dağları oluşturuyor.

‘Büyük buzul kütlelerinin oluşumu binlerce yıl sürerken bunlar günümüzde sürekli parçalanıyor.’ Buna son yıllarda Grönland ve Antartika da yardım ediyor. Yapılan ölçümler Grönland ve Batı Antartika’daki buzulların her yıl 150 metrekare küçüldüğünü gösteriyor. Eriyen buzullar okyanuslara yayılarak su seviyesini yılda bir milimetre veya bir yüzyılda 10 santimetre yükseltiyor.



Kontrolsüz Çöküş

Günümüzde su seviyesinde gerçekleşen bu değişimler sebepsiz değil. Yine de temel mesele Grönland veya Batı Antartika’daki buzullarda veya her ikisininde de gerçekleşen bu parçalanmanın doğrusal bir ilerleyişten eğrisel bir ilerlemeye dönüşüp dönüşmeyeceği. Bu eğer gerçekleşirse, böyle bir çöküş önüne geçilemez olacak çünkü birçok çok yönlü geri beslenme mevcut. Bu durumda ise deniz suyu seviyesinde birkaç metrelik bir artış bekleniyor.

Mesela buzullardaki erimelerin 2005 ve 2015 arasında deniz suyu seviyesini 1 santimetre yükselttiğini ve bu sürecin ikiye katlanarak Batı Antartika buzulları tamamen eriyene dek devam ettiğini farzedelim. Bu da deniz suyu seviyesinde 2095’e dek 5 metrelik bir yükselmeye neden olacak.

Elbette bu sürecin her on yılda bir ikiye katlanarak devam edeceğinin garantisini veremem fakat bu tür bir katlanarak ilerlemenin doğrusal bir ilerlemeden çok daha muhtemel olduğu konusunda 1.000 Dolara bahse girerim. Bana göre eğer dünya 2 C°’den 3 C°’ye yükselirse deniz seviyesinde böyle bir yükseliş kaçınılmaz. Ve bu tür bir ilerleme bu yüzyıl içerisinde gerçekleşmeye başlayacak. Küresel ısınma dünyaya felaket getirecek bir deniz seviyesi yükselişini garantiliyor.

Ne kadar insanlar bazı buzul parçalarının daha stabil olduğuna inansa da ben bunun, dünyanın buz devrinden beri zaten 2 C° ısınmış olmasından ve bu dönemde deniz suyu seviyesinin günümüzdekinden birkaç metre daha yüksek olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Dünya ısısının şu anda geçmiş bin yıllarda erişmiş olduğu en yüksek sıcaklıktan 1 C° daha düşük olduğu doğru. “Foraminifera” olarak bilinen okyanusun derinliklerindeki plankton fosillerindeki oksijen izotopları bize dünyanın 3 milyon yılca önce şimdikinden 2 C° – 3 C°daha sıcak olduğunu gösteriyor. Fakat o zaman dünya bambaşka bir gezegendi. Ilıman mevsimlerde buzullar yoktu ve deniz suyu seviyesi yaklaşık 25 metre daha yüksekti.

Yer kabuğunda jeolojik çağlarda olduğundan çok daha fazla karbon bulunduğuna dair yeterince yaygın bir değerlendirme yok. Bu gaz salınımlarından kaynaklanan etkiler iklimsel etkileri son bin veya milyon yılda olduğundan çok daha fazla etkiliyor.

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nde (IPCC) ortaya atılan senaryo modelleri bu yüzyılın sonuna kadar 3 C° bir sıcaklık artışını öngörüyor. Çoğu insanın farkında olmadığı şey ise bu tip modellerin genellikle sadece deniz buzullarındaki, bulutlardaki, su buharındaki değişimler gibi hızlı geri beslenme ilerleyişlerini göz önünde bulunduruyor olmaları. Gerçek küresel ısınma ise, iklim değişikliği nedeniyle gerçekleşen yüksek yerlerdeki bitki örtüsünün hızla gelişmesi, buzulların çekilmesi ve ileriki gaz emisyonları gibi daha yavaş geri beslenmeler de düşünülürse çok daha büyük felaketlere yol açabilir.

IPCC bu yüzyıldaki deniz suyu seviyesindeki yükselmenin 18 – 59 santimetre arasında olacağını belirtiyor. Ayrıca buzullardaki dinamik tepkilerin bu hesaplamaya katılmadığı belirtiliyor. Bu denli kesin rakamların verilebiliyor olması halkı rahatlatarak deniz suyu seviyesindeki yükselişin kontrol altında olduğu hissi yaratıyor. Medyada yayınlanan birçok oranları indirilmiş rapor bulunuyor. IPCC’nin sunduğu rakamlar kabul edilse bile buzulların bir yüzyıl daha dayanacağını garanti edemiyor.

Böyle uzun tepki sürelerini umut eden biliminsanları var çünkü onların buzul modelleri geçmiş çağlardan kalma iklimsel özellikler düşünülerek hazırlanmış. Benim çalışma grubumun ortaya koyduğu şey ise buzulların 6.000 yıllık tarihi içerisinde gerçekleşen parçalanma deneyimleri dünyanın orbitindeki değişimleri yansıtıyor ve bu da iklim değişikliklerini beraberinde getiriyor.

Gerçekten de eski dönemlerdeki iklim bilgileri buzulların parçalanarak birçok kez deniz seviyesinde yükselmeler yarattığını gösteriyor. Mesela 14.000 yıl önce deniz suyu seviyesi 400 yıl içerisinde 20 metre yükseldi, yani 20 yılda bir 1 metre.

Günümüzdeki küresel ısınmanın da böyle bir değişime yol açabileceğine dair her geçen gün kanıtlar güçleniyor. Bu gelişme önce insan yapımı sera gazlarıyla başladı. Bu gaz dünyayı infrared ışınlarına karşı daha opak hale getirerek ısının yayılımını yavaşlattı. Bunun sonucunda dünya kaybettiğinden daha fazla ısıyı içerisinde tutmaya başladı, metrekare başına 0.5 watt’a 1 watt. Bu gezegen enerjisindeki dengesizlikle ortaya çıkan fazladan enerji eğer sırf buzulları eritmek için kullanılırsa deniz seviyesi on yılda bir 1 metre yükselebilir. Ve sera gazları devam ederse bu dengesizlik katlanarak artar.

Peki bu fazladan enerji nereye gidiyor? Bunun bir kısmı atmosferi ısıtarak buzullardaki anahtar geri beslenmelerden birini gerçekleştiriyor. Bu geri beslenme yani "albedo flip" buz ve kar erimeye başlayınca oluşur. Karla kaplı buz, üzerine düşen gün ışığının büyük bir kısmını yansıtır. Fakat eğer sıcak hava üst tabakasında erimeye neden oluyorsa alttan çıkan daha koyu renkteki buz güneş ışığını daha fazla emer. Bu da gezegendeki enerji dengesizliğini daha da arttırarak daha fazla erimeye neden olur. Eriyen sular buzul tabakaları içerisinde oyuklar açarak dibe kadar iner ve buzul tabakalarının parçalanarak okyanusa yayılmalarına sebep olur.

Grönland’daki erimiş buzul alanı bu bölgede bilimsel araştırmaların başladığı 1979 tarihinden 2002’ye dek 450.000 kilometrekareden 600.000 kilometrekareye dek yükseldi. Dünya çevresindeki çeşitli sismometreler Grönland’daki ana buzul tabakalarının çevresinde sürekli sayıları ve şiddetleri artan depremler tespit ediyor. Bu da bizlere gittikçe daha büyük buzul parçalarının hareket ettiğini ve yere sürtünmeler nedeniyle durduğunu gösteriyor. Bu depremlerin sayısı 1993’le 1990’ların sonu arasında ikiye katlandı. Depremlerin sayısıyla kaybedilen buzların sayısının doğru orantılı olup olmadığı kesin değil fakat depremlerdeki bu artış buzulların stabilitesini bir kere daha gözden geçirmemiz gerektiğini gösteriyor.

Dünya çapında gerçekleşecek 2 C° – 3 C°’lik bir ısı artışının Grönland’a 5 C°’lik bir sıcaklık artışı olarak yansıması bekleniyor. Bu yaz döneminde tüm buzulların erimesine neden olabilir. Fakat bu kadar büyük çaplı ve sürekli bir değişimin ne zaman başlayacağını kestirmek oldukça güç.

Batı Antartika’daki yaz mevsimi erimeleri Grönland’dakinden daha az dikkat çekiyor fakat burada gerçekleşen erimeler daha önemli. Deniz seviyesinden yüksekteki kayalıkların üzerinde bulunan Batı Antartika buzulları aşağıdan gelen sıcak sulardan ve yukarıdaki atmosferik ısınmadan etkilenmeye daha açık. Uydu görüntüleri bize Batı Antartika buzullarının her yaz döneminde daha fazla eridiğini ve bu erime dönemlerinin gittikçe uzadığını gösteriyor.



Ilık Okyanuslar

Yüzeysel erimeye, atmosferin ısınması ve güneş ışığının her geçen gün biraz daha fazla emilmesinden başka faktörler de neden oluyor. Eğer önemli bir buz kaybı varsa buzulların yüzeyleri havanın daha sıcak olduğu ve ekstradan erimeye neden olan daha aşağı seviyelere düşer. Bu da erimeyi tetikleyen bir diğer etken.

Gezegendeki enerji dengesizliğinden kaynaklanan fazla enerjinin büyük bir bölümü atmosfer yerine okyanuslara gidiyor çünkü okyanusu 1 C° ısıtmak için atmosferi ısıtmak için gerekenden 1000 kat daha fazla enerjiye ihtiyaç var. Buzullardaki bu parçalanmanın hızlanması ne kadar ekstradan okyanus ısısının buza aktarıldığıyla ilintili.

Bu aktarma 2 temel şekilde gerçekleşebilir: kopmanın hızlanmasıyla okyanusa karışan daha fazla buz kümesi sayesinde ve buzun altındaki okyanus suyunun doğrudan ısısını buza aktarması yoluyla. Kopan buz kümecikleri okyanusta yüzdükleri için onların erimeleri su seviyesini doğrudan yükseltmiyor. Yine de bu kümelerin kopması ana buzul kütlelerini etkileyerek yine bir geri beslenme yaratıyor.

Bunun bir örneği yakın zaman önce Antartika Yarımadası’nda görüldü. Yüzeysel erimelerin ve buzul hücrelerinin incelmesinin ortak etkisi altında Larsen B buz kütlesi çöktü. Bunu ise bağlı bulunduğu buzul kütlesindeki parçalanmalar takip etti. Batı Antartika’da yaşanan bu durum aslında beklenen bir şeydi. Araştırmalar Batı Antartika’yı sarmalayan okyanusun çoktan ısınmaya başladığını ve buz hücrelerinin her geçen gün biraz daha eridiğini gösteriyor.

Kısa dönemde bu durumu negatif etkileyecek bazı geri beslenmeler de oluyor. Buz miktarı azaldıkça buzdağlarının oluşturduğu bölgesel soğumalar da artıyor. Bu soğuma daha fazla deniz buzuna ve böylelikle güneş ışınlarının daha fazla yansıtılmasına neden olabilir. Ayrıca okyanusun yüzeyinin eriyen buzullar nedeniyle soğuması su yüzeyindeki ısı yayılımını da azaltabilir. Ve bu da gezegenimizdeki enerji dengesizliğini arttırarak buzul erimeleri için daha fazla enerji kalmasına sebep olabilir. Modellere göre eriyen buzların yarattığı soğuma geçici ve sera gazları arttıkça Batı Antartika ve Grönland’daki durum artarak devam edecek.

Bir diğer olumsuz geri beslenme ise atmosferin ısınması nedeniyle artan nem oranı sebebiyle buzulların dış yüzeyindeki kar yağışının artması. Bazı tahminler bu sayede buzul yüzeylerinin genişleyeceğini idiia ediyor fakat bunlar buzullardaki kopuşları göz önüne almayan gerçek dışı modeller. Dünyanın geçmişteki iklimsel bilgilerine ve GRACE uydusunun bizlere gösterdiği bilgilere dayanarak buzulların küçüldüğünü görebiliriz.

Antartika’da ortaya çıkan bulgular oldukça endişe verici. Son onyıllarda, ozon tabakasının da etkisiyle buradaki ısınma sınırlı kalmış. Batı Antartika’nın hızla kütle kaybediyor olması incelen buz hücrelerinin çoktan buzulların parçalanmasında rol oynamaya başladığını gösteriyor.

Çeşitli tahminlere göre Antartika’nın etrafındaki deniz suyu ısınması dünyanın geri kalan yerlerinden çok daha düşük seviyede olacak fakat bu sınırlı ısınmanın gittikçe artması bekleniyor. Son senelerde yaz aylarında Batı Antartika’daki erime miktarının gittikçe artması Antartika’dan doğrusal olmayan bir ivmeyle buz kümelerinin ayrılmasını muhtemel kılıyor.

Bu oldukça acil bir problem. Doğrusal olmayan bu tepkiler hem pozitif geri beslenmeler hem de sistemdeki durağanlık nedeniyle çok kısa bir süre içerisinde kontrolden çıkabilir.

Okyanuslar ısınıyor ve karbondioksit seviyesi dengelenirse bile buz hücreleri erimeye devam edecek çünkü okyanusun tepki verme hızı oldukça yavaş ve dipteki sıcaklık ideal ısının çok üzerinde. Ayrıca insanlarda bir atalet hakim. Bu değişikliklerin yapılması gerektiğine karar verilse bile yeni sistemi hayata geçirmek oldukça zaman alacak.

Benim fikirlerimdeki temel argüman deniz suyu seviyesindeki artış tehlikesi. Bu da milyonda 450 veya daha az bir karbondioksit oranı gerektiriyor. Bu tür senaryolar ise hiç vakit kaybetmeden enerji elde etme yöntemlerini değiştirerek sera gazlarının oluşumunu engellemeyi gerektiriyor.

Gerçekten de benim bu konudaki fikirlerim diğer biliminsanlarının yanında çok mu radikal kalıyor? Fikirlerimi etkileşim halinde olmakla temellendirerek arada önemli bir fark olmadığı sonucuna varıyorum. Ortadaki açık farklılıklar ise doğal bir durum.

Ketumluk IPCC için iyi bir şey. Bağımsız bilim insanları da rahat bir soyutlama içerisinde olmayı tercih edebilirler ve böylelikle asla yanlış olduğu kanıtlanabilecek olgular ortaya koymamış olurlar. Fakat belki de kendi mirasımıza farklı bir gözle bakabilmeliyiz. Daha fazlasını söylemeyi bilmiyor muyuz? Grönland’daki bir buzulun hızlandıktan sonra yavaşladığı olgusunu bir kanıt olarak kullanmak ketumluğu, bir soğuk hava dalgasının küresel ısınmayı durduracağına dair ortak yanlıştan pek de farklı değildir.

Resme daha geniş bir açıdan baktığımızda buz tabakalarının küresel ısınmaya doğrusal olmayan bir şekilde tepki verdiğini, yani bu durumun çoktan başladığını görebiliriz. Elimizde bunu kanıtlamak için yeterli bilgi var, neredeyse kesin bir şekilde deniz suyu seviyesinin yüzyıl sonunda metrelerce yükselmiş olacağını söyleyebiliyoruz.

Eğer su seviyesi, 5 metre yükselirse...

Dünyanın uzaydan görünüşünde pek fazla bir şey değişmeyecek. Şaşırtıcı derecede az miktarda toprak kaybı olacak. Asıl sıkıntı sular altında kalacak olan alanlarda çok fazla insanın yaşıyor olması.

Dünya karalarının %2’si deniz seviyesinin 10 metre ve daha az aşağısında yer alıyor. İnsan nüfusunun %10’u ise (630 milyon insan) bu bölgelerde yaşıyor. Bu alanlar dünyanın en kıymetli bölgelerini oluşturuyor.

Onları koruyacak mega mühendislik projeleri oluşturulmazsa 5 metrelik su seviyesi yükselmesi içlerinde New York, Londra, Sydney, Vancouver, Mumbai ve Tokyo’nun da yer aldığı birçok önemli şehri sular altında bırakacak. Bu şehirlerin çevrelerindeki alanlar büyük dalga fırtınalarına maruz kalacak. Florida, Louisiana, Hollanda, Bangladeş gibi ülkeler ve şehirlerle çevrelerindeki alanlar yok olacak. Mesela Çin’in ekonomi merkezi Şangay deniz seviyesine sadece 4 metre yükseklikte.

İngiltere hükümeti tarafındna hazırlanan Stern Raporu iklim değişikliğinin 1930 bunalımına veya dünya savaşlarındaki dönemde yaşananlara benzeyen önemli sosyal ve ekonomik karışıklıklar yaratabileceğini, dünya mirasının yarısının kaybedilebileceğini belirtiyor. Su seviyesindeki 5 metrelik bir artış ise durumu iyice kötüleştirebilir. En kötüsü ise deniz daha da yükselebilir.”
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.