Haberler

Bilgi kirlenmesi kentte oluşur

Tarih: 25 Ocak 2008 Kaynak: Cumhuriyet Yazan: Doğan Kuban
Her cahil ve her kahvehane bilgiyi saptıran araçlar olabilir. Fakat çağdaş kentte yaygın bilgi saptırıcı iki temel kaynak var: Gazete ve Televizyon. Bunların patronları sanayi ve ticaret oligarşisi ve onunla ortak olan politikacılardır. Bilgi ve kavram saptırmayı bunların sözcüleri yapar. Bu sözcüler iktidar ve sermaye tarafından beslendikleri için olanakları çoktur ve korkusuzdurlar. Türkiye'de onları besleyen para oligarşisinin ideolojisini yürütmek zorunda oldukları için, özeleştiri de yapamazlar.

Bugün her şeyi para ile ölçen politika ve ticaret oligarşisinin birincil konusu Cumhuriyeti gözden düşürmek, Osmanlıyı yüceltmektir. Bu amaç giderek körlerin fil tanımına benzer bir yola girmiştir. Bir tarihçi çıkar, Osmanlı kültürünün Cumhuriyet kültüründen daha yüksek olduğunu yazar. Ne 19. Yüzyıl sonuna kadar bir üniversitemiz olmadığını, ne de imparatorluk tükendiği zaman halkın sadece %10'unun okuma yazma bildiğini hatırlar. 19. Yüzyılda Türkiye'de dünya tarihi bilen kimse olmadığını ve Ali Paşa'nın Fransızca çevirttiği dünya tarihini, o zamanki maarif sorumlularının Kısas'ı Enbiya'ya uymadığı için kabul etmediklerinden de haberi olmayan bir tarihçidir. Belki Sevr'in imzalandığını da unutmuştur.

Türkiye'de tarihi çevrenin korunmasına ilişkin Murat Belge 'nin 11 Ocak'tan başlayan üç yazısını okudum. Kuşkusuz Belge yukarıda sözünü ettiğim tarihçilerden çok daha üst düzeyde bir düşünür ve yazar. Fakat pek çok kişinin kafasını karıştırdığını da söylemek gerekir.

Belge'yi okuyunca Osmanlı'da sanki bir koruma eğilimi -kuşkusuz bilinçli değil- varmış gibi görünüyor. Yoksa biz korumaya Avrupa'dan önce mi başladık? Bu biraz fazla milliyetçilik kokuyor. Eğer genel bir yargı gerekirse, bugüne değin Türkiye'de hiçbir dönemde övülünecek bir tarihi çevre koruma bilinci olmadığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda Osmanlı'yı bir parmak yukarıda göstermeye kalkışmak Cumhuriyeti karalama isteğinin gösterisine dönüşmemeli.

Koruma Bilinci Yok
Osmanlı kültüründe bir koruma bilinci yoktur. Gerçi Osmanlı döneminde kent yapısının bozulmasını teşvik edecek bir ekonomik gelişme de olmamıştır. Biz altmışlı yıllarda bile Anadolu'nun fazla değişmediğini, fakat Türk ya da öncesi büyük yapı tahribatının olağan bir davranış olduğunu biliyoruz. Avrupa'da olduğu gibi bizde de tarihi dokunun yok olması teknolojinin gelişmesi, kente göç ve çağdaş ulaşımın paralelinde olmuştur. Türkiye ekonomik nedenlerle Cumhuriyet Döneminde Ankara dışında pek az inşaat yapmıştır. Kurtuluş Savaşından II. Dünya Savaşı sonuna kadar ekonomik olanaklar sadece başkent için bir yeni yapılanmaya olanak vermiştir. 1956 yılına kadar ne Anadolu kentlerinin, ne de İstanbul'un tarihi dokularına fazla bir müdahale olmamıştır.

Osmanlı'nın tarihi çevreyi korumuş olması komik bir yargı olur. Osmanlı dönemi Anadolu'nun tarihi mirasını bir taş ocağı olarak görür. Sağlam kiliselerin camiye çevrilmesi ise İslam tarihinin ilk pratiklerinden biridir. Bu bir koruma pratiği olarak görülse bile koruma bilinci ile ilgili değildir. İstanbul alındıktan sonra ilk saray Beyazıt'ta var olduğu anlaşılan bir saray ya da manastır kompleksi üzerine kurulmuştur. Topkapı sarayı eski kentin Akropolisi üzerine kurulmuştur. Hipodrom ve büyük Bizans Büyük Sarayı'nın üstleri 16. Yüzyılda Sadrazam saraylarıyla doluydu.

İstanbul'daki camilerin bütün son cemaat mahalleri ve avluları Bizans ve Roma yapılarının sütunlarıyla yapılmıştır. Tezkiret ul-Bünyan'da en ağırlıklı hikâye Kıztaşı'ndan Süleymaniye'ye getirilen büyük sütuna aittir. Türkiye'de Selçuklu ve Osmanlı Dönemi Mimarisi Antikite ve Bizans yapılarının yağması üzerine kuruludur. Bu her çağda benzer bir süreçtir. Roma, Yunan ve Helenistik mirası, Bizans Roma'yı, Osmanlı Bizans'ı malzeme deposu olarak kullanmışlardır. Mşatta Sarayı cephe bezemelerinin ve Bergama Altarı'nın Berlin'de olması Osmanlı'nın tarihi mirasa hangi gözle baktığını anlatmaktadır.

İstanbul'un ilk üniversitesi Ayasofya karşısında Bizans Sarayı kalıntıları üzerinde Fossati tarafından inşa edilen ve yanmış olmasına dua etmemiz gereken neogrek üsluplu heyula bir yapıydı. Tarihi çarpıtmadan anlatmak ve nesnel olarak yapılabilecek değerlendirmeleri ideolojik polemiğe dönüştürmemek, aydınların görevidir. Avrupa'da bile 2. Dünya Savaşı'ndan sonra gelişen bir disiplin bağlamında Osmanlı Cumhuriyet tartışması yapmak ayıptır.

Belediye Yok Ediyor
İstanbul'da belediyenin koruma yenileme, dönüşüm adı altında tümü dışarıdan ithal edilmiş kavramların da içini boşaltması bilgi kirliliğinin bir başka örneğidir. İstanbul'un imarı gibi bütün ülke için çok önemli bir uygulamayı yöneltecek bütün kavramların içeriğini yitirmesi, sadece tarihi İstanbul'u yok etmiyor, kentin geleceğini de dünyadan habersiz, tarihten habersiz sadece kısa vadeli bir toprak rantına dayalı işlevsel olumsuzluklara ve çirkinliklere teslim ediyor. 1956'dan sonraki dönem Belge'nin gözlemlerine uygundur. Fakat Cumhuriyet'in bilinçli çabalarıyla, bilinçsiz bir toplumun her düzeyde yaptığı tahribatı birbirine karıştırmamak gerekir.

İlginç olan 1951'de Gayrimenkul Anıtlar ve Eski Eserler Yüksek Kurulu'nun kurulmasıyla birlikte kent toprağı yağmasının ilk işaretlerinin de ortaya çıkmasıdır. Cumhuriyet 1950'den bu yana ve özellikle AKP iktidarı döneminde koruma kavramını tümüyle dışlamış durumdadır. Burada işleyen mekanizma 1950'lerden bu yana çalışan, 1970'den sonra hızlanan, 1980'den sonra gemi azıya alan, şimdi ise parasal, menfaat dışında sağduyuya ve bilgiye kulağını tıkamış ve Belge'nin, belki de sözcüsü olduğu bir iktidarın marifetleridir.

Bugünlerde UNESCO İstanbul'u tarihi şehirler statüsünden çıkaracakmış haberi toplumda ve basında yankılanıyor. Korumaya hiç şans tanımayanların bu bağlamdaki endişeleri anlamsız. Toplumun da bundan etkileneceğini sanmıyorum. Fiziksel çevre hakkındaki tek fikri topraktan, yapıdan biraz daha fazla para çıkarmak olan bir kamuoyundan söz ediyoruz. Bunun doğal sözcükleri halkın demokratik temsilcisi olan belediyelerdir.

Biz gelecek için tek garanti olan bilgi ve teknoloji toplumunu göz ardı eden, parayla satın alınan oylar demokrasisinin şemsiyesi altında, yağma ve bölücü türbana ve dini örgütlenmeye geleceği kurban eden bir idare altında yaşıyoruz. Toplumun geri kalmışlığının her adımda karşımıza çıkardığı spontan olgularla bu sistematik ideolojik dayatmayı birbirine karıştıran safsatalardan kurtulmamız gerekir.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.