Haberler

Dr. Aşan Bacak'la İklim Değişikliği Üzerine Bir Sohbet

Tarih: 22 Nisan 2008 Kaynak: Açık Radyo
Ömer Madra: Kanada Waterloo Üniversitesi’nden Dr. Aşan Bacak’la beraberiz, geçen hafta 25-28 Mart arasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yapılan 4. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu’nda bir tebliğ vermişti. Çalışmalarını kısmen Türkiye’de de sürdürüyor. Küresel iklim değişikliği konusunda yayınlanmış çalışmaları ve dünyada iki kutuplar bölgesinde de yaptığı araştırmaları var. Hoşgeldiniz.

Aşan Bacak:
Hoşbulduk. Bu kadar güncel bir konuyla ilgili toplumsal bir sorumluluğu yerine getirmek adına böyle bir programa katılmaktan dolayı çok mutluyum, sağolun.

ÖM: Bu senenin başında iki haber verdik, biri Kuzey Kutbu’ndaki buz denizinin yaz buzlarının eriyip yok olması belki bu yaz bile gerçekleşebilir diyen bir NASA raporundan bahsetmiştik. Geçen hafta Antarktika’dan dev bir buz tabakasının daha kopmasının an meselesi olduğunu bildiren British Atlantic Survey’den gelen bir rapor var, Akdeniz’deki Malta adasından da büyük bir parçanın kopması ihtimalinden bahsediliyor. Çok ciddi bir değişim var ve bu değişim en çok kutuplarda gözleniyor. Bize bu konuda biraz bilgi verir misiniz lütfen?

AB:
İlk önce kutupların neden bu denli sert etkilendiği ile ilgili küçük bir ön bilgi vererek başlayalım. Kutuplar insanlığın varoluşundan beri, endüstriyel devrim sonrasında da öncesinde de el dokunulmamış yerler. Tabiatın en nadir olarak bozulduğu, hiç zarar veremediğimiz yerler olduğunu düşünüyoruz. Tarih boyu bir kaç kere küresel ısınma döngülerinin yaşandığı söyleniyor bazı bilim çevreleri tarafından. Evet doğrudur, böyle döngüler yaşanmıştır, fakat 1-2 santigrat derecelik döngüleri tabiat tolore edebiliyor. Bu 2 derecelik döngünün üzerine bir de 2-3 derecelik insan faaliyetlerinden eklediği düşünülürse 5-6 santigrat derecelik değişimin tabiat tarafından tolore edilemeyeceği son derece açık bir şekilde görülmekte.

Bu yüzden de 1936-38 yılları arasından beri, International Polar Year (Uluslararası Kutup Yılları) denilen 5 yıllık araştırma süreçleri başlatılmış durumda. Şu anda da sonuncusunun içerisindeyiz, 2007 yılından 2012 yılına kadar sürecek 5 senelik bir süreç bu. Kutup bölgelerindeki bilimsel araştırmalara daha büyük paralar aktarılıyor uluslararası kaynaklar tarafından ki bizim şu anda Kuzey Kutbu’nda yönetmekte olduğumuz araştırmada da bu kaynaklardan yararlanıyor.

Güney Kutbu’nda 1938 yıllarında İngilizlerin British Antarctic Survey tarafından Halley1 üssünü kurarak başlattığı çalışmalar var ve daha sonra çok daha yakınlarda 90’larda ozon tabakası yırtığının ilk olarak gözlendiği bilim üssü de Halley 6’ydı. Kuzey Kutbu’ndaki insan varlığı biraz daha yeni bir döneme rastlıyor. İklim değişikliği etkilerine yol açabilecek değişimler Kuzey Kutbu için çok daha büyük önem taşıyor. Güney Yarıküre’de su yoğunluğu Kuzey Yarıküre’ye göre çok daha fazla, tabii ki Güney Yarıküre’de herhangi bir buz kütlesinin kopmasının tabii ki genel iklim değişikliği etkilerine çok büyük etkisi olacak, fakat kuzey yarıküredeki bir kopuşun çok daha korkutucu sonuçlara yol açabileceğini gösteriyor araştırmalar. Benzeri bir kütle Kuzey Kutbu’ndan koparak Pasifik’e inerse bunun sonuçları iklim değişikliği açısından daha ciddi olacak. Bu çalışma NASA ve MIT’nin çok değerli bilimadamları tarafından yürütüldü, bunlardan birisi benim doktora hocamın da hocası olan Mario Molina, 1970’lerin sonunda diğer iki bilim insanı ile birlikte, klorofloro karbonların ozon döngüsüne olan etkisini saptadığı bir araştırma nedeniyle, Dupont firması tarafından “bizim market, çıkarlarımıza karşı bilimsel veriler yayınlıyorlar” diye dava edilmiş, daha sonra da bu iki kişiyle 1995’da Nobel Kimya Ödülü’nü paylaşmıştı. Az Kuzey Kutbu’ndan kopacak bir buz kütlesinin kopuşu ile ilgili bir takım gelecek tahminleri içerisindeki senaryolardan birisiydi az önce anlattığım.

Biz kutup yörelerini kirletmediğimizi zannediyoruz, çok uzak, çok az sayıda insan gidebiliyor, orada endüstri yok vs. Bunlar hep bizim kafamızdaki şeyler, ama...

ÖM: Gerçekliğe tekabül etmiyor herhalde?

AB:
Atmosfer tamamen birbirine bağlı, en ufak bir değişikliğin bütün sistemi etkilediği bir mekanizma. Son 5 senedir aerosollerin, yani havada uçan çok küçük sıvı parçacıklarının kirletici taşınımına olan katkılarını ancak anlamaya başladık. Şu anda benim Kuzey Kutbu’nda yürüttüğüm çalışma da bunların Kuzey Kutbu’na nereden geldikleri ve ne taşıdıkları üzerine. Bu parçacıklar kutup yöresi döngüsüne bir şekilde taşındıktan sonra oradan çıkmaları söz konusu olmuyor, kararlılaşıyorlar ve uzayan yıllar içerisinde bu parçacıkların konsantrasyonu kutup yöresinde artıyor. Bu sonuç başka çalışmalarla da çok sabit. Hayatlarını kaybeden kutup hayvanlarının derilerinde, yağ dokularında, böbrek yapılarında hiç olmaması gereken teflon gibi materyallere rastlanıyor son 8-10 senedir yürütülen çalışmalarda. Yani görmediğimiz yeri kirletmiyoruz diye bir şey söz konusu değil.

Burada da uluslararası devlet topluluklarından kadar bireylere de sorumluluklar düşüyor. Herkes kendi lüksleriyle ilgili küçük feragatlerde bulunabilir; sifonu çekerken aklına ya da gazetesini çöpe atarken bir kerecik düşünmesi, su kaynatırken hatırlaması o kadar çok şeyi değiştiriyor ki. İşinizde kahvelerinizi hergün plastik kapta içtiğinizi, bir de bir tane seramik fincanınızı iş yerinizde bulundurduğunuzu düşünün, bu bile çok önemli bir fark yaratabilir toplanınca, o plastik kabın üretilişindeki bütün enerji aşamalarından, petrolden, elektriğe kadar o kadar çok şey kurtarıyorsunuz ki.

ÖM: Evet, aerosollere varıncaya kadar. Siz her iki kutupta da çalışmalar yürüttünüz.

AB:
Evet, Güney Kutbu’nda çok daha kısa, ama Kuzey Kutbu’ndaki bulunduğum süre çok daha uzun.

ÖM: Sonuç olarak bireylerin faaliyetleri, sorumluluğu yeterli olmayacaktır eğer uluslararası hükümetler doğru politikaları yürürlüğe koymazsa, çzellikle de büyük şirket bağlantıları nedeniyle.... Politikacıları nasıl etkileyeceğimiz gibi bir mesele var. Mesela biz James Hansen’i takip etmeye çalışıyoruz; özellikle genç kesimin muhakkak surette bu özel çıkarlar hakimiyetini, hem medyada olsun hem bilimsel kurumlar ve hükümetler düzeyinde ortadan kaldırmak için gençlerin örgütlenmesi gerektiğini söylüyor. Siz ne diyorsunuz bu sorumluluk konusunda.

AB:
Tabii böyle kişisel girişimlerin küresel iklim değişikliğine diyelim daha doğru yardımları olacak, ama ülkeler çapındaki girişimlere kesinlikle bedel değiller. İnsan baskıları, toplumun bilinçlenmesi ülkeleri buraya sürüklemek zorunda. James Hansen gibi dünyanın hemen hemen her ülkesinde birer tane gönüllü savaşcı bu işi yürütüyorlar; Kanada’da Mr. Suzuki bu işi üstlenmiş vaziyette.

ÖM: David Suzuki.

AB:
Evet öyle, çok ciddi takip etmekte. Seçilmişler toplumların bilinçlerine göre seçiliyor, eğer toplumunuz bilinçsizse seçtiğiniz insan da bilinçsiz oluyor. Bu bilinçsiz adam da ekonomik baskıların, endüstriyel baskıların, kirli alakaların sonucunda doğal olarak bir takım ödünler veriyor, mesela Kyoto’ya imza atmıyor, Montreal Sözleşmesi’yle ilişkisi olmuyor. Kuzey Avrupa ülkelerinin ya da Avrupa Topluluğu ülkelerinin yöneticilerinin bu konudaki duyarlılığını gözönünde bulundurun, bir de Afrika ülkelerinin yöneticilerinin bu konudaki duyarlılığını gözönünde bulundurun. Tabii Amerika’yı da katmamız gerek, Bush’un da bu konudaki güvenilmez tavırları ya da ABD Senatosu'nun bu konudaki güvenilmez tavırları, endüstriyel bağımlılığı olan Çin’in, Rusya’nın, patlayan endüstrisini kontrol edemeyen Hindistan’ın bu konudaki duyarsızlıkları da son derece açık. Tabii bir taraftan ülke işgal edip savaş yönetirken, diğer taraftan da ülkesinin içerisinde üretmeye mecbur olduğu enerjiyi pahalı üretmek hiçbir ekonominin işine gelmiyor. Bu Amerika için de böyle. Kendimiz için bakacak olursak; AB’nin yayımladığı 2006 Ekim raporuna göre Türkiye Avrupa’nın en büyük kirleticisi.

ÖM: En hızlı artan ülke evet.

AB:
Karbondioksit kirleticisi. Avrupa ülkelerinde araç kontrolleri çok amansızca yapılır, bunun peşinde polis de çok aman vermeden koşturur, kontrolleri yapan firmalar da çok ciddi davranırlar. Avrupa ülkelerinde kilometre başına gram karbondioksit üretimi 65-70 iken, Türkiye’de kilometre başına ortalama aracın ürettiği karbondioksit yanlış hatırlamıyorsam 125 gram civarında. Zaten sadece araba sayılarını karşılaştırarak Türkiye’deki karbondioksit salınımının nasıl arttığını görebiliriz. Ben dünyanın hiçbir ülkesinde talaş artığı üzerine araç yağlarının dökülerek zenginleştirilip sobalarda yakıldığını görmedim, eğer bugün Antalya’ya, Mersin’e, İzmir’e, kış aylarının ağır geçmediği şehirlerde, çevre kirlenmesi ile ilgili hiçbir noktaya değinmeksizin bu araç artığının öldürdüğünü söyleyeceğim. Çünkü bu yakılan şey, ağır metallerden zengindir, radikallerden zengindir, insan sağlığına inanılmaz öldürücü etkileri, kanserojen etkileri vardır. Hiçbir dünya ülkesinde görmedim böyle bir şey uygulansın. Tabii bu fakirlikle de alakalı. Hükümetler kişi başına üretilen karbondioksitin Türkiye’de az olduğunu, çünkü fakir bir ülkede insanlar kışları evlerini 20 santigrat derecede tutamadıklarını söylüyorlar, ama bu tür yakıtların kullanıldığını hesaba katmamız lazım, ayrıca endüstriyel üretimimiz inanılmaz büyük, çok kirletici ve kontrol dışı.

ÖM: Ayrıca son açıklanan envanter raporunda, -1 yıllık bir gecikme ile İngilizce açıklandı sadece Çevre Bakanlığı tarafından- kişi başına karbondioksit emisyonu olarak 4,5 ton civarında açıklanıyor ki oldukça yüksek.

AB:
O rakamları okumadım ama İzmit Körfezi’ne gidip de korkmamak elde değil. Oradaki insanların sağlık sorunlarını bir istatistik haline getiren doktora çalışmasının olması gerekirdi şimdiye kadar.

ÖM: Belki duymamış olabilirsiniz, bugün TBMM Çevre Komisyonu Başkanı, AKP Milletvekili Haluk Özdalga da Nisan ya da en geç Mayıs ayında Kyoto Protokolü’nün imzalanması gerektiğini söylemiş. Bu ilk defa iktidara yakın çevrelerden duyduğumuz bir şey, sonunda hiçbir karar mekanizmasında da yer almayıp önleyici sistemin de dışında kalması tehlikesinin varlığı.

AB:
Hemen aklıma gelmişken, konferanstaki konuşmalarımdan birisinde de değindim, Kuzey Kutbu’nda beraber çalıştığımız başka bir bilim grubunun yönettiği araştırmadan bahsedeyim, kutup yuvarlağındaki “buz şapkası” dediğimiz yapının yüzölçümü ile ilgili bir çalışma. 1980’den günümüze kadar %30’unu kaybetmiş durumdayız.

ÖM: Bu araştırmacıları bile hayrete ve dehşete düşürüyor.

AB:
Evet çok büyük rakamlar, %30’unu son 28 senede kaybetmişiz demektir. Dünyanın 5 milyar yaşında olduğunu düşünürseniz bu gidişat biraz ürkütücü.

ÖM: Mesela Independent’ta dünyanın ilk iklim mültecilerinin zaten ortaya çıkmış olduğunu, Bengal Körfezi’nde, Hindistan’daki adalarda hergün setler kurup, ertesi gece de suyun sesine göre uyanıp tekrar setleri berkitmek gibi işler yapılıyor. Çok ciddi bir durum var. Ben biraz umut faslına geçmek istiyorum. Sizce nasıl çözeceğiz?

AB:
Biraz cehennem tablosu çizdik şimdiye kadar, ama insanoğlunun böyle bir keşif sorunu var, dokunduğu şey parmağını yakmazsa ya da kendisini anında zarara uğratmazsa başına ne geleceğini bilemiyor. O yüzden de bu senaryolar biraz daha ağır ya da hata hesaplamalarının hep en ucunda rapor ediliyor. Kyoto kontrol mekanizmaları ilk imzalandığından bugüne kadar geçen süreçte aslında çok iyi geliştik. Kutupta gündönümü Şubat’ın 24’tür, 24 Şubat’ta güneş doğar. Kış boyu kutupta stratosferdeki bulutların içerisinde kirleticiler birikirler.

ÖM: Atmosferin üst tabakaları.

AB:
Atmosferin üst tabakalarındaki 18-25 kilometre. Bunlar alkali denilen, bromür, klorür, florür gibi kimyasallardır. Güneşin doğmasıyla beraber, bu kimyasallar ani bir reaksiyon çemberine girerler. Az önce bahsettiğimiz Mario Molina’nın araştırmaları sonucu biliyoruz ki, bir klorür milyonlarca ozonu bir kaç dakikalık bir döngü içerisinde parçalıyor, parçalamaktan kastımız ozona bağlanarak 3 oksijenden bir tanesini kopartıyor, hemen bu reaksiyonun arkasından o oksijenden güneş ışığı yardımıyla ayrılıp yeni bir ozonun parçalanması döngüsüne devam ediyor.

ÖM: Zincirleme reaksiyon.

AB:
Evet zincirleme, çok hızlı gelişen bir reaksiyon. Kutupta 6 aylık karanlık süreç boyunca biriken kimyasalların, ansızın Şubat 24 itibariyle doğan güneş yardımıyla uzunca bir müddet bu reaksiyon döngüsünü sürdürmesi sonucunda ozon tabakası ansızın erir ve 14-20 kilometre arasında bulunması gereken maksimum ozon battaniyesi incelip açılmaya başlar. Kışın bu kendisini tekrar tamir eder, çünkü güneş yoktur, reaksiyon yoktur. Kyoto Protokolü’nün imzalandığı günden beri, endüstriyel ülkelerin duyarlı olanlarının imzaladığı ve %100 olmasa da %75-80 takip etmeye çalıştıkları kirletici salım oranlarının kısılmasıyla beraber bugüne kadar aslında oldukça iyi bir gelişme izlendi. 2050’li yıllarda da bizim problemi keşfettiğimiz dönemdeki şartlara dönmemiz bekleniyor aynı kararlılıkla devam edersek. Ama bu ozon tabakasındaki problemle alakalı, küresel ısınma problemiyle alakalı değil, ama bilim dünyasında bile, yani bu işle ilgilenen çevrelerde bile böyle hatalar var. Ozon tabakası problemiyle küresel ısınma problemi birbirlerine bağlı doğal olaylardır, ama birbirlerine direk fiziksel olarak bağlı değillerdir. Küresel ısınmayı etkileyen kimyasal döngülerden çok çok daha farklı döngüler de söz konusudur ozon tabakası konusunda. Bunun için kontrolünün çok çok daha ağır yapılması gereken endüstriyel atıklar vardır.

ÖM: Bir de özellikle son zamanlarda üzerinde sık sık durmak zorunda kaldığımız haberler doğrultusunda, hem Amerika’da hem Britanya gibi ülkelerde hem de Türkiye’de kömür yakıtlı santrallere bir dönüş söz konusu, bunların sayısını arttırmayı düşünüyor bu ülkeler, Çin’de tabii çok yüksek seviyede cereyan ediyor bu eğilim. Tabii büyümek zorundalar, fakat bunu önlemek için bir şey yapılmadığı takdirde de kontrolden çıkmış bir iklim değişikliği sorunu ile karşı karşıya kalacağız.

AB:
Tabii çok çok daha kötü sonuçlarla karşılaşılabilir. Kömürün yakılarak suyun ısıtılması, oradan üretilen buhardan da elektrik üretimi endüstriyel devrimin başındaki yıllarda kaldı gerçekten de. Teknoloji çok ilerledi, bu kadar basit yöntemle elektrik üretmenin tek mantığı sadece ucuzlaştırabilmek.

ÖM: Evet.

AB:
Ama insan hayatı bu kadar ucuz değil.

ÖM: Tersine bir endüstri devrimi yapılması gerekirken, sizin dediğiniz gibi tekrar endüstri devriminin başına dönmek, asında insanın bazen zekasından da şüphelenmeyi gerektirecek bir şey.

AB:
Zeki bir organizmanın bunu yapmaması gerekir.

Son olarak eğer vaktimiz varsa “geo teorisi”nden bahsetmek isterim, “geo” Eski Yunanca’da “yeryüzü” demek. Geo Teorisi de dünya annenin canlı olduğu ve bir savunma mekanizması bulunduğunu düşünen bir teori. İçerisinde bulunduğumuz sistemi yaşatan mekanizmanın ta kendisi. Teoriye göre düşünmemiz, algılamamız gereken şey şu; dünya anne eğer kendisine zarar verildiğini bilirse, çok daha acımasız ve çok daha sert davranır, kendisine zarar veren mekanizmayı, unsuru ortadan kaldırarak kendisini korur. Eğer bu kadar körü körüne elimizi yakmak için uğraşırsak, teorinin ne kadar doğru olduğunu zannederim görebiliriz.

ÖM: Bu James Lovelock’un ‘gaia’ dediği şey.

AB:
Evet. Bundan sonraki nesiller için çok kritik, o yüzden de onlarca bilim adamı, onlarca bilim insanı dünyanın hiç gidilmeyecek yerlerinde aylarını harcayarak karanlıkta, güneşte, aydınlıkta bu iş için çözüm arıyorlar.

ÖM: Bir de çok büyük bir adaletsizlik de var, henüz doğmamış olan kuşaklar adına biz çalıyoruz. Şu anda benim artık yaşı 8’e doğru ilerlemekte olan torunumun hiçbir katkısı olmadığı halde onun da hayatını etkileyecek büyük bir adaletsizlik.

AB:
Umuyoruz artık aslında hedef kitle sizin torununuzun kuşağı, bugünden sonra ben ortaokul ve liselerde başka toplantılar yapacağım. Aslında asıl hedef kitle onlar, çünkü çok daha duyarlı davranıyorlar.

ÖM: Ben de aynı fikirdeyim, ben de aynı şeyi yapmaya çalışıyorum kendi öğrenebildiğim kadarıyla. Çok teşekkür ederiz.

AB:
Ben çok teşekkür ederim.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.