Haberler

Türkiye Kuraklaşıyor

Tarih: 30 Nisan 2008 Kaynak: Açık Radyo

Ömer Madra: Araştırmacı, gazeteci, yazar Tarhan Erdem’le beraberiz. Hoşgeldiniz!

Tarhan Erdem:
Hoşbulduk.

ÖM: Türkiye’de kuraklık tehlikesi konusundaki yazılarınızı yakından takip etmeye çalışıyoruz. Epey zaman önce yapmış olduğunuz bir panel vardı “Kuraklık Kıranı” diye.

TE:
Evet 7 yıl oldu.

ÖM: O tarihten beri de bu önemli konunun üzerinde duran Türkiye’deki az sayıda kişiden birisiniz. Şubat ve Mart aylarında bir kaç yazı yazdınız, ‘kuraklık planı varsa halk bunu bilmeli’ diye, bir de ‘kuraklık yönetimine ülkemizde yaşanması muhtemel tarımsal kuraklıkla sınırlı olarak bakılıyor, oysa çok daha büyük bir felakete doğru gidiliyor” diyorsunuz. Buradan da şeffaf bir toplum olmadığımız sonucuna varıyoruz. Son olarak gıda fiyatlarının muazzam yükselmesinin, bu küresel tehdidin sebeplerinden bir tanesi de küresel iklim değişikliği ve bunun sonucu olan kuraklık. Nihayet konunun Türkiye’de bile manşetlere geldiği bir günde sizinle biraz bu durumu konuşmak istedik. Çok denk de geldi doğrusu.

TE: Ben sayıları filan fazla bilemiyorum, ama benim görebildiğim kadarıyla sizin söylediklerinizden daha vahim Türkiye’nin durumu. Yaşamımızı düzenleyen kurallar bakımından çok şey değişecek. Bana öyle geliyor ki -inşallah ben yanılıyorum- herkes herşey olduğu gibi devam edecekmiş de bu arada da kuraklık olacakmış sanıyor. Mesele böyle değil, kuraklık dediğimiz şey bütün hayatımızı değiştirecek bir şey, ama maalesef onun farkında değiliz.

Mesela hatırlattığınız yazılardan bir tanesini yazdığımda, bana DSİ’den de sorumlu Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan bir açıklama geldi, “öyle değildir de böyledir” manasında. Benim söylediğim gayet basit bir şey var; Türkiye’ye düşen yıllık yağışa, 1950’den beri başlayarak, 10’ar yıllık birikimli olarak baktığınız zaman, 1970 yılından sonra devamlı bir iniş söz konusu. 1 yıl biraz artıyor belki, ama 10 yıllık birikimlerde, 20 yıllık birikimlerde devamlı bir iniş var. Bu geri dönülmeyecek bir kuraklaşma demek. 1930-33’deki kuraklık gibi değil. Mahfi Eğilmez’le bir toplantıda beraber olmuştuk, benim kuraklıktan bahsettiğimi gördüğü zaman dedi ki; “Koca Hitit İmparatorluğu kuraklık sebebiyle yıkılmıştır”. Sizin de buna belki ilave edecekleriniz vardır.

ÖM: Evet, mesela daha önce de kitaplarını ve makalelerini zaman zaman dile getirme fırsatını bulduğumuz önemli yazar Brian Fagan, yeni kitabında bütün büyük medeniyetlerin, -bildiğimiz ne kadar önemli medeniyet varsa, bunların içinde çok kısa bir süre içinde yıkılıp yok olan Mezopotamya’daki Büyük Akad İmparatorluğu da Mayalar da var-, pek çoğunun tamamen kuraklık nedeniyle yok olduğunu söylüyor.

TE:
Kuraklığın geri dönüşsüz olması çok önemli, konuştuğum yerlerde hep şu cevap geliyor; “efendim bu kuraklık periyodik olarak olur, 20-30 yılda bir olur” vs. Öyle değil, dünyayı da takip edemiyorum, ama Türkiye’deki kuraklığın geri dönüşsüz olduğu belli. İstanbul’da 12-13 milyon insan yaşıyor, 12 milyon kişiye su verecek durumu yok İstanbul’un. İstanbul’un suyunun ¼’ünü Melen’den taşımaya çalışıyorlar. Bu da yanlış. O su kimin suyu? Melen’in suyu kimin suyu diye sormak lazım? Buna kim karar verir, onun geliri kime ait olur, kim kesebilir? Bunları biz henüz düzenlemedik ama çok yakın bir gelecekte bugünkü özgürlük anlayışımızın dışında kararlar vermek durumunda kalacağız. Bunu ne kadar önce konuşmaya başlarsak o kadar iyi.

ÖM: Ayrıca da “Melen’de yağış bol, İstanbul’da az mıdır? İstanbul’daki kaçaklar ne kadar azalmıştır?” diye de soruyordunuz 3 Mart tarihli yazınızda.

TA:
Çevre ve Orman Bakanlığı “evvelden %50-60’tı İstanbul’daki su kayıpları, şimdi %25’e indirdik” diyor. Ne kadar doğru bilemiyorum.

ÖM: Melen’in bir çözüm olup olmayacağını da bilmiyoruz,sizin de ısrarla bir çok defa haklı olarak belirttiğiniz gibi bu şeffaflık yok. Ama mesela Tarım ve Köyişleri Bakanı, Anadolu Ajansı’nın 4 Nisan tarihli bir haberine göre, “tarımsal üretimde, katma değer hariç 5 milyar YTL’lik kayıp oldu” diyor. Eski parayla 5 katrilyon eder herhalde bu?. Aynı zamanda da kuraklığın periyodik bir durum olduğu yolundaki açıklamaları da var. Yani düzelecek, geçici bir durum gibi görüyor.

TE:
Evet geçici bir tehlikeyle karşılaşmışız gibi. Az önce bahsettiğiniz “Kuraklık Kıranı” panelini Ankara’da yaptık ki bürokratlar rahat gelsinler diye. Sonra tutanaklarını da yayımladık. Bu işten sorumlu kurumların başındaki insanlar ilginç bir şekilde kuraklık olmadığını söylediler.

ÖM: Evet çok acayip!

TE:
Üniversiteden gelenler bile böyle bir kuraklık olmadığını söyleyebildiler. Türkiye’de kuraklık hakkında bir teşhis eksikliği var. Kuraklık var ve bu kuraklık geri dönmeyecek, bunu bilmeliyiz. Yaşamımızı değiştirecek bir noktaya gelmiş durumda ama henüz farkında değiliz.

ÖM: Hem Çevre ve Orman Bakanı hem Enerji Bakanı, zaman zaman da Tarım Bakanı bunun periyodik olarak karşılaşılan kuraklık yıllarından biri olduğunu söylüyorlar. Bu konuda sizin önemle belirttiğiniz bir şey var; mesela Resmi Gazete’de, “Tarımsal Kuraklık Yönetiminin Görevleri Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik” yayımlıyor, fakat bunu “yaşanması muhtemel tarımsal kuraklık”la sınırlı tutuyorlar. Bir kelime oyunu demeye dilim varmıyor, ama bir gerçekliğin tam olarak ortaya konmadığını düşünüyorum.

TE:
O yönetmeliği okursanız zannedersiniz ki, olup olmayacağı belli olmayan bir şeyden bahsediliyor.

ÖM: Bir teori.

TE:
Onun yayınlanmasından 3 ay sonra Tarım Bakanı söylemek mecburiyetinde kaldı ki, Türkiye’de geçen yıla göre buğday üretiminde en az 3 milyon ton azalma olacaktır.

ÖM: Bu tarz açıklamalar, hergün geliyor, “bir kaç gün pirinç almayın” diyor Tarım Bakanı. Bu gayrıciddi bir açıklamadır.

TE:
Şubat 2006’da Çevre Bakanı ve Orman Bakanı ve o zaman DSİ’den sorumlu olan Bayındırlık Bakanı toplandı.

ÖM: Evet gayet iyi hatırlıyorum.

TE:
O günkü beyanlarında kuraklık yoktu, inanılmaz bir şey! Hiç kuraklıktan bahsetmediler. Peki siz niye toplandınız beyefendiler? Bu belli değil, ondan sonra da hiçbir tedbir alınmadı. “Tedbir” kelimesi de durumu tam ifade etmiyor, Türkiye’de aslında hepimizin yapması gereken, başka bir dünyada yaşamakta olduğumuza karar vermek ve ona hazırlanmaktır. Konya bölgesinde, Karaman, Aksaray, Niğde, Burdur, Isparta, o havzada 4 milyon kişi oturuyor 2005 yılı sayılarına göre. Orası 4 milyon kişiyi beslemez. Ne yapacaksınız? Bunlara diyeceksiniz ki “başka bir yere gidin” veya onlar yoksulluk içinde gidecekler eğer siz bunu düzenlemezseniz.

ÖM: Evet sefil olacaklar.

TE:
Sefil olarak gidecekler, halbuki bunu değişik bir şekilde tanzim etmek mümkün, ama tabii anayasanın kuralları vs. onları yeniden düşünmemiz, yeniden bakmamız lazım, ama bunun için bakanların, hükümetin, siyaset adamlarının, -tabii muhalefet de dahil olmak üzere- önce kuraklık üzerinde bir anlaşmaları lazım; “kuraklık vardır ve bunu karşılamamız lazımdır” demeleri lazım.

ÖM: Çok önemli bulduğum bir noktaya değindiniz, yazılarınızda da var; iktidar, durumu tamamen olduğundan, gerçeklikten farklı bir şekilde gösteriyor, ama muhalefetten de en ufak bir tık çıkmıyor.

TE:
Okumuyorlar ki, bilmiyorlar ki. Bir gün lütfen buraya muhalefetten yetkili bir insanı çağırın, konuşsun bakalım ne diyecek? Türkiye’de yaşayan bütün insanların, birebir hepsinin, zenginin, fakirin, en yetkili kişinin, en sorumsuz yerde olanın, hepimizin aynı ölçüde etkileneceği ve ilgilenmesi gereken bir konuyu konuşmaktayız; Muhalefeten bununla ilgili, sizin de dediğiniz gibi tık yok, bir tek cümle söylemedi şimdiye kadar. Ben takip ediyorum ama kaçırdığım olabilir, fakat böyle bir politikaları yok maalesef.

ÖM: Ben de takip etmeye çalışıyorum, benim dikkatimi çeken bir diğer husus da, bazı konularda, çok kritik diyebileceğimiz bazı kanun, yasa yapımı zamanlarında da iktidarla muhalefet büyük bir işbirliği yapıyorlar. Mesela Nükleer Enerji Yasası’nı ele alalım; Nükleer Enerji Yasası’nın geçici ikinci maddesiyle yerli kömür alımlarına, enerji alımlarına 15, hatta 30 yıla kadar varan alım garantisi sağlanıyor olması gibi bir kolaylık getiriliyor. Bunun nükleerle ne ilgisi var diye sorarsanız bilmiyorum.

TE:
Mecliste olur bunlar, belki enerjiyle ilgili diyedir, mesela elektrikle ilgili bir kanuna buğday üretimiyle ilgili bir madde de katılabilir.

ÖM: Kömür kullanımı, küresel iklim değişikliği açısından dünyadaki iklim bilimcilerinin üzerinde tam bir mutabakata vardıkları en öldürücü enerji kaynağı. Yeni bir teknolojiyle karbondioksiti ayırma ve gömme teknikleri uygulanmadan - ki şimdilik böyle uygulanabilir bir teknoloji yok maalesef- yeni tek bir santral yapılmaması ve hatta mevcutların da tedricen yıkılması gerektiğini söylüyorlar. Enerji Bakanı ise daha yeni açıkladı, “Yatağan’da muazzam rezervlerimiz var ve hepsini açacağız” diye.

TE: Ama o rezervlerin dünyanın en verimsiz kömür yataklarından biri olduğunu da herhalde biliyor.

ÖM: Evet herhalde biliyordur, NASA’nın başındaki insanlar İngiltere Başbakanı’na mektup yazdılar kömür santralleri için uygulanması gereken moratoryum hakkında, “sakın açmayın artık!” diye. Dünyada genç kuşak, siyasetçilerin çok ötesinde bunun farkında ve kömür santrallerini durduruyorlar. Amerika’daki eyaletlerde, Kansas’ta, Teksas’ta filan durdurmaya başladılar. Bu durumda iktidarı ve muhalefetiyle Türkiye’de böyle bir gidiş var ve bununla birlikte kuraklığın da neler getireceğini siz çok net olarak yazdınız. Tarımda 2001 krizinden sonraki en büyük çöküşten bahsediliyor, 7.3’lük bir küçülme var.

TE: Haberlere bakın, sanki bu küçülme geçiciymiş de bir dahaki sene geri dönecekmiş gibi konuşuluyor. Asıl felaket bu, 5 milyon ton eksik, ama zannediliyor ki biz bir dahaki sene 18 milyon ton üreteceğiz. Hayır üretemeyeceğiz, böyle bir şey yok.

ÖM: Bunun, çatışmaya ve açlığa sevk edeceği ortada. Siz de görmüşsünüzdür muhakkak, o sözünü ettiğiniz toplantıda da 3 bakan gelip sorunun aslında tüketicide olduğunu söylüyorlar, yani evde düdükle tencere kullanmakla, dişini fırçalarken musluğu kapatmakla çözülecekmiş gibi, elbette bunların önemi var, ama temel meselenin bu olmadığını katiyen söylemiyorlar değil mi?

TE: Evet maalesef. Ben o basın toplantısının beyanlarını Anadolu Ajansı’ndan hayretle izlemiştim. O zamanki o Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe Şubat ayındaki toplantıdan sonra, zannediyorum ancak Haziran veya Temmuz ayında o sene ile sınırlı olarak bir kuraklık endişesi olduğunu telaffuz edebildi.

ÖM: Ama sonra yeni bakan vazgeçti. Dünyada da Akdeniz Havzası’nın ne kadar kırılgan bir bölge olduğunu gösteren çok önemli araştırmalar var ve son örneğini de Barselona’da gördük; Barselona gibi son derece gelişkin bir metropolün, gemilerle ve trenlerle su taşınacak hale gelmiş olması da çok düşündürücü. Sizin yazılarınızı o yüzden dikkatle takip ediyorum, ne etkisi oluyor bilmiyorum. Bir de epey ses getiren yazınıza geçersek; ilan edilen gerek nüfus sayısının gerekse de seçmen sayısının yanlış olduğu yolunda Radikal’de 7 Nisan’da galiba yayımlanan yazınızdan söz ediyorum. “Bu ülkede kaç kişi yaşadığını kabul edilebilir hata sınırları içinde bir türlü sayamadık” dediğiniz ve galiba da sayamayacağımızı da söylediğiniz yazıda benim dikkatimi bir şey çekti, öncelikle onu sormak istiyordum. Son olarak Türkiye’nin resmi emisyon rakamları, gecikmeli olarak yayımlandı, buna göre karbondioksit ve diğer sera gazı dediğimiz zehirli gazlar 312 milyon ton. Diyorsunuz ki, “yaklaşımım doğruysa, seçmen sayısı 44 milyon, 2007 nüfusu da 66,5 milyon çevresinde olmalıdır” diyorsunuz. O zaman ben hemen basit bir bölme yaptım, 312 tonluk yıllık toplu emisyonu 66 milyona bölünce dünyadaki en büyüklerden biri çıkıyor Türkiye’nin kişi başına ton olarak sera gazı emisyonu, 4.7 ton 1 yıllık emisyonu var. Bu miktar dünyanın en yüksek emisyonlarından biri, İngiltere’nin de yarısını aşmış olduğumuzu gösteriyor, üstelik de hiç Britanya’daki kadar verimli olmayan bir endüstriyle.

TE: O kadar sanayi üretimimiz yok bizim.

ÖM: Evet yok.

TE: Elektrik kullanımımız da o kadar değil, kişi başına elektrik üretimimiz de o kadar değil, İngiltere bizim en az 4 mislimiz elektrik kullanıyor kişi başına, ama yine de bu rakam çıkıyor. Bu, bizim kömürümüzün ve diğer sanayi tesislerimizin verimsiz enerji kullanımını gösteren bir rakam. Bu sizin söylediğiniz rakam fevkalade önemli, bu mukayesenin çok faydalı olduğunu sanıyorum.

ÖM: Amerika da 20 tondur bilebildiğim kadarıyla.

TE: Sizin söylediğinize göre bizimki kişi başına 5 ton. Bu şu demek; kişi başına Amerika’daki 20 tonsa bizim enerji tüketimimiz kişi başına Amerika’dakinin ¼’üyse bu rakam tolore edilebilir, anlaşılabilir bir rakam olur, ama öyle değil.

ÖM: Tabii bu rakamlarla düşününce insanın aklı dumura uğruyor çünkü bu mutlak bir felakete doğru gittiğimizi ve fosil yakıtlardan kısmen vazgeçmenin ne kadar acil bir durum olduğunu, Türkiye’nin de buna uyması gerekirken bambaşka ve tam tersi bir yolda ilerlediğini görüyoruz., mesela “Kyoto Protokolü’nü imzalamamız sanayimizin ve ticaretimizin yok olması demektir” dedi daha yeni Enerji Bakanı.

TE:
Maalesef öyle.

ÖM: Olacak iş değil.

TE:
Nüfusla ilgili benim söylediklerimi Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı ilan ettiler biliyorsunuz.

ÖM: Nazım Ekrem ve Beşir Atalay.

TE:
70,5 milyon mertebesinde ilan ettiler. Ben de dedim ki, seçmen kütüğü de yanlış, bu da yanlış. Tekrar buradan söylüyorum, bunların ikisi de yanlış. İçişleri Bakanı eğer beni muhatap almak istemiyorsa olabilir, mesela Nüfus İşleri Genel Müdür Yardımcısı veya oradaki bir daire amiri, şefi desin ki; “Hayır efendim bizim söylediğimiz doğrudur, yok böyle bir şey, böyle şey olur mu?” Biz 35 seneden beri milyonlar harcadık, Mernis projesine, o milyonları bir tarafa bırakalım, yüzlerce insan çalıştı ve 35 yıl kaybettik. Eğer aklımız başımızda olsaydı, biz 1980 yılına nüfusumuzu doğru dürüst sayardık, kimliklerimizde herhangi bir tereddüt olmayarak, -yani siz şimdi nüfus idaresinden kimliğinizi getirseniz isminiz Ömer Madra değil Omar Madra olarak gelebilir- nüfusumuzu sayabilir, yazabilirdik, bunu yapamadık. Halen yetkili bir insan çıkıp da “bizim nüfusumuz 70.5 milyondur, Tarhan Bey’in söylediği söz yanlıştır” demiyor.

ÖM: Üstelik yazınızda açıkça söylüyorsunuz, “bütün yanlışlarımızı hemen düzeltmeye ve okurlarıma bildirmeye de hazırım” diyorsunuz.

TE:
Gayet tabii, ama hiçkimse, ne Yüksek Seçim Kurulu, ne nüfus yazımından sorumlu insanlar, hiçkimse çıkıp da birşey demiyor. Mesela Yüksek Seçim Kurulu diyebilir ki, “hayır, bizim seçmenimiz 42.5 milyon’dur”. Bunu söylemekte bir sakınca yok ki, ama bunu söylemek lazım.

ÖM: Bence asıl en büyük sorun bu zaten, bunu düzeltme, değiştirme şeklinde bir anlayışa hiç rastlamıyoruz ve o umutsuzluk verici.

TE:
Evet. Bakın 2000 yılının sonlarına doğru İçişleri Bakanı veya nüfus idaresinden sorumlu insan dedi ki; “artık parmaklarımızı boyayarak seçim yapmayacağız, insanları eve kapayarak nüfus saymayacağız” dedi. Çok güzel, peki, ondan sonra bir daha böyle saydık ama. O söz de tutulmadı. O proje de çöktü tam anlamıyla. Hepimiz yanlış yapıyoruz, ama o yanlışta ısrar etmek veya o yanlışı kabul etmemek veya “yanlış” diyene açıkça “sen yanlışsın kardeşim!” diyememek problemimiz var bizim. Böyle bir yerde bizim kuraklık problemiyle başa çıkmamız da söz konusu değil.

ÖM: Bir de son olarak, yine yazınızdan çıkarttığım bence çok önemli bir husus var; kuraklık gibi tarihte medeniyetleri çökertecek ve insanlığın başına gelmiş en büyük felaketlerde, -“kıran” diyorsunuz işte, afetin de ötesinde bir şey- bunlarla mücadele etmenin en önemli yollarından biri de dayanışmadan geçtiğini söylüyorsunuz. “Yüzbinlerin göçü gibi olaylardan daha az zararla çıkabilmişlerdir, oysa bu çeşitli idraksizliğin yarattığı ayrışmaya uğramış halk, İstanbul’daki, Konya’daki, Ege’deki kuraklığı göğüsleyemez” demişsiniz ki bunun da çok üstünde durulması gerekir.

TE:
Meteorolojinin kuraklık ve yağış haritaları var, 6 aylık 1 yıllık bu yağış haritalarına bakarsanız, İstanbul, Ege, Küre dağlarının bulunduğu yer en az yağış alan bölgeler. Küre dağları ise Türkiye’nin en güzel ormanlarının, en çok bitki ve hayvan türünün olduğu yerler.

ÖM: Evet mucizevi bir yer.

TE:
Şimdi orası risk altında.

ÖM: Yangın olması ihtimali de çok yükseliyor tabii kuraklıkla beraber.

TE:
Evet. Ama bunu görmek ve önlem almak vazifesi olan insanlardan bir ses yok, facia burada.

ÖM: Evet şeffaf ve katılımcı bir demokrasiyi oturtamamanın problemlerini yaşıyoruz. Daha sık sizin kapınızı çalmayı düşünüyoruz. Tarhan Erdem’le kuraklık ve nüfus meselelerini birazcık üzerinde durarak dertlerimizi tazeledik.

(15 Nisan 2008’de Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)

Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.