
Möbius Evi
Fotoğraf: UNStudio
New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nde (MoMA) 1999 yılında düzenlenen The UN-Private House sergisinden sonra Möbius Evi’ni ondan ilham alan, hatta daha da ileri giden tasarımlar izledi. Bu müzeler, üniversite binaları, konstrüksiyonlar, konutlar ve endüstriyel tasarım projeleri, Ben van Berkel’in çağının en önemli ve başarılı mimarlarından biri olarak gösterilmesini sağladı. Kamusal ve özel dünyaları birbirine bağlayan tasarımlarıyla van Berkel, İtalyan mimar Ernesto Rogers’ın “ideal Milanolu mimarın” tasarım alanında çokyönlülüğünü tanımladığı “kaşıktan kente” (from the spoon to the town) sloganının vücut bulmuş hali olarak görülüyordu.

Five Franklin Place
Görseller: UNStudio
Şimdi ise, -tam da Möbius Evi’nin tamamlanmasının onuncu yıldönümünde- van Berkel’in New York’taki son tasarımı, aynı zamanda UNStudio’nun Amerika’daki ilk büyük ölçekli projesi Five Franklin Place’in inşaatına başlanıyor. Broadway’e paralel ilerleyen ve Manhattan’ın Franklin ve White Sokakları’nı birbirine bağlayan bir 19. yy koridoru olan Franklin Place’te konumlanan Five Franklin Tower, 20 katlı bir konut projesi. Kulenin göz yanıltıcı biçimde yer değiştiren, yer yer incelen ve kalınlaşan yatay siyah metal şeritlerin sarmaladığı cephesi, aynı zamanda 19. yy döküm demir mimarisine saygı anlamını da taşıyor. Yapıya eğrisellik katmak ve kaynaklanmış etkisi yaratmak amacıyla köşelerde yumuşak dönüşler yapan metal “kurdeleler”, değişken günışığını, bulutları ve kentin renklerini yansıtarak Manhattan’ın güncel inşaat patlaması içinde farklı bir cephe meydana getiriyor.

Bu cephe sadece grafik bir kendini beğenmişlik olarak görülebilir, ancak değil. Planlanmış dönüş ve eğimler sayesinde aynı zamanda fonksiyonel birer eleman olan metal bantlar, bina kullanıcısının yarısından fazlasının yararlanabileceği balkonları, çatı katındaki dairelerin teraslarını, iç mekanı ve binanın strüktürünü sıcaktan ve aşırı güneş ışığından koruyan gölgelikleri oluşturuyor. Aynı zamanda kentin panoramik görüntülerini “çerçevelemek” ve cam cepheli binalarda ulaşılması pek de kolay olmayan mahremiyeti sağlamak da tasarımcının bantlarla amaçladıkları arasında.

Cephedeki geometri, aynı zamanda binanın iç mekanıyla da doğrudan bağlantılı. Değişken cephe bantları, düzenleyici bileşenlere dönüştüğü iç mekanda genişleyerek devam ediyor: Dış cephedeki yumuşak köşe dönüşlerini yansıtan kavisli duvarlar iç mekan kullanımında farklı imkanlar sunuyor, balkon kıvrımları kullanıcıyı iç mekana yönlendiriyor, van Berkel tarafından tasarlanan ve B&B Italia tarafından giydirilen mutfak ve banyo elemanları, binanın dış cephesinin iç mekandaki karşılığını oluşturuyor.
İç mekanın her bileşeni, ışığı ve kent silüetini maksimum düzeye çıkarmak amacında birleşiyor. Örneğin banyolar, dairesel sürgülü kapıların açılmasıyla yatak odaları ile bütünleşebiliyor ve aynı kent manzarasına hakim oluyor. Böylece, çizgisel hatların biçimlendirdiği günümüz New York apartmanlarına da bir alternatif oluşturuluyor.

Five Franklin Place’in daireleri, 1.200 m² ile 3.400 m² arasında değişen büyüklüklere sahip. Bir, iki, üç ve dört odalı olarak tasarlanan daireler, dubleks veya tek katlı olarak düşünülmüş. En üst katta ise özel asansörü ve terası bulunan üç dubleks çatı dairesi var. Fiyatlar ise 2 milyonla 16 milyon Dolar arasında değişiyor.
Projenin yüklenicileri David Kislin ve Leo Tsimmer, Sleepy Hudson LLC şirketi olarak 2007 yılında Batı Chelsea’deki High Line 519’un da inşaatını tamamlayan ekip.
UNStudio’nun Five Franklin Place’in tasarımındaki öncelikleri hakkında soruları yanıtlayan Ben van Berkel, binanın tarihi Tribeca bölgesinde bulunmasının, batı doğrultusunda etkileyici bir seyir imkanı yarattığını belirtiyor. Önceden var olan iki bina arasına inşa edilen Five Franklin Place’in kent silüeti bağlamında yapılabilecek değişiklikleri simgelediğini de ekliyor. Işığı ve manzarayı olabilecek en iyi şekilde kullanmanın öncelikleri olduğunu söyleyen van Berkel, herhangi bir bina tasarlarken cevap aranabilecek sorularla yola çıktıklarını anlatıyor: “Bu binada yaşamak, çalışmak ve oynamak kullanıcıya ne gibi deneyimler sunmalı?”

UNStudio, bu soruların cevaplarını Five Franklin Place’i üç farklı bölümden meydana gelen bir kule olarak düşünerek bulmuş. Mimarlar, binanın farklı katlarında mümkün olan gün ışığı kullanımına göre her bölüm için farklı renk ve malzeme şemaları kullanmış. Işığın kullanımı ve diğer bileşenlerle tamamlanması üzerine kurulu bir tasarım sözkonusu: “Alt katlarda ışıktan maksimum düzeyde yararlanmamız gerektiğinden en açık renkleri kullandık. Orta katlar etrafta bulunan binalardan yüksekte kalıyor ve daha fazla ışık alıyordu, bu alanlarda da krem tonları kullandık. Binanın en üst katları ise bol ışık aldığından mekanlarda daha koyu ve zengin tonlar bulunuyor.”

8. - 18. katlar arasındaki daireler ise 270 derecelik seyir imkanına, doğu ve batı taraflarında geniş teraslara sahip. New York’un savaş öncesi binalarının geniş giriş alanlarından esinlenen van Berkel, 21. yy yorumunu binaya uyarlamış. Her konutta, giriş bir panel tarafından çevreleniyor. Aynı zamanda bir sergi alanı olarak kullanılabilecek bu duvardan sonra birbiriyle içiçe konumlanan odalar sıralanıyor.
Binanın en üstündeki çatı daireleri ise, Manhattan’ın batısından Hudson Nehri’ne kadar geniş bir manzaraya sahip. Dairelerin silindirik formda tasarlanmış özel cam asansörü, konsol merdivenler tarafından çevreleniyor.
“Tribeca, gerek mimarlık gerekse de sanat açısından önemli bir tarih merkezi,” diyor van Berkel, “mekanların alışılmadık biçimlerde değerlendirilmesi, burada sıradan bir durum. Bu, aynı zamanda bölgenin karakterini oluşturuyor. Bu düşünceden yola çıkarak, günlük yaşamda aynı ‘sıradanlığı’ yaratmak istedik. Aşırı tanımlamalardan kaçındık, çünkü günümüzde kullanıcının özgür olmak ve -ne kadar lüks olursa olsun- mekanı kendi bakış açısıyla yorumlamak istediğini biliyoruz. Görevimiz sadece manzarayı iç mekana taşımaktı, belki de ‘evde olmanın’ anlamını genişletmek...”