Haberler

Türk arkeolojisi dünyada ön planda

Tarih: 5 Haziran 2008 Kaynak: Cumhuriyet
Bu yıl 7’ncisi düzenlenen Vehbi Koç Vakfı’nın 100 bin dolarlık ödülüne layık görülen Arkelog Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, ödülü öncelikle Kırklareli kentinde kurdukları araştırma merkezinin ve kısmen gerçekleştirmiş oldukları kültür sektörü projesinin tamamlanması için kullanılacaklarını söyledi. Prof. Özdoğan, sorularımızı yanıtladı.

Ödül töreninde yaptığınız konuşmada Türk arkeolojisinin hızla gelişmekte olduğunu belirttiniz, bu konuyu biraz açabilir misiniz?
Türk arkeolojisinin 150 yılı aşkın köklü bir geçmişi var. Osmanlı İmparatorluğu’nda arkeoloji Batılılaşma paketinin bir parçası olarak başladıktan sonra Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Atatürk’ün kişisel ilgi ve çabalarıyla gelişerek kurumsallaştı. Bu süreç içinde birçok önemli bilim insanı yetişti, bu bilim insanları uygarlık tarihine katkı yapan kazı ve araştırmaları gerçekleştirdi, kendine saygın bir yer edindi.

Ancak son yıllar içinde Türk arkeolojisi hızlı bir atılım yaparak dünyada kültür tarihi alanında gelişen yeni eğilim ve açılımları hızla benimsedi, içine kapanık geleneksel yaklaşımını değiştirmeye başladı. Ülkemizde arkeolojik kazı ve araştırmaların sayısının hızlı bir artış göstermesi yeni yetişen genç kuşaklara önemli bir kazanım sağladı, geleneksel arkeolojinin eser tanımına dayalı dar bakış açısının dışına çıkarak arkeolojiyi farklı bir şekilde ele almaya yönlendirdi.

‘Genç kuşakların bakış açıları değişiyor’
Günümüzde arkeoloji uygarlığın ve bunu oluşturan insanın gelişim sürecini, içinde bulunduğu doğal çevre ortamıyla birlikte ele alarak bir zaman ölçeğinde neden, nasıl, ne zaman gibi sorulara somut verilerle yanıt arayan bir bilim dalı haline geldi. Yeni yetişen genç kuşaklar çağdaş arkeolojinin gereklerine uygun olarak çok sayıda araştırmaya katılmakta, yönetmekte ve bunu yaparken de bakış açılarını geliştirerek dünya bilimsel platformunda ön plana çıkmakta.

Türkiye’nin, bilimsel arkeolojinin dünyada en hızlı gelişen ülkelerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Beni çok onurlandıran bu ödülü de, bilim dünyasındaki yerini giderek saygın bir konuma taşıyan Türk arkeolojisi ve bunu gerçekleştiren meslektaşlarım adına almış olduğuma inanıyorum.

Genellikle toplumumuz arkeolojiyi daha çok müzelerdeki eserler, turistik gezilerin parçası olan ören yerleri olarak görme alışkanlığında; siz arkeolojiyi farklı bir şekilde tanımlıyorsunuz...
Çok haklısınız. Toplumumuzda arkeoloji, daha çok eser toplayıcılığı, define, kaçakçılık ya da turizmin bir girdisi olarak görülmekte. Oysaki bilimsel arkeoloji uygarlığın nasıl geliştiğini, günümüze nasıl geldiğini açıklamaya çalışan bir düşünce sistemidir. Bizim amacımız eser bulmak değil, insanlığın nasıl geliştiğini anlamamızı sağlayacak her türlü bilgiyi, veriyi ortaya çıkarmak ve böylelikle bir yanda geleceğe yönelik bir öngörünün temellerini sağlarken, diğer yanda düşünce sistemimizi zenginleştirmektir.

Burada önemli olan, geçmişe ne tür sorgulamalarla bakıldığıdır; örneğin günümüzde iklim değişikliklerinin ilerideki yaşamımızı nasıl etkileyeceği çok güncel bir soru olarak karşımızdadır. Arkeoloji geçmiş dönemlerden iklim salınımlarının insan yaşamını ve bulunduğu ortamı nasıl etkilediğini, ne gibi sonuçlara yol açtığını ortaya koyarak yeni modellerin geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda arkeolojiyi bir zaman laboratuvarı olarak da düşünebiliriz. Kuşkusuz bunun yanı sıra arkeolojinin antikalar, eski eserler, turistik potansiyel, siyasi ya da etnik yorumlar gibi çok sayıda yan çıktısı da var.

‘Arkeolojik dolgular geçmişin belleğidir’
Toplumda eski eserlerin korunması, sit alanlarının oluşturulması zaman zaman sıkıntılara neden oluyor...
Her şeyden önce arkeolojik dolguların geçmişin belleği, tüm insanlığı ilgilendiren bilgi arşivleri olduğu unutulmamalı. Geçmişten günümüze gelen bu dolgular bir bilim insanı tarafından ele alındığında, höyükler, tümülüsler gibi ölü arşivlerde saklanan bilgiler etkin, kullanılabilir bilgiye dönüşmekte, bu da bizim insanlığın gelişim sürecini anlamamızı sağlamaktadır. Bu şekilde bir bilim insanı tarafından ele alınmadan yok edilen her arkeolojik dolgu, bir arşivin, bir kitaplığın kaydedilmeden yok edilmesi gibi insanlığın ortak belleğinin ortadan kaldırılmasıyla aynı anlamdadır.

Bu nedenle çağdaş anlayış, bilgilerin saklı olduğu bu dolguların bilim insanlarının müdahalesi olmadan hiçbir şekilde yok edilmemesi esasına dayanmaktadır. Ancak bunun yanı sıra çağdaş yaşam da tüm gerekleriyle sürdürülmeli. Akılcı bir planlamayla, geçmişin öğrenilmesi ve bunun kanıtlarının gelecek kuşaklara aktarılması günümüzü rahatsız etmeden sağlanabilir.

Şu anda yürüttüğünüz projelere de kısaca değinebilir misiniz?
Benim esas ilgi alanım insanlığın tarım ve hayvancılığa dayalı yerleşik yaşama, köy yaşantısına nasıl, nerede, niçin ve ne zaman geçtiği sorularına odaklanmıştır. Bizim Neolitik Devrim adını verdiğimiz, ders kitaplarında hâlâ “Cilalı Taş Devri” olarak adlandırılan bu dönen günümüz uygarlığının temellerinin atıldığı sosyal ve ekonomik dengelerin farklı bir şekilde biçimlendiği dönemdir.

Uzun yıllar Güneydoğu Anadolu’da Ergani yakınlarındaki Çayönü, Urfa-Birecik yakınlarındaki Mezraa-Teleilat gibi kazı yerlerinde, yukarıda değindiğim sorulara yönelik olarak çalışmalar yaptıktan sonra, son yıllarda bu yeni yaşam biçiminin Anadolu’dan Avrupa’ya aktarımı üzerinde çalışmaya başladım. 1993 yılından bu yana da çalışmalarımı Trakya’da Kırklareli bölgesinde sürdürmekteyim.

Burada elde ettiğimiz sonuçlar yalnızca Trakya ve Kırklareli bölgesinin kültür tarihinin öğrenilmesi açısından değil, Avrupa uygarlığının temellerinin ortaya çıkartılması açısından da büyük bir önem taşıyor. Kırklareli’nde bir yandan kazı ve araştırmalarımızı sürdürürken, öte yandan da elde ettiğimiz bulguları Kırklareli kentinin sosyal ve ekonomik zenginliğine katkıda bulunacak şekle dönüştürme çabası içindeyiz.

‘Eserlerden çok bilgi önemlidir’
Tarihöncesi kültürlerin topluma aktarılması oldukça güçtür; daha geç dönemlerde olduğu gibi anıtsal yapılar, kalıntılar yoktur. Eserlerden çok bilgi önemlidir. Bu nedenle bu bilgiyi Kırklareli’ne kazandırabilmek için açık hava müzeleri, köy canlandırması gibi farklı projeler gerçekleştirmekteyiz. Gene bu çalışmaları sürdürebilmek için de Kırklareli’nde kapsamlı bir araştırma merkezi kurduk. Aldığım bu ödül her şeyden önce Kırklareli kentinde kurmuş olduğumuz bu merkezin ve kısmen gerçekleştirmiş olduğumuz kültür sektörü projesinin tamamlanması için kullanılacak.

Arkeolojiye destek nasıl?
Bürokrasimizin yeni araştırmaları teşvik etmek yerine sınırlama getirme çabasını, Türkiye’de arkeoloji biliminin gelişmesi açısından ciddi bir tehdit olarak görmekteyiz. Bunun yanı sıra çağdaş yatırımların arttığı, çok hızlı bir yapılaşma süreci içinde bulunan ülkemizde kurtarma kazılarının sayısının da aynı oranda artması gerekmekte. Oysaki bürokrasimiz bu alanda da, bir sınırlama getirmeyi tercih ediyor. Ancak hiçbir şey, bir grayderin ya da baraj sularının yapacağı tahribat sonucunda yok olacak olan bilgi deposunun öğrenilmeden ortadan kaldırılmasının gerekçesi olamaz. Bu yalnızca ülkemizin kültür varlıklarının tahribi değil, geçmiş, tüm insanlığın ortak bilincinin bir parçası olduğundan, insanlığa karşı da yapılmış bir suç anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, ülkemizin de imzaladığı Malta-Valetta Sözleşmesi’nde olduğu gibi kurtarma kazılarının hiçbir engelleme olmadan yapılabilmesi gerekir.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.