Haberler

Türkiye Sonunda Kyoto Protokolü'ne Taraf Olacak mı?

Tarih: 6 Haziran 2008 Kaynak: Açık Radyo
Ömer Madra: Bazı gazetelerde de Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamakta olduğu ve çevre için büyük bir adım atılmış olduğu belirtiliyordu. Ne diyorsunuz? Yıllardır bunu konuşuyoruz, hatta bunun için eylemler yapıldı, Meclis’e 170 bine yakın insanın imzaladığı bir dilekçe gönderdi, ama “sanayimizi engelliyorlar” tarzında bir resmi görüş vardı: Türkiye, birden sessiz sedasız, hiçbir şart koymaksınız Başbakan’ın önüne gönderdi. Ne diyorsunuz?

Semra Cerit Mazlum: Önemli bir adım tabii Kyoto Protokolü’nün onaylanacak olması. Galiba bu hafta hükümetin gündemine gelecek, Başbakan’ın görüşü, onayı alındıktan sonra Meclis’e sevk edilecek ilgili tasarı. 11 yıllık gecikmeden sonra, nihayet gelinebilen bir nokta bu. Kyoto Protokolü 1997’de imzaya açıldıktan sonra, dediğiniz gibi, önemli bir kamuoyu baskısı da oluştu bu konuda, fakat kararın alınmasında yalnızca kamuoyu baskısı etkili değil galiba, uluslararası gelişmelerin de büyük rolü var. Özellikle AB üyelik süreci, Bali’de alınan kararlar ve onun yaratmış olduğu yeni müzakere süreci. ABD’de yaşanmakta olan gelişmelerin bu konuda önemli etkide bulunduğu anlaşılıyor.

ÖM: Bu arada ABD hükümeti de tam anlamıyla çark etmek zorunda kaldı, mahkeme kararıyla, hem de yerel galiba yüksek mahkeme değil de çevrecilerin dava ettikleri bir yerel mahkemenin aldığı karar sonucunda, 4 yılda bir çevre konusundaki politikalarını ve iklim konusundaki politikalarını açıklamak zorunda kaldılar ve berbat bir tablo olduğunu yetkililerin ağzından açıklamak durumunda kaldı ABD. Bu da ilginç bir gelişme.

SCM: Aynı zamanda geçen hafta hükümetin hazırlatmış olduğu bir rapor da yayımlandı, uzun süredir yayımlanması beklenen bir rapordu bu. İklim değişikliğinin Amerika’daki, özellikle sağlık açısından etkileri konusunda bir rapordu bu. Açıkca raporda iklimin değişmekte olduğu ve Amerika’nın da bundan olumsuz şekilde etkilendiği belirtiliyordu. IPCC raporlarına açıkça göndermeler vardı, büyük ölçüde IPCC 4. Değerlendirme Raporu’nun bulgularından yararlanılmıştı. Bu da önemli bir dönüş tabii Amerika’nın resmi söylemi açısından. Bush’un kurmuş olduğu İklim Değişikliği Bilimsel Programı’nın yayınlamış olduğu bir rapor, bu anlamda da önemli.

ÖM: Ancak mahkeme kararıyla yapabildiler ama bu açıklamayı.

SCM: Evet, bu raporun yanında başka gelişmeler de mahkeme kararıyla gerçekleşebildi. Fakat senatoda bu hafta görüşülecek olan ayrı bir tasarı daha var, 2050’ye kadar emisyonların düşürülmesi, emisyonlarla ilgili sınır konulması konusunda, Liberman’ın senatoya getirmiş olduğu bir tasarı bu. Başkan adaylarının da 2009’dan sonrasına ilişkin tutumları az çok belirginleşmiş oldu, onlar da Kyoto benzeri bir uluslararası anlaşmadan yana olacaklarını, bu yönde tavır koyacaklarını göstermiş oldular. Bir kırılma yaşanıyor Amerika’da.

ÖM: Şimdi Türkiye’ye dönersek, bunu nasıl yorumlamamız gerekiyor? Olumlu elbette tabii bunca zaman sonra Kyoto’nun da onaylanacak olması, ama...

SCM: Tabii olumlu bir gelişme bu. İki yönlü değerlendirmek lazım alınan kararı. Kararın ne yönde çıkacağını henüz bilmiyoruz, yalnızca Çevre Bakanı’nın yaptığı açıklama dolayısıyla, Çevre Bakanlığı tarafından, Protokol’ün onaylanmasının uygun olduğuna dair yazının Dışişleri Bakanlığı’na gönderilmiş olduğunu biliyoruz. Dışişleri Bakanlığı’ndan da ilgili görüş geldikten sonra, hükümet tasarısı haline getirilecek, Meclis’te Dışişleri ve Çevre komisyonlarında görüşüldükten sonra, uygun görüldükten sonra Genel Kurul’a gelecek, Genel Kurul’da görüşülecek ve kabul edilecek büyük olasılıkla tasarı. İki yönlü değerlendirmek lazım; birinci yönü bugüne kadarki süreç açısından bakıldığında tabii ki olumlu bir gelişme. Hem toplumsal düzeyde, toplumsal dinamikler açısından, hem de hükümet içinde kurumsal düzeyde hazırlıklar sürüyor, devam ediyordu Protokol’ün onaylanmasına ve onaylanacaksa nasıl onaylanacağına dair. Geçtiğimiz hafta, İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu’nun yaptığı toplantıdan sonra nihai karara varıldığı anlaşılıyor. Başbakan Eylül’de New York’ta yaptığı konuşmada da “en üst düzeyde hazırlıklar sürüyor” demişti; bunun bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz bu hafta görüşülecek olan kararın. İkinci yanı ise, aslında bu karar bugün için Türkiye açısından sonuç doğurmak üzere değil, bundan sonraki sürece daha fazla etki yapacak şekilde alınmış olan bir karar. Meclis Çevre Komisyonu Başkanı Haluk Özdalga’nın sizinle yaptığı Açık Radyo’da yayınlanan mülakatında da belirttiği gibi, aslında bu karar, Kyoto’ya katılma kararı, basına yansıyan bilgilerden anladığımız kadarıyla, daha çok 2012 sonrası görüşmelere katılma yönünde bir karar, ona dönük olarak, ona hazırlık olarak verilmiş olan bir karar; bu daha da olumlu açıkçası.. Asıl olarak, Türkiye’nin bu sene Polonya’da yapılacak olan 14. Taraflar Konferansı’na ve gelecek sene Kopenhang’da yapılacak olan 15. Taraflar Konferansı’na protokol tarafı bir ülke olarak katılmasını sağlamak amaçlanıyor hazırlanan bu tasarıyla.

Yakında gerçekleşmesi beklenen onay kararının Türkiye üzerinde bir etkisi daha var, kısaca ona değinmek gerekiyor; dün bir gazetedeki habere göre Çevre Bakanlığı Müsteşarı’nın sözleriyle, aslında Türkiye açısından pek de bir şey değiştirmeyecek olduğu anlaşılıyor bu onay kararının. Çevre Bakanı’nın, Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği toplantıda yaptığı bir açıklama vardı hatırlarsanız; “Kyoto’ya karşı değiliz fakat adalet istiyoruz” şeklinde. O toplantıda dile getirdiği bazı seçenekler vardı yine, İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu çerçevesinde, hazırlıkların, müzakerelerin, ulusal düzeydeki müzakerelerin sürdüğünü belirtiyordu ve bir kaç seçenekten söz ediyordu Kyoto’ya nasıl katılınacağına dair. Bunlardan bir tanesi hiçbir yükümlülük almadan sadece taraf olma kararının sekreteryaya gönderilmesi ve Türkiye’nin onaylamış bir taraf ülke haline gelmesini sağlayacak seçenekti; ikinci seçenek ise Protokol’e yükümlülük alarak girmek şeklinde, yani Ek B listesine girerek, belli bir sayısal sınırlama ya da indirim hedefi de üstlenerek taraf olması; üçüncü seçenek de Kyoto’ya hiç taraf olmadan doğrudan 2009’a kadar devam edecek 2012 sonrası görüşmelere dahil olmaktı. Tasarı hazırlanmamış olduğu için, ortada olmadığı için bilmiyoruz, fakat yine basına yansıyan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye Ek B listesine girmek yönünde bir öneride bulunmadan, yalnızca Protokol’ü onaylayacak. Taraf olma kararını, Meclis’ten çıkan kararı Kyoto Prptokolü sekreteryasına gönderecek ve taraf haline gelecek. Böyle bir durumda, Türkiye’nin sayısal bir yükümlülüğü olmayacak, sınırlama, kısıtlama yükümlülüğü olmayacak, dolayısıyla bir yük altına girmeyecek bu süreç içerisinde. Yalnızca bazı prosedürlerle yükümlülükler söz konusu olacak Türkiye açısından. Raporlama ve kayıt sistemi kurulması şeklindeki yükümlülükler bunlar. Bu, sözleşme altında da olduğu gibi, ulusal emisyon envanterini yıllık olarak göndermesi, iklim politikaları hakkındaki ulusal bildirimini göndermesi şeklindeki yükümlülükleri kapsıyor. Ayrıca Ek 1 ülkeleri için öngörülmüş olan ulusal envanter sisteminin kurulması ve ulusal kayıt sisteminin oluşturulması şeklinde yükümlülükler var. Aynı zamanda tabii bağlayıcı olmayan politikalar ve önlemler var Kyoto Protokolü’nde; yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması, ulaşımda emisyon azaltıcı önlemlerin uygulanması, sürdürülebilir tarım, ormanların arttırılması ve geliştirilmesi yönünde bağlayıcı olmayan, sayısal şekilde ifade edilmemiş olan yükümlülükler var. Tabii bunlarla bağlı hale gelecek Türkiye aynı zamanda.

ÖM: Bu, AB çerçevesi içinde üstlenmesi gereken yükümlülüklerle de paralellik arz ediyor zaten. Sürdürülebilir kalkınma politikası resmi olarak kabul edilmiş bir politika ve zaten o sürdürülebilirlik politikası çerçevesinde bu saydığımız önlemlerin alınması gerekiyor. Protokol olsa da olmasa da, Türkiye’nin AB yükümlülükleri açısından da yerine getirmesi gereken, uyması gereken politikalar, alması gereken önlemler bunlar. Bu anlamda önemli bir değişiklik olmayacak bu onay kararından sonra. Basında yer alan bazı haberlerde “Türkiye çekince koyacak mı Protokol’ü onaylarken?” diye soruluyordu, bu da önemli bir nokta, belki buna da değinmek lazım. Protokol’ kendi hükümleri gereğince çekince konmadan onaylanmak durumunda, yani taraflar çekince koyamazlar, bu nedenle çekince şeklinde bir girişim olamaz. Zaten muhtemelen ABD’nin de bugüne kadar direnmesinin en önemli sebeplerinden biri böyle bir çekince imkanı tanımamış olması, yani o da düşünülebilir.

SCM: Onu da dikkate alsak bile, asıl sayısal indirim hedeflerine katılmadığı için, yani onları üstlenmekten kaçındığı için taraf olmadığını biliyoruz. Az önce de söylediğim gibi, yalnızca taraf olmak yönünde bir karar bu şimdi, fakat “2012’ye kadar yükümlülük altına girmemek, sayısal hedef üstlenmemek” gibi bazı ifadeler de var. Türkiye belki deklarasyon ekleyebilir, katılma kararına bunu dile getirecek şekilde. Ayrıca herhangi bir yükümlülük üstlenmek, sayısal emisyon indirimi ya da sınırlaması şeklinde bir hedef üstlenmesi prosedürel olarak da pek mümkün görünmüyor bu noktada, 2008 yılının ortasında. Çünkü önemli ölçüde zaman gerektiren bir süreç bu. Eğer Türkiye bu onay kararıyla birlikte sayısal yükümlülük üstlenmek, yani protokolün Ek B listesine de girmek, orada da bir hedefle yer almak şeklinde bir öneriyle gidecek olursa Protokol organlarına, bunun en az 6 ay önce yapılması gerekiyordu, yani görüşülmeden önceki, örneğin Polonya’da Aralık ayında yapılacak taraflar konferansından 6 ay önce bu bildirimin gönderilmesi gerekiyordu Protokol’ün taraflarının bilgilendirilmesi açısından ve 14. Taraflar Konferansı’nda. görüşülebilmesi için; oysa şu anda bulunduğumuz tarih itibariyle Polonya’ya böyle bir önerinin yetişmesi mümkün değil.

ÖM: Türkiye’nin bir çok durumda görülen gecikmelerinden bir diğeri olduğu söylenebilir. Şunu da hemen belirtmekte yarar var; usulüne uygun yapılarak yürürlüğe konmuş uluslararası antlaşmalar, anayasanın yanılmıyorsam 90. maddesi uyarınca kanun hükmünde sayılırlar. Yani Kyoto Protokolü’nün yükümlülükleri, T.C.’nin TCK gibi, diğer bir kanunu haline gelecek, bu anlamda da olumlu bir şey tabii.

SCM: Evet iç hukukun parçası haline gelecek bu anlamda, Türkiye’nin taraf olduğu öteki uluslararası sözleşme ya da protokollerin etkisi gibi bir etki doğuracak Türkiye açısından da Kyoto Protokolü. Şu anda emisyonlar açısından bir sayısal yükümlülük öngörmemekle birlikte, artık hukukun bir parçası, Türkiye’nin bağlı olduğu uluslararası hukukun bir parçası haline geleceği için olumlu yönde bir etkisi de olacaktır, olması beklenmeli en azından. İklim değişikliği politikalarının dünyada gelişen anlayışa uygun şekilde yeniden yapılanması, emisyon azaltıcı önlemlerin başlatılması, belki en önemlisi enerji yatırımlarının sera etkisini en aza indirecek şekilde yapılması açısından da bir etki yaratması ve dönüşüme neden olmasını beklemek lazım.

ÖM: Bu yeni yapılacak termik santraller açısından da son derece önemli bazı yenilikler getirecek önümüze. Bu bağlamda bir de, Türkiye’nin Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Sözleşmesi’ne de taraf olması hakkında konuşabilir miyiz?

SCM: Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne Türkiye 1996’dan bu yana taraf, Rio’da imzaya açıldığı zaman taraf oldu, imzaladı ve daha sonra da onayladı sözleşmeyi. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne geçmeden önce, kısaca Kyoto ile ilgili bir kaç noktaya daha işaret etmek istiyorum. Haluk Özdalga’nın zamanında çıkan bir yazısında genişçe bir yer ayrılmıştı maliyetler konusuna, buna bir açıklık kazandırmak lazım. Hem Özdalga’nın hem başka kaynakların dile getirdiği gibi, şu anda Türkiye’nin benimsediği yaklaşımla, Kyoto Protokolü yükümlülük üstlenilmeden onaylanacağı için, tabii ki ek bir maliyet söz konusu olmayacak Türkiye açısından, çünkü bir sayısal hedef yok. Fakat bu, Türkiye açısından hiçbir şey değiştirmeyeceği, ekonomik açıdan hiçbir şeyi değiştirmeyeceği anlamına da gelmiyor tabii ki. Bu başta da söylediğimiz gibi, 2012 sonrasına dönük bir adım olduğu için, 2012 sonrasında belirecek olan, şekillenecek olan yükümlülüklere dahil olacağını da bildiğimize göre, o noktada maliyetlerden söz etmek söz konusu olabilecek. Bu noktada hazırlıklı da olması gerekiyor Türkiye’nin. Özdalga, müzakereleri yürütecek bir kişi ya da ekibin görevlendirilmesinden söz ediyor. Belki şunu da eklemek lazım bu öneriye, son derece teknik görüşmeler önümüzdeki süreçte yapılacak olan görüşmeler, daha çok, yeni yükümlülüklerin tanımlanacağı bir süreç. Çok sayıda öneri var, Kyoto benzeri olması büyük bir olasılık, fakat ek yeni yükümlülük türleri de tanımlanması, öngörülmesi bekleniyor bu iki senelik süreçte. Dolayısıyla, Türkiye’nin, Kyoto bağlamında yürüttüğü hazırlıklardan daha kapsamlı, daha nitelikli bir hazırlık yürütmesi gerekiyor 2012 sonrasındaki yeni anlaşma için; özellikle de üstlenebileceği yükümlülüklerin analizini yapması gerekiyor, belki kendisinin bir öneri geliştirerek müzakerelerde yer bulması daha doğru olabilir. Bu anlamda oldukça uzmanlık gerektiren bir süreç olacak. Geniş bir bilimsel ve siyasi hazırlık ekibinin ve sürecinin bunun için şimdiden çalışmaya başlaması gerekiyor, bunu da hatırlatmak gerek. Aynı zamanda bu onay kararının da çabucak çıkması lazım aslında Meclis’ten.

ÖM: Neden?

SCM: Çünkü Türkiye’nin Polonya’daki 14. Taraflar Konferansı’na bir taraf ülke olarak katılabilmesi için en az 3 ay önceden gitmesi lazım.

ÖM: Yoksa, onaylamasına, taraf olmasına rağmen yine de bu fırsatı kaçırması söz konusu, öyle mi?

SCM: Evet, Meclis’ten geçse bile, üç aylık bir süre gerekiyor uluslararası düzeyde anlaşmanın tarafı haline gelebilmesi için. Bazı öteki sözleşmelerle ilgili süreci hatırladığımızda hızlı davranmanın önemli olduğunu söyleyebiliriz. örneğin sene başında, kalıcı organik kirleticilerle ilgili bir sözleşme olan Stockholm Sözleşmesi’nden bahsetmiştik; Meclis’te Dışişleri ve Çevre komisyonlarından geçti, hâlâ Genel Kurul’da görüşülmedi, yani Kasım’dan bu yana Genel Kurul’da görüşülmeyi bekliyor bu sözleşmenin onay kanun tasarısı.

ÖM: Türkiye’nin hiçbir döneminde çevre konusunda çok aktif bir politika izleyen bir hükümet gördüğünü söyleyemeyiz, ama bu hükümetin de adamakıllı yavaşlatıcı ve gevşek davrandığını söylememiz mümkün.

SCM: Kyoto Protokolü’ne onay kararının bu hükümet tarafından alınmış olması tabii hükümet adına bir puan gibi görünüyor bu gecikmelere rağmen. Fakat Protokol’ün onay kararının, Stockholm Sözleşmesi’nin akıbetine uğramaması lazım.

ÖM: Burada geçen sene internet üzerinden yürütülen, 170 bine yakın imzanın toplandığı kampanyanın da bir etkisi de vardır herhalde? Çeşitli kuruluşlar da Meclis’e bu dilekçeleri teslim edip Komisyon’un önünde konuşmuşlardı. Bir etkisi vardır eminim.

SCM: Kesinlikle bir etkisi var o imza kampanyasının, onun dışında, Taraflar Konferansı sırasında, Kasım ve Aralık aylarında yapılan etkinliklerin, gösterilerin de bir etkisi var. Hangi organ üzerinde daha fazla etkisi olduğu, belki başka bilimsel çalışmalarla değerlendirilebilecek bir konudur, fakat Meclis’te etkisinin olduğu kesin.

ÖM: Evet, çalttan gelen ciddi bir baskı vardı.

SCM: Özellikle Meclis’te kurulan iki küresel ısınma komisyonunun üyeleri üzerinde etkisi olduğunu biliyoruz, kendileri de defalarca dile getirdi. Aynı zamanda Meclis Çevre Komisyonu’nun şu andaki başkanının yaptığı konuşmalardan, verdiği demeçlerden, o mitinglerin etkisi olduğunu anlıyoruz. Bu anlamda bir ilk olduğu da söylenebilir bu anlamda yürütülen toplumsal kampanyaların, STK girişimlerinin. İlk defa bir uluslararası anlaşma, toplumsal düzeyde bu kadar tartışılarak politika kararı haline gelebildi.

ÖM: Bu açıdan da sevindirici ve önemli.

SCM: Öteki önemli uluslararası çevre sorunları konusunda da etkisi olur umarım bu sürecin. Yine bir çevre komisyonu başkanı, ilk defa, şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde açıkça protokolden yana tavır aldı. Bu da ilklerden bir tanesi. Yine, açıkça kurumlar arasında görüş farklılıkları yaşandı ve bu görüş farklılıkları bugüne kadar bu kararın gecikmesine neden oldu. Hükümet içerisinde bazı kurumlar daha çok Protokol’den yana tavır koyarken...

ÖM: Bürokrasi de direnirken, artık çok alıştığımız, dış düşmanların Türkiye’yi zor duruma düşürmek istediği gerekçesini bol bol kullandı, “ gelişmiş ülkeler, sanayileşmemizi, kalkınmamızı engellemek istiyorlar” gibi sözler ettiler..

SCM: Belki Dünya Çevre Günü’nün sloganını hatırlayarak, sözü Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne bağlayabiliriz. Bu sene de 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nün ana temasını yine iklim değişikliği, küresel ısınma oluşturuyor, sloganı da“Bağımlılıklardan Kurtulmak”; petrol bağımlılığından, karbon bağımlılığından, fosil yakıt bağımlılığından kurtulmak. BM Genel Sekreteri de Dünya Çevre Günü dolayısıyla yayınladığı mesajda, fosil yakıtların önemli bir bağımlılık olduğunu ve bu bağımlılıktan kurtulmadığımız sürece sorunu çözemeyeceğimizi hatırlatıyor bize bir kere daha. Belki biz de Einstein’ın sözüyle destek olabiliriz; “çözmeye çalıştığımız sorunları, onlara neden olan zihniyetle çözemeyiz” diyor.

ÖM: Paradigma değiştirmek lazım.

SCM: Evet, umarım bu karar karbonsuz ekonomiye geçmek yönünde Türkiye’de dönüştürücü bir etki yapabilir.

ÖM: Biyolojik çeşitliliğin korunmasına da biraz değinelim.

SCM: Taraflar konferansı 19-30 Mayıs arasındaydı, yani geçtiğimiz Cuma günü sonuçlandı. Başta da söylediğimiz gibi Türkiye’nin erken taraf olduğu ve katıldığı uluslararası çevre rejimlerinden bir tanesi bu. Stockholm Sözleşmesi’nin bu taraflar konferansı, iklim değişikliğiyle biyolojik çeşitlilik kaybı arasındaki ilişkinin konferansta açıkça ele alınacak olması nedeniyle özellikle önemliydi,. Bu yönde beklenti pek karşılanmadı, özellikle biyoyakıtlar konusunun ele alınması ve bu konuda bir karar verilmesi bekleniyordu. Bu konuyu ilerideki taraflar konferansına bırakma kararı aldılar. Bu taraflar konferansının en önemli çıktılarından bir tanesi şuydu; biyolojik zenginliğin, yani genetik kaynaklara erişimin ve bu kaynaklar kullanılarak elde edilen yararların paylaşımı konusunda, bağlayıcılığı da olacak bir uluslararası bir rejim oluşturulması ve müzakerelere başlanması kararı alındı. 2012’ye kadar sonuçlanması bekleniyor bu müzakerelerin de. Özellikle biyolojik çeşitlilik açısından zengin olan güney ülkelerinin, bu kaynaklar kullanılarak elde edilen tarımsal ürünler ya da ilaç sanayiindeki gelişmelerden pay alamadığını, yararlanamadığını düşündüğümüzde, önemli bir girişim ve gelişme olduğunu söyleyebiliriz bu kararın.

ÖM: Çünkü genetik bakımdan değiştirilmiş organizmaları üreten şirketlerin, şimdi de, “iklim değişikliğine dayanıklı bitki yaratma” sloganıyla, bütün dünyadaki tohumları ve yiyeceği de tekellerine almaları gibi bir durum var.5-6 şirketin, 500 küsur patentle bütün önemli tohumlara sahip çıkma girişiminde olduklarını görüyoruz. İnanılacak gibi bir durum değil.

SCM: Yalnızca genetik materyalin, yani somut olarak tanımlanabilir materyalin patentlenmesi değil mesele, başka bir sorun daha var; biyolojik çeşitliliği, bitkileri, hayvanları ya da onların ürünlerini kullanarak iyileştirme şeklinde bir yerel bilgi var biliyorsunuz.

ÖM: Özellikle kadınlardan, ninelerden, çocuklara ve torunlara geçen hayati bilgi.

SCM: Bu hem tür çeşitliliği açısından, hem de insanların bilgisi, kültürü açısından önemli bir birikim. Bu bilgiyi de patentlemeye çalışıyor, hatta patentliyor da bu uluslararası kuruluşlar. Tabii hem genetik malzeme, hem de bu bilgi, bu yoksul koşullarda yaşayan yerel topluluklara hiçbir somut getiri sağlamadan, uluslararası sermayenin malı haline geliyor. Bu uluslararası şirketler ve bu uluslararası şirketlerin kaynaklandığı devletler, ABD ve Kanada başta olmak üzere, fikri mülkiyet haklarını gerekçe göstererek, paylaşmaya yanaşmıyorlar bu bilgiyi de. ‘Biyolojik korsanlık’ diye adlandırılıyor bu.

ÖM: Bu aslında çok önemli bir konu, bunu konuşmayı ilerideki programlarımızda sürdürmeliyiz diye düşünüyorum.

SCM: 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü ve Kyoto kararını kutlayarak bitirelim.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.