Haberler

Geleceğin mesleği tasarımcılık

Tarih: 28 Temmuz 2008 Kaynak: Vatan Yazan: Güldeniz Ayral
Tasarım, moda, tüketim, küresel ısınma içinde yaşadığımız yıllarda belki de en çok duyduğumuz kelimeler.

Trendler sürekli değişiyor. Peki hangi trendin peşinden gideceğiz, hangi trend bize uymayacak. Türkiye’nin ilk ve tek trend danışmanı Zeynep Arhon ile modadan sosyal hayatımıza, geleceğin mesleklerine kadar bizi kuşatacak trendleri konuştuk.

Türkiye’nin önde gelen holding ve şirketlerinin bir ilham perisi var. 35 yaşındaki Zeynep Arhon, Türkiye’nin ilk ve tek “trend danışmanı.” İki yıl önce kurduğu Trenddesk adlı şirketiyle Sabancı Holding, Denizbank, Volvo, Lassa gibi devlerin de arasında olduğu firmalara tüketimin geleceği ile ilgili trend danışmanlığı yapıyor. Peki ona ilham nereden geliyor? Tabii ki bir metodolojisi var. Öncelikle başta Amerika ve Avrupa olmak üzere yurtdışını kokluyor. Konferanslara katılıyor. İnternet, kitaplar, raporlar derken, yeni trendlerin ipuçlarını bulmak için sıra Türkiye’ye bakmaya geliyor. Trenddesk bunun için de 18 kişilik bir panel oluşturmuş. Panel, kuaför, mimar, tasarımcı, editör, DJ, ressam ve reyon şefi gibi mesleklerden gelen insanlardan oluşuyor. Tutacağına inandığı trendleri sayısal raporlarla destekliyor ve çalıştığı şirketlerle paylaşıyor.

Size modern zamanların kahini diyebilir miyiz?

Tüketim için konuşuyorsak doğru. Bizim odak noktamız tüketim hayatının geleceği. Trend danışmanlığının özü zamanların ruhunu okumak ve şirketlerle bunu şimdiden paylaşmak. Kalite ve tasarım artık başarıyı garantilemiyor. Başarının anahtarı düşünülmeyeni düşünmek, hayal edilmeyeni bugünden etmek...

Tasarımcılık yükselen bir meslek mi?

Tasarımın rolü çok yükseliyor. Teknoloji, hayatımıza girdiği sürece makinelerin yapacağı işlerin değeri azalıyor. İçinde heyecan, macera, tutku, şefkat olan belki etik karar verme yeteneği olan meslekler yükseliyor. Baktığınız zaman tasarım bunların çoğunu içeriyor.

Klimasız binalar geliyor
Sadece güzel objeler güzel binalar yaratmak değil de çevreyle dost ürünler üretmek, karbon-nötr binalar, şehirler kurmak... Burada karşımıza biyomimikri çıkıyor. Kimya, biyoloji, tasarım gibi alanların birleşeceği bir şey. Aslında kökleri Leonardo da Vinci’ye gidiyor ama şirketler yeni yeni üzerinde çalışmaya başladı. Bunun örneklerini şöyle verebiliriz. Yapraklar doğada sadece suyla yıkanabiliyor. O zaman neden yağmurda temizlenen dış cephe boyası üretilmesin? Ya da Zimbabwe’daki Eastgate binası... Hiç kliması yok. Ve Zimbabwe’nin kavurucu sıcağında 22 derecelik sabit bir sıcaklık tutturuyor. Çünkü dev karınca yuvalarının içindeki havalandırma kanallarından esinlenilerek tasarlanmış.

Uzay hostesliği
Tasarımla birlikte deneyim de yükseliyor. Bugüne kadar yaşamadığımız, keşfetmediğimiz alanlar, hayat alanları haline geliyor. Bunun içinde uzay da var denizin altı da... Dubai’de denizin altında Hidropolis diye bir otel yapılıyor.

Çocukların “astronot olmak istiyorum” hayali gerçek olabilir. Virgin Galactic 2009’da ilk sivil astronotları uzaya çıkaracak. Bir yıl kaldı. Uzay turizmi başlayınca uzay hostesleri, uzay pilotları olacak gibi görünüyor.

Dünyada dolar milyonerleri arttıkça bir zengin için servetini göstermek ve “zengin olduğunu hissetmek” zorlaşıyor. Bu da ender deneyimlerin değerini yükseltiyor. Bir genç, 9 bin 500 dolar verip 2 saatliğine rock yıldızı olabiliyor. Bu da yeni iş alanları doğuruyor. Deneyim Yöneticisi, Deneyim Direktörü gibi unvanlar olacak.

Toprağa kaçış yaşanacak
Tarım ilginç bir şekilde hayatımıza giriyor. Şehirleşmenin getirdiği hızlı hayat, çevrenin kirlenmesi, stres gibi negatiflikler nedeniyle toprağa doğru kaçıyoruz. Şehir bahçelerinin yaratılması, belediyelerin açtığı hobi bahçeleri, teras bahçeler, çok modern pahalı sitelerde özel tarım bahçelerinin oluşturulması... Mesela Bilkent’te şu anda tarım yapılabilecek bir bahçe var. Tarım meslek tarafında da daha çekici bir şey haline gelecek gibi duruyor. Ben gençken ziraat mühendisliği pek düşünülen bir şey değildi, ama modern teknolojilerle o kadar yenilikçi bir çalışma haline gelecek ki ileride düşünebilecek.
Bilmediğimiz lezzetleri birleştirmek, tasarımın değerinin artması aşçılık mesleğini de yükseltiyor.

Osmanlı trendi her yerde
Birkaç yıldır müthiş bir Osmanlı trendi ile karşı karşıyayız. Osmanlı’nın ayrı bir gücü var. Şu an elimizde olmayan gücün, zenginliğin bir zamanlar bizde olduğu ana duyulan nostalji. Belki de o yüzden Osmanlı ile ilgili kitaplar son 5-6 yıldır çok okunuyor.

Akaretler’deki Sıraevler mesela... Bir yandan çok modern, bir yandan Osmanlı zamanındaki ağaların evleri. Modern ile Osmanlı olan karışıyor.

Kültürün yükselişinden bahsedebiliriz. Yeni yeni müzeler açılıyor. Evet, sanayinin içindeki ailelerin liderliğini yaptığı bir şey ama bir sergi geldiğinde kuyruklar oluyor.

Bill Gates’in “Dijitalleşebilen her şey dijitalleşecek” sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hayal edemiyorum. Singularity diye bir kavram var. Gerçek hayatla sanal hayatın birleşmesi... İlk örneği herhalde Second Life... Second Life’da bir Avatar olduğunuzda orada yaşamaya başlıyorsunuz. American Apparel’in orada tişört satması, HSBC’nin şube açması falan filan... Ama onun da daha ötesine geçip mesela Diesel’in 2006’daki sanal defilesinde olduğu gibi acaba neyin gerçek neyin sanal olduğunu karıştırdığımız bir an gelecek mi? İnsanın özel hayat hakları nerede bitiyor nerede başlıyor, bilinmiyor. Facebook’a bakarsanız özel hayat kalmadı. Buradan ünün demokratikleşmesine gidiyoruz. Facebook ünlüleri, YouTube ünlüleri var... Dijital hayat yaşamın içine girecek.

Kaşıkçı Elması Koleksiyonu
Osmanlı’nın yansıması
Konsept tasarımcısı Sedef Çalarkan, 2008 İlkbahar-Yaz koleksiyonunda stilize ederek yorumladığı Kaşıkçı Elması’nı spor giysiler, abiye kıyafetler, çanta ve aksesuvarlar derken şimdi de iç giyim de kullandı. Nişantaşı-Abdi İpekçi caddesinde açtığı “Konsept Mağaza” da satışa sunduğu “Kaşıkçı Koleksiyonu” için çok çarpıcı bir çekim gerçekleştiren Sedef Çalarkan, dünyanın en kıymetli mücevherlerinden biri olan “Kaşıkçı Elması”na yaz koleksiyonunda yoğun olarak yer verdi.

Vücut ısısına göre ortaya çıkan dövme

5 yıl sonra en büyük değişiklik ne olabilir?

İklim krizi hepimizin hayatını daha çok etkiliyor olacak. Son 3 yılda temel gıdalara baktığınız zaman buğday, pirinç, mısır fiyatları yüzde 83 arttı. Gıda krizi aslında başladı. Bu aslında bir eğilim. Gıda bundan sonra daha pahalı olacak. Başka bir taraftan su problemi var. İşte bu yüzden gezegene verdiğimiz zararın vergilendirildiği bir döneme gireceğiz. Yani dünyaya bırakacağımız karbon ya da karbon ayak izimizin bir vergi karşılığı olacak. Bunun ilk ipuçlarını İskandinavya’da yakalıyoruz. Şimdilik sadece Frito Lay’in Walkers markası kullanıyor. Bir paketin kaç gram karbona mal olduğunu yazıyor. Yani sadece bize olan fiyatı değil de gezegene olan fiyatı nedir bu ürünün. Ve tüketim gitgide daha etik bir kara haline geliyor. Neyi tükettiğimiz ve neyi tüketmediğimiz kişisel duruşumuzu, dünyayla olan ilişkimizi belirleyen bir şey haline geldi. Türkiye yavaş ilerliyor bu konuda ama biz de kuraklığın sonucunu gördükçe daha fazla düşüneceğiz.

Kıyafetlerimiz nasıl değişecek?

Teknoloji ile modanın evliliği çok ilginç şeyler yaratıyor. I-pod cepli iç çamaşırları... MP3’lü kayak montları ile devam eden bir mesele... Işıldayan giysiler yavaş yavaş kitleselleşmeye başladı. Philips’in Lumalive teknolojisi ile içine LED örülebilen, yanıp sönen kıyafetleri daha çok göreceğiz. Markalar bu teknolojiyle istediği mesajları verebilecekler. Teknoloji ile ilişkilendirdiğimiz bir şirket olan Philipsin moda alanında çok inanılmaz çalışmaları var. Sınırların erimesinin en güzel örneği aslında. Vücuda yapışan mücevherler, hislerinize göre ya da vücut ısısına göre ortaya çıkan dövmeler gibi çalışmalar yapıyorlar.

İklim krizi klasik anlamdaki tarımı değiştirecek mi?

Bazı devrimsel yöntemler kullanılıyor aslında. Gordon Graff’ın tasarladığı Toronto’da yapılması planlanan 58 katlı dikey bir tarım gökdeleni var örneğin. Yapıldığı zaman sürekli 35 bin kişiyi besleyebilecek tarım ürünü üretecek.

Hızlı kent yaşamının “yavaş” trendleri
Hızlı şehir hayatı içinde her şeyi kaçırıyor duygusu yaşamamız ve zamanı yavaşlatmanın, keyfi uzatmanın, yiyeceğe dokunmanın keyfini yaşamak istememiz slow food’u (yavaş yemek) doğurdu. Bu trend hayatımızın diğer alanlarına da yayılıyor. Slow-cities (yavaş şehirler) ve slow travel (yavaş seyahat) gibi. Slow cities, kent yaşamının yavaş olması. Hafta içinde bir plazada yaşyorsunuz ama haftasonu gidiyorsunuz aşçısıyla tanıştığınız bir restoranda yemeğin tadını ala ala yiyorsunuz. Yiyecek tarafında organik akımı özellikle İngiltere’de farklı bir yere gidiyor: Traceability - izlenebilirlik prensibi uygulanmaya başlandı. Yani mahalledeki pazardan alışveriş et. O sebze ve meyvelerin tohumunu eken çiftçiyle tanış. Üretim sürecini onlarla birlikte yaşa. Tarlaya git ziyaret et ve onu tüket. “Yüz mil diyeti” diye bir şey var... Yaşadığınız yere bir pergel saplayın. 100 millik bir çap çizin. Yediğiniz içtiğiniz her şey buradan gelsin. İstanbul’a uygularsak çok zor. Biraz Trakya’dan kurtarabiliriz ama eti bulmak çok zor. Spaların yükselişini de aynı trendle açıklayabiliriz. Şehirli insanın toprakla uğraşmasını da aynı trende bağlayabiliriz.

Slow travel trendinde de, yeni gittiğimiz bir şehrin elimizde harita, bir noktadan diğerine paldır küldür dolaşılması değil, bir lokal gibi yürüyerek dolaşılması prensibi var.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.