Haberler

Pekin’in Değişen Yüzü: Yeni Çin’e Bir Bakış

Tarih: 30 Temmuz 2008 Kaynak: New York Times Yazan: Nicolai Ouroussoff Çeviren: Zeynep Güney

CCTV Televizyonu Merkez Binası
Fotoğraf: Doug Kanter


Pekin’in yeni havaalanında Batılılar’ın yaşadığı şaşkınlık, bir sürpriz değil. Bunun nedeni, sadece yapının inanılmaz büyüklüğü değil, aynı zamanda mekanın neden olduğu “Batı dünyasını değişimleriyle gölgede bırakan bir başka dünyaya açılan bu kapıdan bir daha geri dönememe hissi...”

Bu deneyim, yüz yılı aşkın bir süre önce Viyanalı mimar Adolf Loos’un New York Limanı’nda buharlı bir gemiden indiği anda hissettiklerine benziyor olmalı. Geleceğe açılan bir kapıdan geçen Loos, Avrupa kültürünün “eskidiğini” de o anda algılamıştı.

Norman Foster’ın tasarladığı Pekin Havaalanı’na kentin diğer kayda değer binaları eşlik ediyor: Paul Andreu’nün yumurta biçimli Ulusal Tiyatro Binası, Herzog & de Meuron’un “kuş yuvası” olarak bilinen Ulusal Stadyumu, yarı saydam cephesiyle PTW’nun Ulusal Su Sporları Merkezi ve Rem Koolhaas’ın eğik ve birbirine bağlı bileşenleriyle son zamanların en başarılı mimarlık eserleri arasında gösterilen CCTV Televizyonu için tasarladığı merkez binası bu listede yer alıyor.

Eleştirmenler, “önemli profile sahip” bu projeleri ülkenin yeni gelişmekte olan sektörlerinin bir sembolü olarak yorumluyor. Yine de bu binaların basit birer güç simgesi olmaktan farklı özelliklere de sahip olduğu görmezden gelinmemeli. 16. yy Roma’sı veya 19. yy Paris’ine ait anıtlar gibi, Çin’in yeni mimarlığının da ekonomik gelişmelerle olduğu kadar zihinsel ve kültürel ilerlemeyle de yakından ilgisi var.

Her bina, kendine has bir şekilde “Yeni Çin”in kamusal mekan anlayışını yansıtıyor. Ölçeklerin büyüklüğü ise, her ne kadar kullanıcı açısından bazen ürkütücü olsa da ülkenin yeni gelişmekte olan bir ulusal kimliği şekillendirme çabasının bir sembolü olarak yorumlanabilir.


Pekin Ulusal Stadyumu
Fotoğraf: Doug Kanter

Norman Foster’ın Pekin Havaalanı, Çin’in modernizm anlayışını yansıtan en büyük ve en katıksız proje. Binanın yan yana konumlandırılmış iki “bumerang”tan oluşan formu, biçimsel olarak birçok kez ejderhayla kıyaslandı. Albert Speer’in 1930’lu yıllarda hava taşımacılığının sembolü olarak tasarladığı Berlin’deki Tempelhof Havaalanı ise, “Yeni Avrupa’ya Giriş Kapısı” anlamını taşıması ve “hareket eden” toplumların vizyonunu yansıtması açılarından Pekin Havaalanı’yla ortak özellikler taşıyor. Pekin Havaalanı, “hareket eden” toplumların vizyonunu yansıtması açısından, “Yeni Avrupa’ya Giriş Kapısı” anlamını taşıyan, Albert Speer’in 1930’lu yıllarda hava taşımacılığının sembolü olarak tasarladığı Berlin’deki Tempelhof Havaalanı ile ortak özellikler taşıyor.

Tempelhof gibi Pekin Havaalanı da hava taşımacılığını simgeleyen büyük ve kıvrımlı yapısal bileşenlere sahip. Ancak yapının iç mekanı sürprizler barındırıyor. Norman Foster ise, tasarımında hareketlilik idealini farklı bir düzleme taşımış. Terminalin tavanındaki ışıkların yönlendirdiği kullanıcılar, rampaları ve geniş yaya köprülerini kullanarak yerden yükseltilmiş toplanma alanına varıyorlar. Bu noktadan sonra, yol, tren ve metro ağları ile, uzantıları tüm bölgeye yayılan kanallara ve parklara ulaşmak mümkün.

Tüm kenti birbirine bağlayan bu ağ, yedi yıl önce olimpiyatların düzenleneceği duyurulan Pekin’i tamamen değiştirdi. Tüm bu büyük kamusal projelerin 20. yy’ın ortasında teknolojiye duyulan inancın sınırsız olduğu ABD’de değil de Çin’de gerçekleştirildiğine inanmak güç. Bu teknoloji rüyasının, Amerikalılar için anlamını yitireceği ve 21. yy Çin’inde eskisinin on katı büyüklüğünde tekrar doğacağını önceden tahmin edebilmek ise imkansız gibi.

Havaalanından uzaklaştıkça, Çin’in dönüşüm rüyası kolayca etkisini kaybediyor. Çünkü tek görebileceğiniz, her iki yanı yeni fakat niteliksiz kuleler tarafından çevrelenen sıradan yollar. Bu kuleler bir araya gelerek zengin ve fakir arasındaki uçurumu gittikçe daha da belirginleştiren dışarıya kapalı ve güvenlikli siteler oluşturuyor. Neredeyse hepsi olimpiyatlara hazırlık amacıyla inşa edilmiş olmasına rağmen, konstrüksiyon malzemelerinin düşük kalitesi, onlarca yıllık ve yıpranmış bir görüntü sergilemelerine neden oluyor.

Bu, Çin’in modernizm anlayışının diğer yüzü. Başlangıçta, savaş sonrası ABD’yi ve Avrupa’yı da etkileyen Çin’in mimari deneyimleri, bir yandan ümit verirken diğer yandan da sefalet çağrışımları yapıyor. Görünüşe bakılırsa, bu ülkede her şey mümkün: Ütopyaların gerçekleşmesi hiç zor değil, ancak insan hayatına aldırmazlığın en üzücü örneklerine de burada rastlanıyor.


Pekin Havaalanı, Foster and Partners
Fotoğraf: Nigel Young / Young


Bu gerginlik ve çelişkiler Tiananmen Meydanı’nın hemen batısındaki Andreu’nün Ulusal Tiyatrosu’nda kodlanıyor. Oval titanyum-cam kubbesi ve etrafını çevreleyen sığ yansıtıcı havuzuyla tiyatro kompleksi, Tiananmen Kapısı’yla sonlanan doğu-batı koridoru -Eternal Peace Bulvarı- üzerinde bulunuyor.

Bulvar üzerinde Great Hall of the People’dan, Pekin Tren İstasyonu ve Devrim Müzesi’ne kadar 1949 Çin Devrimi’nin 10. yıldönümünde inşa edilmiş çok sayıda Sosyalist yapı bulunuyor. Tiyatro, 30 yıl önce Forbidden Palace’ın (Yasak Saray) karşısında inşa edilen Mao’nun mozolesinden beri bu tarihi bölgede yükselen bir kaç temel kültürel anıttan biri.

Andreu geçtiğimiz günlerde Pekin’de kahve sohbeti sırasında burayı, “sıradan vatandaşlara açık” bir mekan olarak tanımlamıştı.

Andreu, “Burası çok sakin bir yer. Dokunulmaz bir bina, bu gizemi yok etmek istemedim. Suyun kenarından, ağaçların içinden geçerek varıyorsunuz. İçine de giriebilirsiniz. Ben insanların, bunun kendileri için var olduğunu anlamalarını istedim,” diyor.

Binanın simetrik düzeni ve yekpare ölçeği şimdiye kadar başka yorumları da beraberinde getirdi. Etrafını saran yansıtıcı havuzla dayatılan tecritliği, giriş dizisiyle de güçleniyor: Ziyaretçiler havuzun altından geçip büyük ve derin kubbenin içinde tekrar ortaya çıkmadan önce, heybetli merdivenlerle toprağın içine doğru ilermek zorunda. Bu sanki tiyatroyu kente bağlayan dev bir göbek bağı gibi.

Giriş pasajı unutulması güç benzerlikleri akla getiriyor. Kültürel Devrim’in sonrasında Pekin’de büyümüş Çinli mimar Yan Meng, 1970’lerde ve 1980’lerde Tiananmen Meydanı’nın pek çok açıdan kentin sosyal kalbi olduğunu anlatıyor: “Çok daha az araç vardı ve çok daha erişilebilirdi. Bir öğleden sonra arabanızla meydandan geçerken, iskambil oynayan insanlar ve havada uçurtmalar görebilirdiniz.”


Ulusal Su Sporları Merkezi
Fotoğraf: Greg Baker / Associated Press

1989 yılında yaşanan Tiananmen Meydanı protestoları ve hükümetin sert müdahelelerinin ardından kent meydanın çevresine yaya bariyerleri eklendi. Bugün yalnızca güvenlik güçlerinin devriye gezdiği meydana, korkutmasa da, kasvetli ve soğuk bir his veren alt geçit aracılığıyla ulaşılabiliyor. Yer üstüne çıktığınızda adeta bir turizm bölgesi izlenimi veriyor, Çinliler burada çoğunlukla ucuz hatıra eşyaları alıp satıyorlar.

Yan Meng, Ulusal Tiyatro’nun dolambaçlı girişinin, 1989’da yaşanan kıyım sonrasında kamu hayatına getirilen kısıtlamayı yansıtmasını öneriyor. Meydanla ilgili olarak “Artık kimseye ait değil. Bu kontrolle ilgili,” diyor.

Olasılıkları Zorlamak
Çin’in yükselen prestijinin en gösterişli mimari sembollerinden bazıları ise geleceği göz önüne seren daha aydın yorumları yansıtıyor. Yüksek özgüvenleriyle olabilecek bütün detayları irdeliyorlar.

Olimpiyat Stadı ve Ulusal Su Sporları Merkezi, Yasak Kent ve Mao’nun mozolesi ile eşdeğer ulusal öneme sahip tarihi tören aksı üzerinde ve kent merkezine 10 mil uzaklıkta yer alıyor. Jacques Herzog ve Pierre de Meuron’un stadyumu, Olimpiyat Oyunları’nı anlatan daha tanıdık bir sembol olarak diğer iki yapıdan çok daha fazla fotoğraflandı. Devasa elips formu, sık kafes çelik kolonlarla destekleniyor.

Yükselirken dönen ve bükülen kolonlar, çok büyük bir kamu heykelini andırıyor. Kolonlara dışardan bakıldığında içerideki aktiviteyi kapsamak için sanki gerildiği izlenimini veriyor. Yapı boşken, yoğunluğu sanki o kitlesel etkiliğin beklentisi içinde titriyormuş gibi garip bir şekilde yükseliyor.


Ulusal Olimpiyat Stadı, Herzog & de Meuron
Fotoğraf: Iwan Baan


Şimdiye kadar stadyumun geleceği üzerindeki soru işareti yeni Çin’in nasıl tanımlanacağı üzerindeki gerilimleri vurguladı. Stadyum, düzenli sıralanmış konut kuleleri ile çevrelenen geniş bir parkın ortasında bulunuyor. Oyunlardan sonra, Herzog ve de Meuron, binanın büyük bir kamu forumuna ve toplum için görsel bir nirengi noktasına dönüştürülmesini umuyor.

Hükümet, projenin en cazip yerlerinden biri olan açık alana park edilmesinin önüne geçebilmek için, yapının etrafını parmaklıkla çevirmek istiyor. Yerel geliştircilerden biri ise tasarımın kamusal ruhunu tamamen kenara iten bir teklifle, yapının altına bir alışveriş merkezi yapmayı öneriyor.

Tek yapabildiği yapının esnekliğini korumaya çalışmak olan Herzog, “Yapı açık olacak şekilde tasarlandı. Bu kamusal bir heykel çalışması,” diyor ve umutla ekliyor: “Bir parmaklık koysalar da, en azından onu gelecekte bir gün yine kaldırabilirler.”

Pekin’in birkaç mil güneyindeki yeni ofis bölgesinde yer alan, bölge televizyon yönetimi CCTV’nin Merkez Binası’nı tasarlayan Koolhaas da benzer taleplerle karşılaşıyor. Uzun görüşmeler sonucunda, yapının ne kadarının halka açılacağı ortaya çıktı: Mimarın en büyük endişesi, CCTV yöneticilerinin, alanda kesişen iki yolu kapatmak istemeleriydi. Meydanın muazzam bir kısmı da şirket çalışanlarının kullanımı için sınırlandırılmış olacak.

Tamamlanmasından bir yıl önce bile CCTV binası oldukça ilgi çekiyordu ve birtakım tartışmalara konu olmuştu. Kimileri, 1931-33 yıllarında Stalin Rusya’sında Sovyet Sarayı için açılan yarışmaya benzeterek, Koolhaas’ı bu işi kabul ettiği için ayıplıyorlardı. Aslında Koolhaas’ın propaganda aracı için devasa bir anıt tasarlamakla suçladılar.

Fakat proje, bizim anıtsal bir yapıya ait bütün beklentilerimize meydan okuyan bir çalışma. Herzog ve de Meuron gibi Koolhaas da, şimdi geç 50’lerinde ve erken 60’larında olan, çalışma yaşantılarının başında Modernizm akımının sıkıcı, resmi sadeliğine muhalefet eden bir mimarlık jenerasyonundan geliyor. Dışlanmış ve uygunsuz olana yer açmak ve devasa yekpare boyutu kırmak için anıtlara asimetrik formlarla şekil verdiler. Şimdi de otoriter yönetimlerin ve çokuluslu şirketlerin de içinde bulunduğu müşteri kitlesi için ortak bir dil arayışındalar.


CCTV Televizyonu Merkez Binası
Fotoğraf: Feng Li / Getty Images

Koolhaas CCTV merkez binasının tasarımına, yapının dışından algılanabilecek insani ölçü izlerini silerek başladı. Cephede geleneksel pencere türlerine ya da döşemenin başlangış – bitiş çizgilerine ait herhangi bir ize rastlamanız mümkün değil. Yapının formu, binaya baktığınızda tamamen çarpık bir perspektif sunuyor. Bazı noktalardan yapı ezilerek yassılaşıyormuş gibi görünürken, diğer noktalardan da yana eğilmiş izlenimi veriyor.

Sonuçta yapıyı sabit bir ölçüde tanımlamak mümkün değil. Çevresindeki standart cam ve çelik sistem gökdelenlerin arasından, bazen bir çocuk oyuncağı kadar küçükmüş gibi algılanırken, başka bir açıdan konsol çıkan katların dayanılmaz ağırlığına karşı Herkül kuvvetiyle savaşırken görülüyor.

Bu sadece bir oyun değil. Koolhaas, yeni global kültürün esnekliğini ve mimarlığın bireysel hayatın samimi ölçüleriyle, toplumların karmaşık gelgitleri arasındaki boşluğu doldurma yolunu keşfetme sürecini vurguluyor. Yapının aktardığı otoriter görüntü maksatlı olarak belirsiz bırakılmış. Bir an kararlı, sonra utangaç ve çekingen olabilen değişken form, yansıttığı merkezi gücün etkisi kadar, ortak endişeler hakkında da birçok şey söylüyor.

Koolhaas büyük oyuklar açarak sosyal değişimlere yer açmış. Yapının içi, kamusal aktiviteler, kafeteryalar, seyir terasları ve galerilerin, bir ayaktan diğerine uzanıp, yer altında metroya bağlandığı sonsuz bir döngü halinde tasarlanmış.

Mimar, kamusal ve özel alanların arasında ayrımı, toplumun normlarının değişimi ve gelişiminde olduğu gibi, sürekli yer değiştiren ve yeniden düzenlenen aktif bir savaş alanı olarak görüyor. Şimdilik CCTV’deki kullanım şeklini mimar değil, şirketin hükümet tarafından belirlenen yönetim birimleri belirliyor.

Bu durum devam edecek gibi görünüyor. Mimarlar yüzyıllarca, medeniyetleri aydınlatan ya da dönüştüren, sonunda da toplumun büyük bir kısmında istenen etkiyi yaratamayan, dışlanmış bir ihtişam kalıntısına dönüşen yapılar tasarladılar. Bu durum aynı zamanda, Çin’de yaşananların da kanıtı.

Tabii şüphe yok ki, mimari fikirlerin gelişimi için büyük bir laboratuvar sağlayan Çin’in bu rolü yıllarca sürecek. Batı’nın bunu ne zaman yakalayacağı ise merak konusu...
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.