Haberler

Su ve öteki değerler

Tarih: 16 Eylül 2008 Kaynak: Radikal Yazan: Murat Cano
Türkiye, ‘kalkınma amaçlı yatırım’larla ‘öteki değerler’in korunması arasında ‘uygulanabilir denge’ bulabilir. Başbakan, 2003’te “Hasankeyf’i kurtaracağız” deyip sonradan onu yok etmek için “topyekûn harekat” başlattığı halde, bu kez “çevrecinin daniskası” olduğunu ilan ettiği için, suyla oyunumuzun sonuçlarını kendisine ve kamuoyunun bilgisine sunmak istedim.

Barajlar ve çevre sorunu, Türkiye’nin temel sorunlarından biridir.
• Neden baraj ve çevre, birlikte bir “değer” ve “imkan” olarak algılanmıyor da, “sorun” olarak tartışılıyor?
• Baraj yatırımlarıyla kazanıyor muyuz, kayıp mı ediyoruz?
• Ne pahasına enerji üretiyoruz?
• Türkiye su dahil, doğal varlıklarına zarar vermeden, onları tüketmeden, iklimin değişmesine neden olmadan, arkeolojik eserleri baraj sularına terk etmeden, su kaynaklarına yatırım yapamaz mı? Kısaca öteki değerlerimizi koruyarak, yatırım yapamaz mıyız?

Bu konudaki sorun, devlet idaresiyle sivil kadrolar arasında sürekli, yeterli ve kurumsal bir ilişkinin kurulmamış olmasından doğuyor. Devletin, bu kadrolara güvenmesi ve onlara “kulak vermesi”nin zamanı geldi. Devlet idaresinin, bunu yapmasında kamu yararı var. Eğer böyle yapılırsa, baraj ve HES projeleriyle ülkemizin kültürel ve doğal zenginliklerinin korunması arasında uygulanabilir bir dengenin oluşturulması için, planlama aşamasından, uygulama ve işletme aşamasına kadar bütün süreç, sivil “inisiyatif”le birlikte izlenir ve birlikte çözümler üretilir. Eğer bu ilişki kurulur ve sürdürülürse, Atatürk Barajı’nda 580, Birecik Barajı’nda 30, Karkamış Barajı’nda 40, Aslantaş Barajı’nda 25 arkeolojik yerleşmeyi kaybettiğimiz gibi, baraj sularının tehdidi altındaki 10 binin üzerindeki arkeolojik yerleşimi, Allianoi’yi, Çamlıhemşin’i, Çoruh Kanyonu’nu, Munzur Vadisi Milli Parkı’nı, Gökbel Vadisi’ni, İncekemer Köprüsü’nü, Hasankeyf’i ve Dicle Havzası’nda yer alan 200’ün üzerindeki arkeolojik yerleşimi, kalan doğal zenginliklerimizi kurtarmış ve korumuş oluruz. Su altında kalan 3.300 km2’lik alan dışında yeniden 1.817 km2’lik alanı “suya verme”yiz, tarım topraklarında tuzlanmaya neden olmayız, barajlar yüzünden yerinden ettiğimiz 132 bin insana, 10 binlerce insanımızı katmamış oluruz, stratejik avantajımız olan su kaynaklarımızı korumuş oluruz.

Çevrenin korunması sorunu, yüzyılın temel sorunlarından biri olmaya devam edecek. Çünkü insan, ya doğru enerji kullanmayarak ya da enerjiyi doğru kullanmayarak çevreyi ve çevre değerlerini yıkıma uğratıyor.

Türkiye coğrafyası ‘tehdit’ altında
Türkiye coğrafyasının “stratejik değer”leri, iklimi, suyu, ormanı ve diğer bitki örtüsüyle “kültürel miras”ıdır. Su, bütün dünyada, özellikle de Ortadoğu’da petrolün üstünde bir önem ve “artan değer” taşıyor. Su, artık stratejik bir değerdir. Bunu anlamak için ABD’nin, Irak’ta “Su Bakanlığı” kurmasını beklemek gerekmez. Su, Türkiye için bugün ve gelecekte “stratejik avantaj” olduğu gibi, “potansiyel tehlike”ye de dönüşebilir. Bu tehlike, Türkiye’nin Suriye, Irak ve “komşumuz” ABD ve uluslararası toplumla ilişkileri bakımından söz konusu olduğu gibi, kendi coğrafyasındaki hayat bakımından da söz konusudur. Çünkü her hayat, milyonlarca yıllık fizyobiyolojik süreç sonucunda oluşan iklim dengesi içinde belirli bir coğrafyada varolur ve o denge içinde varlığını sürdürür. Bu dengenin temel unsurlarından biri sudur. Suyla oynamak, iklimle oynamaktır. İklimle oynamak, hayatla oynamaktır.

Türkiye’nin içine sokulduğu süreç, “endişe verici”dir. Nitekim önce “yabancılar”la yapılan yatırım sözleşmeleri bakımından uluslararası tahkim yetkili kılındı. Peşinden, Doğa ve Kültür Varlıkları ile İmar Mevzuatımızın “geçersiz” olduğu Endüstri Bölgeleri Yasası çıkarıldı. Sonra Trabzon’dan İstanbul’a, Edirne’ye, İzmir’e, Muğla’ya, Antalya’ya ve Adana’ya uzanan coğrafyada görev yapan, korumadan yana olan, nitelikli, kişilikli kurul üyeleri, toplu halde görevden alındı. Yetmedi, sit alanları yapılaşmaya açılmak istendi. Şu sırada, koruma kurullarının sit alanlarına ilişkin yetkileri kaldırılarak; sit alanı belirleme, derecelendirme ve bu alanlarda yapılaşma konularındaki yetki Çevre ve Orman Bakanlığı memurlarından oluşan yeni bir kurula devredilmek isteniyor. “2B’ye çıkarılan” orman alanlarının satışına imkan tanıyan süreç, tamamlanmak üzere. Sürecin sonraki aşaması, halen devlet orman alanı içinde olan ve orman vasfını koruyan işgal edilmiş alanların da, 2B alanına çıkarılması ile satılması olacaktır. Bu gidişle ormanda “ateş” hiç sönmeyecektir.

Yatırım oyunu
Kurumlarımızın bugüne kadarki “yatırım oyunu”, Türkiye coğrafyasına büyük zararlar verdi. Barajların ortalama ömrü 50-70 yıldır. ABD, ekolojik dengeyi bozduğu için baraj göllerinden vazgeçti ve 24 barajını da bu amaçla yıktı. Baraj göllerinin yüzyıllık sürede iklim değişikliğine yol açtığı görüldü. Bu duruma rağmen Türkiye; sulama, içme-kullanma, endüstri suyu temini ve elektrik enerjisi üretme amaçlı, 195’i büyük, 940’ı küçük olmak üzere toplam 1,135 barajı işletmeye açtı. 107’si büyük olmak üzere 135 barajın inşaatı sürüyor. 47 barajın projesi tamamlandı. 47’sinin ise proje çalışmaları sürüyor. Ayrıca 485 HES Projesinin geliştirilmesi planlandı. Bu uygulamalar sonucunda Van Gölü kapalı havzası ile Meriç-Ergene havzası dışında 24 havzayı yok ettik. Bu sonuçlara rağmen Başbakan, “19 baraj projesinin uygulamaya konacağını ve süratle bitirileceğini” övünerek tekrarlıyor. Nehirleri yok ettik, sıra derelere, çaylara geldi.

Türkiye, coğrafyasındaki “öteki değerler”in önemini artık anlamalı. Bunları koruyacak etkin ve özerk mekanizmalar kurarak, bu mekanizmaları işler kılmalı. Doğal varlıklar ve kültürel miras üzerinde işlenen suçları, hürriyeti bağlayıcı nitelikte “ağır cezalık” yaptırımlara bağlamalı ve bu yaptırımların, tedbir türünden cezalara dönüştürülmesine veya ertelenmesine son vermelidir.

Sorun, yarın yaşanacak bir coğrafyaya veya “cehennem”e sahip olmak sorunudur. Bu sonuçlardan hangisiyle karşılaşacağımız, bugünkü “tercih”lerimize bağlıdır. Türkiye, “kalkınma amaçlı yatırım”larla “öteki değerler”in korunması arasında “uygulanabilir denge” bulabilir ve özellikle enerji yatırımları alanında tercih yapma imkanını kullanabilir. Çünkü Türkiye’nin yılda 80 milyon ton petrole eşdeğer güneş enerjisi, 10.3 milyon ton petrole eşdeğer bitkisel ve hayvansal atık ile günde 65 bin ton çöpü vardır. Ayrıca 16 milyar kw/saat jeotermal enerji ve 88 MW rüzgar enerjisi potansiyeli mevcuttur. Türkiye, havza ölçeğinde ve havzadaki öteki değerlerle birlikte havza ekonomisini koruyan bir planlama yapabilir. Atık su barajlarından ve hatalı sulamadan vazgeçebilir. Çevre değerleri bakımından hassas olan havzalarda, barajlı HES’ler yerine, doğal akışlı (biriktirmesiz) HES’ler yapabilir. Söz konusu seçenekleri ve teknikleri, uygulanmaya konmamış olan mevcut projeler bakımından da devreye sokabilir, enerji üretiminde, “rant sağlama”ya son verebilir.

Süreçler, kendine özgü sonuçlar yaratır. Türkiye’nin içine girdiği sürecin taşıdığı tehdit, “yakın” bir “tehlike” haline dönüşmeden önlenmelidir.

* Avukat, Azınlık ve Çevre Değerleri Hukuku Uzm.
YorumlarYorum Sayısı: Henüz hiç yorum yapılmamışBütün yorumları forumda okuyun!
Bütün yorumları forumda okuyun!
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.