Haberler

Kentlerin sabrı kalmadı!

Tarih: 29 Eylül 2008 Kaynak: NTVMSNBC Yazan: Yasemin Arpa
AKP’den istifa eden Abdüllatif Şener’in “Rant alanları büyük gelir alanlarına dönüşmüştür. Bu dönem yapılan imar değişiklikleri Cumhuriyet tarihi boyunca yapılanlardan fazladır” sözlerine şehir plancıları da katıldı: “Lümpen kentleşme önlenemiyor.”

AK Parti’den istifa eden eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, katıldığı 32. Gün programında “Rant alanları büyük gelir alanlarına dönüşmüştür. Bu dönem yapılan imar değişiklikleri Cumhuriyet tarihi boyunca yapılanlardan fazladır. Bu ihaleler ne kadar şeffaftır? Bunları kim bölüşüyor?” diye sormuştu. ODTÜ Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler Ana Bilim Dalı öğretim görevlisi ve Şehir Plancıları Odası Genel Başkanı Doç. Dr. Tarık Şengül de bu sözler üzerine “Rüşvet, rant, ahlakiliğin dışında işler yapılması artık bir sapma, bir istisna değil. Ekonominin, kentlerin şekillenişinin temel hukuki yapısı oldu bu. Bu bir lümpen kentleşme. Ve bunun topluma maliyeti elde edilen ranttan çok daha fazla” dedi.
Haberin devamı

Şengül NTVMSNBC’ye şunları söyledi:
Kentlerin Sabrı Kalmadı

Ankara’da benim bildiğim kadarıyla 4 binin üzerinde imar değişikliği yapıldı. Ama asıl sorun işin ölçeğinin çok büyümesi. Örneğin 1000 metrekarelik bir imar parselinde 1 milyar dolarlık satışlar yapılıyor. Ama orada çıkacak sorunlara 5 milyar dolarlık bir yatırım yapılırsa sorunlar çözülüyor. Bunun da adı yöneticilik oluyor. Önce sorunu yaratıp sonra olağanüstü maliyetle bu sorunu çözen yönetici de alkışlanıyor. Katlı kavşaklara bakın, sabahları her birinin altında birikmiş arabalar. Hiçbirinin planı yok çünkü. Kentlerin sabrı kalmadı. Kentleri çökertiyoruz. Gecekonduları düşman gösteren anlayış gecekonduların kentlere yarattığı problemin 50 katını bugün yaratmış durumda.

Lümpen Kentleşme Lümpen Yönetim
Burada dikkat çekilmesi gereken temel nokta şu: Bu bir sapma değil. Bu bir lümpen kentleşme. Rüşvet, rant, ahlakiliğin dışında işler yapılması hiçbiri artık bir sapma, istisna değil. Her şey iyi gidiyor da, burada bir sapma olmuş değil. Ekonominin, kentlerin şekillenişin temel hukuki yapısı bu oldu artık. Bu bir lümpen kentleşmedir, lümpen yönetimdir. Lümpenlikten kastım şu. Bilimsel anlamıyla lümpen, üretmeyen asalak ve tüketene karşılık gelir. Artık üretmiyoruz. Lümpen yönetim ve lümpen kentleşmeyle karşı karşıyayız. Üretmekten çok, ekonomiye girmeyen işsiz güçsüz insan, borç alır. Borç alıyoruz, yani çalar çırpar; çalıyoruz. Babadan kalma şeyleri satar, onu yapıyoruz. Lümpen kentleşme dönemi, lümpen yönetim lümpen bir ahlâkı da doğurdu.

Planlama Anlayışının Yerine Tasarım
Küçük plan değişiklikleriyle inanılmaz derecede büyük rantlar elde ediliyor. Bugün planlama büyük ölçüde bitirildi. Esnek görünmeyen planlama anlayışının yerine tasarım kondu. Küçük ölçekli kentleri parça parça tasarlanıyor, her bir parsel kendi başına çözülüyor. Planın içinde nerede durduğu önemli değil, o gün o talep neye dönükse ona göre değişiklik yapılıyor, ona göre imar afları veriliyor. İmar afları artırılıyor. Bunu İETT arazilerinde de Karayolları arazisinde de yaşadık. Özel alanlarda da sürekli plan değişikliği yapılıyor. Çünkü, bir planla gelen yatırımlar değil bunlar. Burada bir yatırımcı “ben buraya otel yaparım” diyor, planda oysa orası bir başka kullanıma ayrılmış olduğu halde belediye meclisleri bunları hızla değiştiriyorlar.

Planlar Askıya Bile Asılmıyor
Belediye meclisleri o kadar hızlı plan değişikliklerine gidiyor ki, izlemekte zorlanıyoruz. Bazı yerlerde özellikle planlar -askıya asılması gerekirken- askıya bile çıkarılmıyor, kamuoyundan hızla kaçırılıyor. Planın devreden çıkartılıp, bütün sorun sanki kentsel tasarım sorunu imiş gibi küçük ölçekli, mimari tasarımlara yöneliyorlar. Ama kentler böyle oluşmaz. Plancı bir karar verirken çevresiyle birlikte düşünür. Dikkate aldığımız çok sayıda ölçüt olur. Mesela, belli bir kamusal kullanımı ticarete dönüştürdüğünüzde ulaşım, alt yapı gibi birçok açısından farklı sonuçlar ortaya çıkıyor. Peki bunun kente maliyeti nedir diye ölçüyoruz. Maliyetle yapılan işin getirisi arasındaki dengeye bakıyoruz.

Dava Açmayın Diye Rüşvet Teklif Ediliyor
Şehir Plancıları Odası olarak davalar açıyoruz. Rüşvet teklifleri bizlere bile geliyor. Dava açılmaması yönünde şubelerimize teklifler getiriliyor. İşadamları gelip “dava açmayın” diye ricada bulunuyor. Çürüme öyle bir halde ki, öyle bir hale gelmiş durumdayız ki, “Dava açmayın, biz size şunu yapalım, bunu yapalım” durumuyla karşı karşıyayız. Toplumun etkin aktörlerinin çok önemli bir bölümü bu çürümenin içine girince, dışında kalan direnen kesimleri de içine alacak stratejiler geliştirmeye çalışıyorlar. Üniversitelerde bilirkişiler hedef gösteriliyor, ama bilin ki bunun yasal sürece dayandığı zaman bile çürümenin bir ucu, rüşvet ve birtakım tekliflerle genişletilmeye çalışılıyor.

Üretim Yerine Kentsel Rant
Özellikle son dönemde yoğunlaştı ama 1980 öncesinin ekonomisi Türkiye’de kentleşmeye dayanan bir ekonomi değildi. Tam tersine kentleşmeyi topluma bırakan, ekonomik süreçleri sanayi üzerinden çalıştıran bir ekonomi idi. 1980 sonrasında ise, Türkiye ekonomisi giderek üretimden vazgeçiyor ve ekonomi kentsel çevre üzerinden konut, alışveriş merkezleri üzerinden gidiyor. 80 öncesine baktığımızda, zaten gecekondu sorunu da enformal sektör de bu yüzden yaşandı; devlet yeterince kaynak ayırmadığı için. Kaynakların önceliği üretim için kullanılıyordu. Bu ikisi arasında böyle bir fark var. Ekonominin işleyişinde ağırlık kentsel çevreye, yapılı çevreye dönünce kentsel rantlar da işin merkezine geldi. Bugün gerek arazi fiyatları gerekse konut-işyeri fiyatları inanılmaz rakamlara ulaştı.

Rant Oyunları Rutin Hale Gelmiş
Abdüllatif Şener’in parmak bastığı sorun, imar üzerinden yürütülen rant oyunları son dönemde anlıyoruz ki, bütün iktidar yapısını sarmış, her yerde bir rutin haline gelmiş. Milletvekilleri bu işlerin parçası olup komisyonlar alıyor. Bu açıkçası bir ahlaki çürümenin de en önemli unsuru haline gelmiş. Gaziantep örneğinde Belediye, hukuk yapımızda olmayan bir pazarlık sürecini niye yürütüyor? Abdüllatif Şener’in son dönemdeki imar uygulamalarına ilişkin saptamasının bir boyutu da şu: Bir girişimci geliyor belediyeye, diyor ki; şuradaki bir arsada şunu yapmak istiyorum. Sonra şöyle bir süreç işliyor: Gaziantep Belediye Başkanı bunu meşru görerek kabul etti. Tamam diyorlar ama biz buradan şu kadar arsa alırız, onu alıyorlar, sonra belediyeye şu kadar bağışta bulun. Bağış vs. mekanizmaları da çok normalmiş gibi görülüyor. Bu aslında imar mevzuatına uymayan bir şey.

Bedelini Toplum Ödüyor
Kentsel arsalar böyle pazarlık yapılarak dönüştürülmez ki. “Şu kadar bağış yaptı” diyor. Başka türlü neler işliyor, onları bilmiyorum. Dişli olayında kişiselleşmiş süreçlerin işlediğini gördük. Komisyonlar alınıyor. Şener’in söylediği ve kendisinin yönetimdeyken de büyük olasılıkla şahit olduğu şeyler, gerek kişisel gerek kurumsal düzeyde yolsuzluk anlamına gelen işler yapılıyor sürekli. Bu Türkiye’de bir rutin haline geldi. Bunun bedelini toplum ödüyor. Toplum bugün gündelik sorunların içerisinde belki yeterince değerlendiremiyor, ama kentlerde daha ağır sonuçlar ortaya çıkıyor. Her gün daha fazla para ödüyoruz, açılan yolların geçitlerin, tüp geçitler sadece dışarıdan alınan kredilerle karşılınmıyor ki. Uzun vadede suya, toplu taşıma vb. zamla toplum bu yanlışın bedelini ödüyor.

Kamu Arazilerini Satmak Önce Kârlı Gibi Görünüyor
Kamunun en çok zarara uğratıldığı konulardan bir tanesi de şu: Kentin bütünlüğünün kaybolmasının yanında, böyle bir karar verildiği zaman örneğin bir kamu arazisini belli bir fiyata sattığınız zaman, bu kâr gibi görünüyor. Şu hesap var mı bunun içinde; ulaşım açısından kamunun ne kadar yatırım yapılmasını gerektirecek, yeşil alan, sosyal gereksinim açısından kamuya ne tür yükler yükleyecek? Buraların satışandan elde edilen 300-500 milyon YTL sanki kârmış gibi görülüyor, oysa orada yarattığı duruma yönelik olarak kamu çok daha büyük maliyetli yatırımlar yapmak zorunda kalacak.

Planların Raporu Bile Yok
Türkiye kentleri başta İstanbul, Ankara olmak üzere bu sorunları yaşamaya başladı. Plan değişiklikleri yapan belediye meclislerine, belediye başkanlarına şunu sormak lazım: Gerçekten bunun kent üzerindeki etkisine yönelik bir analiziniz var mı? Yok öyle bir şey, planların raporu bile yok. Belediye meclislerine geliyor, ikiden üçe çıkartıyorlar emsali. Bunun anlamı şu: Arsanızın iki katı alana inşaat yapmanız mümkünken verilecek bir kararla bu alan üçe, dörde çıkıyor. Ama aynı oranda çevreye yaptığı ulaşım etkisi, sosyal donatılarla hiç ilgilenilmiyor.

Trafik Tıkandı ODTÜ Arazisi İsteniyor
Sorunların gerçek boyutları yatırımlar bittikten, belli bir noktaya geldikten sonra anlaşılıyor. Ankara için söylüyorum: Eskişehir Yolu’na bütün kamu kurumları da dahil, alışveriş merkezlerini koydular. Kısa sürede trafik tıkanmaya başladı. Eskişehir Yolunu genişlettiler ama sabahları çok tıkandığı için şimdi Belediye Başkanı Gökçek ODTÜ arazisini istiyor. Ankara’nın nefes aldığı bir orman alanını tahrip etmek istiyorlar. Niye, çünkü Eskişehir Yolu üzerinde emsallari çok yüksek oranda arttırılan alşveriş merkezleri, iş merkezleri, kamu kurumları buraya ne olacağı düşünülmeden konuldu.

Kamusal Alanlar Yok Ediliyor
Bütün bunlar Türkiye’de tadilat, imar değişikliği oyununun, bir plana dayanmadan yapılan parçacı yaklaşımın sonuçları. Bütünlüklü bakma kaygısını duymadığımız zaman sonunda geleceğimiz nokta bu; kamu arazilerinin ortadan kaldırılması, ormanların yarılarak yolların yapılması. Ankara için söylüyorum, Belediye Başkanı Gökçek, “Ben Eymür’ü istiyorum”, “Halka açacağım” diyor. Peki, Gölbaşı niye tahrip edildi? Rekreasyon alanını parça parça imara açtılar. Bütün o kamusal alanlar yok edilerek bu sorunlar eritilmeye çalışılıyor. Bunların topluma maliyetinin elde edilen ranttan çok daha fazla olduğu ortada. Geçmişte yapılan birikimleri satıp savan bir anlayış. Bakın, kamu arazilerinin hiçbiri elimizde hiç kalmadı. Onlar kentin nefes aldığı yerlerdi. İstanbul’da İETT, Karayolları arazisi, şimdi Haydarpaşa; bütün bunlar geçmişte üreten bir toplumun biriktirdiklerini lümpen bir anlayışla satılıp savılıyor. Maliye Bakanı belediyelere bir genelge gönderdi. Genelgede, “Kamu arazilerini plan yapmadan ucuza satmayın” diyor. O kamu arazilerinin hepsinin plan içinde bir yeri var. Ama Bakan’ın söylediği şey, bunları rant getirecek şeylere çevirin. Rant getirecek şeylere çevrildiğinde o kentlerin nefes alacak yeşil alanları, sosyal donatıları, gelecekte gerekli olabilecek arazi stokları yok ediliyor. Sıfırlanıyor.

Plancıları Dinlemiyorlar
Maliye Bakanı’nmızın planlama nosyonu sıfır olduğu için bunları anlaması mümkün değil, “İmara açın” diyor, TOKİ aracılığıyla belediyeler aracılığıyla buraları açıyorlar. Plancı, “Ben kenti güneye doğru geliştireceğim” diyor. Öyle bir plan yapılıyor ki sonra kentin kuzeyinde, 40-50 bin kişilik bir alan imara açıldı. Plan, kentin geleceğine yapılan yatırımdır, Maliye Bakanı bunu anlayabilir mi, hiç sanmıyorum. Tüketen, lümpen bir yönetim anlayışının bunu anlaması mümkün değil. Plancılık nosyonları yok, plancıları dinlemiyorlar. Bunu da lümpen kent anlayışıyla, tüketen, geçmişteki kazanımları ortardan kaldıran ve giderek topluma da lümpenlik empoze etmeye çalışan, “Siz de yapın” diyen bir anlayış. Dolayısıyla bunun yolsuzlukla bezenmiş olması, ayrıksı, tekil, ya da kazai bir durum değil. Yolsuzluk, bu türden bir rant arama anlayışının merkezinde bulunuyor.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.