
Yeniden Keşfedilen İç Kentlerde Değişen Yaşam Koşulları
Bu gelişmelere bağlı olarak çekiciliği artan kent merkezine yakın bölgelerde yürütülen kapsamlı bina yenileme çalışmaları, kültür merkezleri ve sosyal birimlerle kalitenin yükseltilmesi, rekreasyon alanlarının yeniden düzenlenmesi gibi değişimler, iç kentte arazi değerlerinin ani yükselişine neden oldu. Bu ekonomik, teknolojik, kültürel ve finansal değişimler, tüm kentin yapısını etkileyen sosyal bir değişim anlamına geliyor. İçinde bulunduğumuz süreçte, iç kentin yeniden canlandırılmasına verilen önem nedeniyle arka planda kalan yavaşlamış banliyö gelişimi, tüm bu değişimlerin başlangıcı.
Artık banliyölere yerleşmeyi tercih eden ailelerin bu bölgelerin oluşum dönemindeki ailelere oranla sosyo- demografik ve ekonomik yapısındaki değişim ise oldukça dikkat çekici. Geçmişe oranla çok daha küçük konutlarda yaşayan aileler, daha yaşlı bireylerden oluşuyor, eğitim düzeyleri eskiye oranla çok daha düşük, kazançları daha az ve konut satın almayı değil, kiralamayı amaçlıyorlar.

Kent merkezi ve banliyö arasındaki bu nitelik “değiş tokuşu” ve kullanıcının söz konusu yer değiştirme tercihinin sebepleri, farklı katmanlı bir incelemeyi gerektiriyor.
Kent içine yerleşen üniversiteli gençlerin çoğu için eğitim süresi, eskisine oranla çok daha uzun. Her jenerasyondaki üniversite mezunu sayısı da bir öncekine göre çok daha yüksek. Dolayısıyla, kentli gençlerin ailelerinin yanından ayrılıp kendi ailelerini kurmaları arasındaki zaman dilimi giderek daha da uzuyor. Evli ve çocuk sahibi olmadan geçirilen bu dönemdeki bir kullanıcı içinse, konut seçiminde eğitim-öğretim kurumlarına, sosyal alanlara ve rekreasyon alanlarına yakınlık birinci kriter olarak belirleniyor. Yüksek öğrenim görmüş kadınların sayısının erkeklerden daha fazla olduğu ve %40’ı ilerleyen yaşlarda dahi çocuk sahibi olmayı tercih etmeyen eğitimli kadınların toplum içinde öncelikli olarak kariyeri hedeflediği de göz önünde bulundurulduğunda, kent merkezine olan talebin azalmayacağı çok açık.
Kent algısını değiştiren sebepler dizisinin önemli bir katmanı da, kent ekonomisinin temelini oluşturan sektörlerin değişikliğe uğraması. Uzun zamandır üretimde görevli insan gücüne odaklı üçüncül sektör tarafından yönlendirilen kentlerde, proje odaklı, bireysel ve yaratıcı iş gücünün öne çıkması, “sabah 9 - akşam 5” şeklinde tanımlanan alışılagelmiş iş anlayışını değiştirdi. Sadece hafta içi değil, geceleri ve hafta sonu da çalışan kullanıcı, kent yaşamının temposunu değiştiriyor. Kente dahil olmak isteyen mekanlar, daha esnek imkanlar sunma ihtiyacı hissediyor ve kent içinde ulaşımın, sınırlayıcı özellik taşımaması gerekiyor. İç avluya bakan pencereleri ve çatı bahçesi olan bir daire, yan sokağında temel ve sosyal ihtiyaçların karşılanabileceği birimler, eğlence mekanları ve hatta “ekolojik fırın” bulunuyorsa, modern kentli için ideal bir yaşam mekanı anlamına geliyor.
“Yeni Kent”lerden Kim Kazanç Sağlıyor?

Kent merkezi ve bu merkezin yakın çevresi, tasarım endüstrisi için de sosyal ilişkileri canlı tutması ve önemli mekanlara ulaşılabilirliği sağlaması açısından ideal olarak tanımlanıyor. Bu bağlamda, farklı kültürlerden gelen ve farklı yaşam biçimleri söz konusu olduğunda açık görüşlü olan insanların yaşadığı çok katmanlı bölgeler öne çıkıyor. Kentli bir tasarımcının yaşamında önemli yer tutan esneklik ve kendininki dışında bir başka sosyal sınıfla bağ kurmak gibi kavramlar, bu bölgelerin avantajları arasında.
Değişmekte olan kentler arasındaki rekabet, güncel kentsel gelişim ve yenileme projeleriyle sürüyor. Bu projeler de, yeni merkezler olarak nitelenebilecek “sosyal hayatın eğlence mekanları”na, geçirdiği sosyal değişimle öne çıkan değerlenmiş alanlara, kullanım dışı endüstriyel tesislere ve limanlara yönelmiş durumda. Bu alanlarda yaşamını sürdürenler arasında kentsel bütünlüğe önem vermeyen, yerel ekonomiye fazla katkıda bulunmayan ve yaşadıkları kentten çok başka bölgelerle bağlantısı bulunan kişilerin olması ise bir dezavantaj olarak yorumlanıyor. Yenileme projeleri sürerken bölgede yaşayan halkın bu nitelikleri, bölgenin farklı sınırlar çizilerek çok fonksiyonlu, fakat sosyal anlamda “homojen kaleler” olarak tanımlanabilecek parçalara ayrılması eğilimini akla getiriyor. Kentsel dönüşümün başarılı ve kaliteli olabilmesi için göz ardı edilmemesi ve engellenmesi gereken bu ihtimal, aynı zamanda önemli bir çıkış noktası olarak da değerlendirilmeli. Ancak bu parçalanmanın, dışarıya açık ve farklılıkları bir arada barındıran “Avrupa kenti” içinde nasıl konumlandırılabileceği halen tartışma konusu.
Kentsel dönüşüm projeleri, mimarlık, tasarım, kent yaşamına ilişkin yeni şablonlar ve farklı kültürleri yeni toplum düzenleriyle bir araya getirmek gibi araçlarla kentin çekiciliğini arttırıyor. Kent merkezindeki alanların değerlendirme kriterleri ve bu değerlendirmenin ölçeği, doğru tanımlanması gereken bileşenlerin başında geliyor. Farklı kültürlere sahip kentlilerin bir araya gelerek oluşturacağı yeni yerel kültür, değişmekte olan iç kentleri olması gerektiği gibi biçimlendirecek tek öge gibi görünüyor.