Haberler

Kentleri Yaşanabilir Kılmak ya da Kadınlar için Erişilebilir Kentler

Tarih: 24 Nisan 2009 Kaynak: Birgün Yazan: Hale Güzin Kızılaslan
Üretim ilişkilerinin örgütlendiği kapitalizmin öznesi olan kentlerde, emeğin görünmeyen yüzü kadınların durumu ve kentin olanaklarından ne derece faydalanabildikleri, kent bilimcilerinin gündemine alması gereken bir mücadele alanı olarak karşımıza çıkıyor.

Kentler farklı sınıfların, kimliklerin, grupların bir arada yaşadığı, toplumsal ve ekonomik hayatın özellikleri ile mekânının şekillendiği yerlerdir. Kent; ekonomik yapısıyla, kültürüyle, sosyal oluşumlarıyla, etnik çeşitliliğiyle değerlendirildiğinde bu kaosun içerisinde görünmeyenler, asıl olmayan, normalin dışında kalanlar, birey olamamışlar, ekonomik değeri ile var olamayanlar, yani gençler, çocuklar, engelliler ve kadınlar hemen bir kenara itiliverirler. Eşitsizlik, toplumun dezavantajlıları ve ikincilleştirilenleri için kaçınılmazdır. Yeni bir kent kültürünün geliştirilmeye çalışıldığı bu çağda kente miyop gözlüğü ile bakmak bize pek çok adaletsizliği, dışlanmışlığı, ikincilleştirilmeyi ve mücadele alanını işaret eder. Üretim ilişkilerinin örgütlendiği kapitalizmin öznesi olan kentlerde, emeğin görünmeyen yüzü kadınların durumu, kentin olanaklarından ne derece faydalanabildikleri, toplumsal cinsiyet ayrımcılığının kent hakkına etkileri kent bilimcilerinin gündemine alması gereken mücadele alanlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kente yaklaşımlarda cinsiyet körlüğü
Kentleri ortaya çıkaran toplum kentsel olanla doğal olan arasındaki ilişkiyi biçimlendirir. Doğa dönüştürülür ve farklılaştırılır. Doğadaki eril ve dişil arasındaki ilişki toplumsal düzeyde cinsler arası ilişkiye dönüşür ve karşılığını erkeklik ve kadınlıkta bulur. Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı da bu ikilik için kullanılmaya başlar.

Cinsiyetlerin toplumsal olarak üretildiği düşüncesi bizi ekonomik, politik ve kültürel yapılarda cinsiyet tartışmasına götürmektedir. Cinsiyete dayalı işbölümü, cinsler arasında iktidar ilişkisinin oluşması ve bu ilişki biçiminin sürdürülebilirliği (cinsiyetçi denetim, hiyerarşik baskı, dışlanma) toplumsal olarak yapılandırılır. Üretim, tüketim, dağıtımın örgütlenmesi; kültür ve aile yaşamı ile ilgili politikalar; kentsel mekânın kullanımı, yerel yönetimlerin hizmetleri, ekonomik kalkınma vb... birçok sosyo-politik olgu ve olay cinsiyetçi ilişkiler içinde yapılandırılmakta ve yeniden üretilmektedir.

Toplumsal cinsiyetçi iktidar biçimleri mekâna taşındığı zaman kamusal alan-özel alan bölünmesi ile karşılaşılır. Kamusal alanda resmi kurumlar okullar, hastaneler, parklar, yani bireyin sosyalleştiği ve ortak etkinlikte bulunduğu yerler algılarken özel alan aileye ve bireye ait, özellikle kadının çekip çevirdiği alan olarak algılanır. Her ne kadar bu iki alan birbirinden ayrı gibi gözükse de etkileşim içindedir ve toplumsal ilişkilerin oluşması nezdinde her ikisinin de üzerinde durulması gerekir.

Toplumsal cinsiyet ilişkilerinin mekânsal ayrışması, toplumsallaşmanın tarihsel hafızasında da geniş yer almaktadır. Aristo; erkek-kadın, ebeveyn-çocuk, efendi-köle gibi özel alan ilişkilerini politik çözümlemenin dışında bırakır. Hobbes ve Locke gibi erken dönem liberalleri, özel alanı doğal alan, yani iktidar ve baskı ilişkilerinden uzak bir alan olarak sayarlar. Malthus, liberal ekonomi politiği oluştururken özel alanının iktidar içermediğini ve ekonomi politiğinin olamayacağını savunmuştur. Aslında özel alanın ele alınış biçimleri kadınların görünmezliklerini ve bu görünmezliğin toplumda yukarıdan aşağıya örgütlenmesinin anlatımıdır. Kaldı ki 10 yüzyıllık bir dönemin ortaçağ kentlerinin incelendiği bir kent bilim çalışmasına imza atan Pirene, sadece iki yerde kadın kelimesini kullanır. Marksist yaklaşım ise mekânın toplumsal bir ürün olduğunu, ideoloji ve politikadan bağımsız incelenemeyeceğini ortaya koymaktadır. Ancak Marksist yaklaşımda da kapitalist ilişkilerin içinde kadınların tabiiyeti sınıf çelişkisinden sonra ikincil ve türetilmiş bir toplumsal sorun olarak algılanır. Sınıf çelişkilerinin ortadan kalktığı bir dünyada sömüren ve sömürülen arasındaki rekabet de ortadan kalkacaktır. "Aile içinde erkek burjuvadır, kadın proletarya" denmesi, bu konudaki ihtiyaçlara yeterli bir cevap değildir.

Kent planlaması, denetlenmiş mekânı üreten en stratejik araçlardan biri olarak toplumsal cinsiyet ilişkilerinin mekânsal olarak sürmesinde ve yeniden üretilmesinde önemli bir role sahiptir. Kentsel tasarımlarda özel alan-kamusal alan ayrışması temel alınır ve tarihsel birikim, bugünün 'modern' kentlerinde de vücut bulmaya devam eder. Şehirlerin planları, evlerin mimarisi çoğu zaman sadece "yapı" olarak ele alınır. Kentin sosyal ve kültürel dokusu kapitalist ve ideolojik ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenir. Bu anlamda, özel alan içersindeki iktidar, kamusal alandaki ile uyum içindedir. Erkek egemen toplumsal yapı, toplumsal cinsiyetçi bir kentsel düzeneğe kucak açar. Kadın, kamusal alandan dışlanarak özel alan içerisine mahkûm edilir. Yani kentler, erkeklere ayrılmış piyasa ve kamunun yerleri ile kadınlara ayrılmış evin yeri karşıtlığında tasarlanır. Evin kapısının önünden geçen kentsel tasarımlar ev içi ekonomiyi görmezden gelir, işgücü piyasasında farklılaştırır.

Kadının kent içindeki hareket alanı ve işgücüne katılımı da sınırlandırılır. Rakamlarla somutlarsak, 1940'lı yıllarda kırsaldaki işgücü de göz önüne alındığında kadınların işgücüne katılımı yüzde 80'lerle ifade edilirken, 2001'de yüzde 28'lere düşmüştür. Bu oran kentlerde yüzde 17, kırsalda yüzde 40'tır. Aradaki fark kadınların eve kapanması (ev kadınlığı statüsü) ve kayıt dışı emek ile açıklanabilir. Bu okumayı yaparken 1980 sonrası işgücünde yaşanan dönüşümleri de hatırda tutmak gerekir. Bu dönemde düşük ücretli, güvencesiz işlerde çalışmanın artması, taşeron sisteminin yaygınlaşması gibi üretim ilişkilerinde önemli değişiklikler yaratan dönüşümler kadınların işgücüne katılımını da şekillendirmiştir. Öte yandan kadınların enformel olarak çalışması, gelir yaratıcı etkinlik tanımlaması ile üretim istatistiklerinin dışında kalmaktadır. Kadınlar ailelerinin ihtiyaçlarını yokluğun, yoksulluğun içerisinde karşılamak için geçinme stratejileri belirlemekte, işgücüne enformel olarak dahil olmaktadır. Bu yeniden üretimin nerede başlayıp, nerede bittiği ise belli değildir. Yani aslında kent ekonomisinin büyük bir dinamosu görmezden gelinmektedir.

Kent büyüdükçe kadınların yaşam alanları küçülür
Özel ve kamusal alanlarda varolan cinsiyet ilişkileri kadının yurttaşlık ve birey olma haklarını kısıtlarken, ilişkilerin normalleştirilmesi ile dışlayıcılık ve ikincilleştirme gündelik hayatın parçası haline gelir. Kadınlar, toplumsal baskı ve denetimle kentin olanaklarından ve kaynaklarından mahrum bırakılır. Kent, kadınlar için güvenliksiz ve ulaşılmazdır. Çalışabilecekleri işler sınırlı olduğu ve evlerinden uzakta çalışamadıkları için de çoğu zaman evlerinde çalışmayı tercih ederler. Aynı zamanda evin işleri, çocukların ve yaşlıların bakımı da bu zaman dilimi içerisinde gerçekleştirilir. İşte bu yüzden yaşamlarının çoğunu mahallelerinde veya sadece kendi ilçe sınırları içerisinde sürdürürler.

Öte yandan kadınların kentlerde yaşadıkları sorunları kabaca yapısal ve fiziksel sorunlar olarak da ayırabiliriz. Fiziksel sorunlar; güvenlik başlığı altında da toplayabileceğimiz yetersiz sokak aydınlatmaları, yürüyüş yollarının ve altgeçitlerin güvensizliği; kadınlara doğrudan ya da dolaylı olarak kapatılmış açık alanlar, ulaşım problemleri, durakların birbirinden uzaklığı, eğitim ve sağlık kurumlarına ulaşamama, kadınlar için özel kliniklerin sığınma evlerinin danışma merkezlerinin olmayışı, su, kanalizasyon ve yollar ile ilgili altyapı eksiklikleri başlıkları altında toplanabilir. Yapısal sorunlar ise geleneksel kent planlamanın tamamen göz ardı ettiği, şiddete maruz kalan kadınların özel alan içerisinde bir yurttaş ve kenttaş olarak zarar görmesi, toplumsal saygınlığın ihlali, ekonomik ve politik alanlardan dışlanması, kamusal alan-özel alan karşıtlığı, kadınların işgücüne katılımının önündeki engellerle birlikte kayıt dışı ekonominin bir parçası olmaya zorlanması gibi başlıklarda toplanabilir.

Kentsel dönüşümler, dönüşen hayatlar
Kadınlar kentsel yaşama katılmakta türlü problemlerle karşı karşıyayken, son dönemde bir de kentsel dönüşüm projeleri ile yeni bir trajedinin içerisine sürüklenmekteler. Kentsel dönüşüm, yıkıntılarla fotoğraflanmış kent yoksullarının barınma hakkı ile daha iyi bir yaşam sloganının esiri edilmiş yeni kentlilerin, yani gerçekte sermaye ve emek arasındaki bir mücadele alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Projelerin modernliği tartışıladursun, birçok kadının ailesi ile birlikte kurduğu korunaklı yaşam bu dönüşümlerle birlikte altüst edilmektedir. Kadınların kentsel yaşama ve hizmetlere erişimi zaten hayli zorlu iken, bu süreçle birlikte artık kent merkezleri ve imkânları kadınlara daha da uzak hale gelmektedir. Kent merkezlerinden uzaklaştırılan kadınların sosyal yaşamları, çalışma yaşamları, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişebilmeleri çok daha zorlaşmaktadır. Yeni çevreye uyum sağlayamamak ve ayrıca ulaşım olanaklarının kısıtlılığı ve pahalılığı gibi etmenler de kadınları eve hapsetmektedir.

Kadınlar ne ister?
Kadınların kente dair oluşturabilecekleri pek çok talebe sorunlar yol gösteriyor. Sıraladığımız yapısal ve fiziksel problemler kadınlar için tek tek talebe dönüşüyor. Kentler kadınların yurttaş ve kentli olarak görüldüğü, stratejik ve gündelik ihtiyaçlarına cevap verebilen bir donanım ile düzenlenmelidir. Şiddet gören kadınlar için sığınma evleri, insanca yaşanabilir konutlar, nitelikli ve ulaşılabilir sağlık ve eğitim kurumları, ücretsiz ve güvenilir dolaşım özgürlüğü, çalışma hakkı ve çocuk bakımı ve yaşlı bakımının yerel yönetimler tarafından üstlenilmesi, ucuz ve sağlıklı besinlere ulaşabilecekleri kent pazarları, evde üreten kadınlar için sosyal güvence ve örgütlenme olanakları, kentin tüm sokaklarının kadınlar için daha güvenli ve nitelikli hale getirilmesi ivedilikle yerine getirilmesi beklenen taleplerdir.

Kadınlar yaşadıkları kentlerde sosyo-kültürel ve ekonomik anlamda yeterli imkânlara erişebilseler, kentlerin daha yaşanılabilir olması işten bile değil. Yaşam alanlarını erişilebilir ve geniş tutmak ise toplumsal bir sorumluluk olarak her yurttaşın görevi olmakla birlikte özellikle bu konuda yerel yönetimlere önemli görevler düşmekte.

Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.