Haberler

Sorun Tasarımdır

Tarih: 28 Nisan 2009 Kaynak: Core77 Çeviren: Alper Akar
Nathan Shedroff'un yakın zaman önce Rosenfeld Media tarafından yayımlanan son kitabı Sorun Tasarımdır: Tasarımın Geleceği Sürdürülebilir Olmalı, tasarım, tasarım uygulaması ve sürdürülebilirlik konularında meslek erbablarının favori kitaplarından olacağa benziyor (eğer Worldchanging ilk yayımlandığında, Bruce Sterling tarafından "yılın değil gelecek yılın kitabı" olarak nitelenmişse, Sorun Tasarımdır'ı "geleceğin tasarım uygulamaları için mutlak rehber" olarak tanımlayabiliriz). Aşırı pragmatik tavsiyelerle, ikna edici iddialarla, ateşleyici çağrılarla dolu olan Nathan'ın eseri, tüm tasarımcılar, tasarım öğrencileri, işadamları, işletme öğrencileri, ARGE uzmanları ve avukatlar için elzem bir metin sunuyor. Kitabın satışa çıkması ve sitemizde özel tanıtım olarak duyurulmasının ardından, Core77'nin baş editörü Allan Chochinov, kitaptan, ilerideki sorunlardan, ticaret kültüründen ve şu sıralar tasarımcıları bekleyen inanılmaz fırsatlardan bahsedebilmeleri için Nathan ile yüz yüze bir sohbet gerçekleştirdi (kabul, e-posta ile bu işi halletmek daha sürdürülebilir olurdu).

Allan Chochinov: Kitabın başlığıyla başlayalım, Nathan. "Sorun Tasarımdır" başlığı kuşkusuz mükemmel bir provokasyon. Ardından şu alt başlıkla devam ediyor: "Tasarımın Geleceği Sürdürülebilir Olmalı". Bildiğim kadarıyla çalıştığın ilk yayımcı başlık konusunda ayak diremişti. Bundan biraz bahsedebilir misin?

Nathan Shedroff:
Lou Rosenfeld kitabı ve başlığı kabul ettiği için minnettarım. Fakat hâlâ tasarımcıların kitaba yaklaşımı konusunda endişe ettiğini düşünüyorum.

İlk yayınevi, başlığın "kitabın içeriğini aktarmadığından" yakınıyordu. Onlar kitabın sürdürülebilir tasarım üzerine olduğunu düşünüyorlardı ki bu sadece kısmen doğrudur. Kitap sürdürülebilirliği tartışıyor -nedir, neden önemlidir, nasıl yaklaşmak gerekir, nasıl tasarlamak gerekir- gibi. Elbette içerik zaten bu konuları takip edenlere yol gösterecektir, alt başlık onları kendine çekecektir.

Fakat tek amacım sürdürülebilirlikle zaten ilgilenen tasarımcıların dikkatini çekmek değildi. Sorun Tasarımdır, sürdürülebilirlik hakkında konuşmaya hazır olmayan tasarımcılara (ve mühendislere, yöneticilere, vb.) yönelik bir provokasyon. Ben onları tasarımın tüketimi pompalaya gelmiş etkisi üzerine tartışmaya, tasarımın daha sürdürülebilir bir dünya yaratmada alabileceği görev üzerine düşünmeye davet ediyorum. Bu, tasarım dünyasının ihtiyacı olan bir tartışma konusu zira sürdürülebilirlik, tasarım sürecinde kontrol listesine ekleyeceğiniz fazladan birkaç kalemden ibaret değil. Eğer konuyla ilgilenmeyi biraz ertelemiş olanlar, ya da başlıktan etkilenenler varsa derhal metnin peşine düşmeliler. Çünkü tasarımcılar işlerine ve dünyaya daha geniş bir sistem perspektifinden yaklaşmalılar ve Aptallar için Sürdürülebilir Tasarım tarzında kitaplar onların kafa yapılarını değiştirmeye yetmez.

AC: Önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. Geçenlerde New York Belediyesi'nde düzenlenen bir Tasarımcılar Birliği toplantısına katıldım. Görüşme sürdürülebilirlik konusuna geldiğinde insanların temel kavramlarda ne derece fikir ayrılığına düştüklerini görünce hayret ettim. Kitabınız daha başından -gerçekten en başından- mevzuya girip hızla ilerleyerek çok yüksek seviyede bir söyleve dönüşüyor. Bunu nasıl başardınız?

NS:
Verecek iyi bir cevabım olduğundan şüpheliyim. Belki iki şeyden bahsedebilirim: Birincisi, sürdürülebilirlik odaklı bir MBA programında (Presidio İşletme Fakültesi'nde) iki yıl geçirdim. İkincisi, ben bir tasarımcıyım ve neyin nasıl işlediğini gösteren şablonlar çizmeye bayılıyorum. Bu kitap temelde, sürdürülebilirlik kavramıyla ilgilenmeye ilk başladığım sıralarda var olmasını dilediğim türden bir kitap. Son beş senede çok sayıda kursa katıldıktan, dersler verdikten, çeşitli kitaplar okuyup, filmler izleyip, bu konuda birçok sohbete iştirak ettikten sonraki tüm birikimin kafamda nasıl şekillendiği bu kitabın içinde yer alıyor. Kuşkusuz konuya sadece benim ele aldığım yönden yaklaşılamaz ve herkes için işe yaramayabilir fakat bende işe yaradı ve bunu paylaşmak istedim. Kanımca herhangi bir şeyin yalın, anlaşılır bir modelini sunduğun zaman, takip eden katılımcıları kaybetmeden seviyeyi kolayca yukarı çekebilirsin. Çünkü bulunduğun, bulunmuş olduğun ve bulunacağın yer hep açık seçiktir. İşte bu, büyük ve başarılı modellerin gücü, güzelliğidir. Bu, tasarımın meseleye nasıl katkıda bulunabileceğidir.

AC: Peki model mefhumu üzerinden ilerlemek istiyorum. Okuyucularımız için sürdürülebilirliğin temel modellerinin neler olduğunu anlatabilir misin?

NS:
Sürdürülebilirlik ilkelerine dair anlaşılması gereken bir takım hususlar vardır. Bu ilkelerin çoğunluğu, bir sistem perspektifini inşa edip kullanmak ve bunun sürdürülebilirliği anlama yolundaki önemini algılamak üzerinedir. Adem-i merkeziyetçilik (yetkilerin dağılması), çeşitlilik, işbirliği/rekabet gibi başlıkların rolünü kavramak da bu ilkelere dahildir. Sonrasında, bu ilkelerle yola çıkan sürdürülebilirlik, üç kategori -yahut sahayla- karşılaşır. Bunlar: Sosyal Sorunlar (ya da İnsan Sermayesi), Çevre Sorunları (ya da Doğal Sermaye), Finans Sorunlarıdır (ya da Finansal Sermayedir). Aslında, sürdürülebilirliğin bizden tek beklediği bu sermaye çeşitlerini yönetebilmemizdir. Teorik olarak kolay gözükse de, her biri (özellikle de sosyal sorunlar) karmaşık hal almaya meyilli olduğundan uygulamada zorluk yaşanabilir. Bu, sürdürülebilirliğin yalnızca ekolojiyle ilgili olmadığının, çoğu kişi tarafından sıkça tecrübe edilen ilk idrakıdır. Şu anki ekonomik katliam, birey, kurum ya da toplum olarak finansal sermayeyi yönetemediğimiz zaman neler olacağının açık bir örneklemesidir.

Bunlar kitabın üçte birlik kısmında yer alanlar. Ardından gelen üçte birlik kısım, şablonları betimlemek için bahsi geçen bu (üç sahadan ibaret) modeli kullanıyor (bazıları şablonlardan ziyade araç-gereçler olarak da adlandırılabilir ama şimdi bu ayrıntılar üzerinde durmayalım). Bu şablonlar neyin nasıl yapılacağına yaklaşımda, ve bu yaklaşımların ne kadar çeşitli olabileceğini göstermede oldukça faydalıdır. Bazıları yalnızca çevresel etkiler üzerine, diğerleri de yalnızca sosyal etkiler üzerine odaklanır. Bazıları birden çok etki alanını da kapsayabilir fakat nihayetinde hepsi noksandır ve her biri özetle ele alınarak, ne olup bittiğini aktaran büyük resim yeniden, daha büyük bir isabetle oluşturulabilir.

Meselenin yalnızca çevre ile sınırlı kalmadığı gerçeği sürdürülebilirliği araştırmaya başlayan insanların ilk kavradıkları noktalardan biridir. Kitabın son üçte birlik kısmı tamamen tasarım stratejileri üzerinedir. Burada yer alan 12 strateji, her kesimden tasarımcının çalışmalarını daha sürdürülebilir hale getirmek için ivedilikle, her projede uygulamaya geçirebileceği türden yönlendirmeler içerir. Bu yönlendirmeleri, bildik -indirge! yeniden kullan! geri dönüştür!- üçlüsünü kullanarak oluşturdum. Dahası, gelişmiş yeni bir dördüncü kategori ekledim: "onar!". Kitabın bu son bölümünde ayrıca, başarının nasıl ölçülebileceği, nasıl deklare edilebileceği, ve neticeye nasıl yansıtılacağına (düşünüldüğünden çok daha kolaydır) dair başlıklar da var.

Bu üç basit model, tasarımcıların sayısız bilgiye ulaşmaları, bu bilgileri anlamlı bir bütünün içine dahil edip kullanabilmeleri için tasarlanmıştır.

AC: Dörtlemenize bir beşinciyi de ben eklemek isterim: "yeniden dağıt!". Bana öyle geliyor ki güncel durum için doğru olan bir strateji de elimizde zaten varolanları yeniden dağıtıma sunmak (bu mevzuya "transmateryalizasyon ve sistemleri"nin geçtiği sayfalarda biraz değiniyorsunuz). Bu konuyu daha sonraya saklamak istemiştim ama işte geldik bile.

NS:
Kanımca, tarif ettiğiniz "yeniden dağıt"ın karşılığı "yeniden kullan"ın içinde yer bulabilir. Haklısınız, toplum olarak -ırk olarak değil- şaşılacak miktarda çok IVIR ZIVIRA sahibiz. Ve bu ıvır zıvırın büyük bir kısmını da kullanmıyoruz. İki garaj dolusu, duvardan duvara, yerden tavana dolu kutular içinde eşyalara sahip ailelerle karşılaştım. Öyle ki sahip oldukları alet edevat sayısından, cinsinden bihaberler, yeri geldiği zaman neyin nerede olduğunu bulamıyorlar ve sonucunda tekrar yeni ıvır zıvırlar satın alıyorlar. Tam bir hastalık! Yine de, paylaşmak ve yeniden dağıtmak için çok seçenek var, hatta çevrimiçi teknolojiler bunu daha da kolay hale getiriyorlar. Avrupa'da oyuncak kütüphaneleri yaygınlaşmış durumda. Böylece ebeveynler çocuklarının sıkıldıkları oyuncakları bu kütüphanelere getirip bırakıyorlar, raflardan başka oyuncakları alarak eve yeni (aslında kullanılmış ama çocukları için yeni) oyuncaklarla dönüyorlar. Birçok aile yalnızca kendi evlerinde dahi yeniden dağıtımı uyguluyorlar -en azından çok küçük yaştaki çocukları için: düzenli olarak bazı oyuncakları ıskartaya çıkartıp bir yerde topluyorlar ve ancak aradan haftalar ya da aylar geçtikten sonra bunları yeni oyuncaklarmış gibi çocuklarına sunuyorlar! Harika fikir. Vaftiz kızım, kötü davranışından ötürü bir haftasonu oyuncaklarının çoğunu kaybetti. Davranışlarını düzelttiği müddetçe birer birer onları geri alacaktı. Fakat birkaç hafta sonra oyuncakların geri kalanını umursamamaya başladı. Onlara ihtiyacı kalmadığını farkettiği anda onları unutmuştu bile.

Alet edevat ödünç veren bir hizmet birimi kurmak zor değil (birçok mezunlar derneğinin bu tür sistemler geliştirdiğine tanık oldum). Geçen sene mutfak gereçleri için buna benzer iş yürüten bir ekibim vardı (söyleyin kaç sefer şu ekmek yapma, dondurma yapma, sosisli sandviç yapma makinalarını kullandınız?). Ürünlerin kullanımından en iyi şekilde istifade etmek için birçok sistem oluşturmaya imkan var (araç kiralama servislerinin ardından araç paylaşım servisleri on yıllardır hizmet veriyorlar). Yapmamız gereken tek şey neye dönem dönem ihtiyaç duyduğumuz ve neye sahip olmaya gerçekten İHTİYAÇ duyduğumuz hakkında farklı düşünmeye alışabilmemiz.

AC: Evet, 10. bölümde şunu diyorsunuz: "Biz Batılılar tamamen ziyankar bir toplumda yaşıyoruz ve dünyanın geri kalanına da bu -sürdürülemez- hayat tarzımızı ihraç ediyoruz." "Orta sınıfın kişisel mallarıyla (ıvır zıvırlarıyla) birlikte büyüye gelmesine engel olamaz mıyız?" sorusu tartışmanın bağlamına göre değişen aciliyetlerle ortaya çıkıyor. Şu anda bu konuya bakış açınız nedir?

NS:
Kendi mahvolmuş halimize rağmen ortaya çıkıp insanlara rastgele ahlak dersi vermeye kalkmak, kendileri sigara içerken çocuklarına mani olmaya çalışan ebeveynlerin durumuna düşmek olur. Bu "Dediğimi yap, yaptığımı yapma!" çizgisinin inandırıcılığı düşüktür. Yine de önemli bir mesajdır ve alçakgönüllülükle ele alınmalıdır. Dünyanın geri kalanına kısaca "Bakın, biz bunca yanlış iş yaptık ama bardağın boş tarafını değil, başardıklarımızı görmeye çalışın. Evet birçok cazip şeye sahibiz fakat ortalama olarak kimseden daha mutlu değiliz, hatta farkediyoruz ki bizden daha azına sahip olanların çoğundan da daha az mutluyuz" demeliyiz.

Bizi bekleyen inanılmaz sorunlar olduğuna, bunların büyük kısmının aşırı tüketimden kaynaklandığına dikkat çekmeliyiz. Eğer bizim öğrendiklerimizden en iyi şekilde ders çıkarırlar (eğitim, kişisel özgürlük, iyimserlik, hoşgörü vb.) ve sorunlarımızı örnek almazlarsa (son derece kutuplaşmış hiç benzeşmeyen durumlar olan sefalet, kurbanları suçlama, kibir, geosantrizm, araştırma ve dogma arasındaki savaş, doğa ile aramızdaki kopukluk, nesnelere olan ihtiras, aşırılığın tüm biçimlerine tapınma, ve çok sayıda başka şeyler), bizim sahip olduğumuzdan daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir yol tutturabilirler. O zaman bu, kendimiz için de örnek alabileceğimiz bir model olur.

Tamam, bu sözlerim ahlak dersi vermeye ya da parmak sallayarak ikaz etmeye tehlikeli derecede yakındı. Özür dilerim. Başka şekilde nasıl aktaracağımı bilemiyorum. Bazıları bunu ABD'ye ya da Batı Uygarlığına bir çeşit saldırı olarak algılayabilir. Niyetim bu değil. Herhangi bir saldırı niyeti varsa dahi bu, sağlıklı, sürdürülebilir ve mutlu yaşamamıza mani olan virüslere karşı gerçekleştirilen bir saldırı olarak algılanmalı. Belki de bu, doğal yollarla akyuvar hücrelerinin devreye soktuğu, toplumumuzu, pazarımızı ve kültürümüzü katlede gelen virüslere karşı oluşan bir tepkidir. Bunu geleceğin olumlu ve arzu edilen bir görünümü olarak tasvir ediyorum fakat diğer yandan sözlerimin bazı kesimlere ne kadar eleştirel ve sevimsiz gelebileceğini de tahmin ediyorum.

AC: Bu konuda canınızı sıkmayın, araştırma ve dogma arasındaki savaşta biz yanınızdayız! Paul Hawken da bir "bağışıklık tepkisi"nden bahsediyor. Belki de tüm sorunlarımız kendi çözümlerini ortaya çıkarıyor diye düşünüyorum. Kaç kişinin bana gelip, yapılmakta olan olumlu girişimlerin kaydını tutan yeni bir web sayfasından, kuruluştan, blogdan, ya da sosyal iletişim ağından bahsettiğine inanamazsınız. Bir liste tutmaya başladım bile! Tüm bunlar bana ümit veriyor.

NS:
Bana da ümit veriyor. Paul Hawken'ın "bağışıklık tepkisi" benzetmesini isabetli buluyorum ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. En çok önemsediğim şey, eğer başarmak istiyorsak hepimizin işbirliği içinde hareket etmesi gerektiğidir. Konuyu takip eden ama hemen hemen aynı işi yapan o kadar çok web sayfası, blog, ve hali hazırda çalışma var ki, bunlar olayları derleyip toparlamaktan çok, dikkatimizi ve konuyu dağıtan etkiye sahip oluyorlar. Sayısız yeni sivil toplum örgütü, kuruluşlar ve sosyal girişimler var fakat olumlu bir değişim için onları daha kuvvetli kılacak yeterli irtibat ve işbirliği henüz aralarında yok. Bazıları diğer inisiyatiflerden bihaber olarak bu işe soyundular ama bazıları da tamamen bir kişinin tutkusuyla, vizyonunu başkalarının vizyonuyla "kirletmemek" arzuzusuyla mevcutların yanına ilave bir örgüt olarak hayat buldular. Daha verimli olmamız gerekirken iki kat efor harcıyoruz. Bu, paramızı ve zamanımızı yalnızca mevcut sivil toplum örgütlerine harcamamız gerektiği anlamına gelmesin -bu örgütlerin çoğu değişmeye, yeni çözümler üretebilecek anlayışa sahip olmak için yeni yaklaşımlarla yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyuyorlar. Fakat her birimizin kendi kuruluşunun peşinden koşup halkın kime inanacak, destekleyecek ve katılacakları konusunda aklını karıştırmaya hakkımız yok. Birleşme süreçleri, iş hayatında doğal bir yolla işliyorken (ve her zaman en iyi sonuç alınmıyorken), kâr amacı gütmeyen dünyada daha çok imkan tanımamız gereken bir fenomene dönüşebilir.

AC: Haydi meselenin daha özeline inelim. Hawken'ın wiserearth.org adında, çokca sivil toplum örgütünü ve diğer kuruluşları listeleyen bir sayfası var mesela. Oraya "Şimdi Birleşin!" gibi bir buton eklenemez mi? Çok mu çılgınca? Birleştiklerinde daha verimli çalışabileceklerini düşündüğün birkaç kuruluş ismi sayabilir misin?

NS:
Evet belki böyle bir hizmet gerçekleştirilebilir -hatta o kadar öteye gidilebilir ki, "hangi kuruluşların hangi kısımlarını birleştirerek daha büyük verim elde etmek istersiniz?" butonu dahi eklenebilir (en iyinin en iyisi). Bunun bütün endüstrileri kapsayarak gerçekleştiğini hayal edebiliyorum. Bir Facebook uygulaması düşünün, farklı şirketlerin farklı departmanlarını seçerek hayalinizdeki firmayı kuruyorsunuz: BMW'nin mühendisliği, Nike'ın stil anlayışı, Amazon'un müşteri hizmetleri, sonra..? Ah, bunlar zaten Apple'da var. Neyse durumu kavradınız.
Tüm sivil toplum örgütleri adına konuşamam fakat sürdürülebilirlik üzerine başarıyla çalışan hatırı sayılır sayıda örgüt biliyorum ve kesinlikle birleşmeye, işbirliğine açık durumdalar. San Fransisko Körfez Bölgesi'nde muhtemelen sekiz kuruluş var ve hiçbiri bölgenin yükünü kaldıramıyor, sorunlara çözüm üretemiyor. Her zaman "Reveal"i (bitirme tezim üzerinden çözüme yaklaşım şeklim) kurup hayata geçirebilmek için Google Foundation ya da Pew'den 2 milyon Dolar (çünkü gereken miktar budur) alabilmeyi istemişimdir. Yapacağım ilk şey diğer girişimlerle (Better World Shopper, Alonovo, S-BAR, WiserBusiness, Mass Roots Project, Good Guide, Carbon Trust, Ethiscore, Sustainability Ratings, Cradle-to-Cradle ve diğerleri ile) bir zirve toplantısı gerçekleştirmek ve herkesin elindekileri ortak havuza ekleyip, en iyi çözüm üzerinde birleşerek çalışmalarını sağlamak olurdu. Ticari kuruluşlar muhtemelen iyi uyum sağlayamazdı çünkü işletme modellerini gözden geçirmeleri gerekirdi (ki kötü bir fikir olduğunu söyleyemem) fakat geri kalanları kolayca ve hız kesmeden, herkesin herşeyi tükettiği bu ortamı değiştirecek bir derecelendirme sisteminin inşasına başlarlardı. En azından buna söz verebilirim.

AC: Kitabınızdaki en kuvvetli mesajlardan biri iş dünyasıyla ilgili olanı. San Fransisko'da CompostModern'daki sunumunuzdan hatırlıyorum, tasarımcıları "yeşil kelimesini kullanmamaya" teşvik ediyordunuz. "Eğer bir renk kullanmamız gerekirse maviyi kullanalım, mavi gökyüzünün ve de dünyanın uzaydan görünen rengidir... Ama hepsinden önemlisi mavi iş dünyasının rengidir." Çok etkilenmiştim. Ben ayrıca, tasarımcılar ve işadamlarının konuştuğu farklı dillere, sahip oldukları farklı dünya görüşlerine atıfta bulunan sözleriyle Roger Martin'in de hayranıyım. Kitapta "Business-positive" terimini kullanıyorsunuz. Bunun üzerine biraz konuşabilir miyiz? Özellikle "business" tabirinin oldukça kötü bir üne sahip olduğu şu günlerde, nasıl konuşacaklarını öğrenmenin yanı sıra tasarımcılar nasıl olup da bir de iş düzenlerini bu tarz kültüre uydurmaya çalışacaklar? Ucu çok açık bir soru oldu, nereden başlamak istersiniz?

NS:
İki şeyi açıklığa kavuşturmam lazım: İlki, ne zaman bu konu hakkında konuşsam, Saatchi S'den Adam Werbach'ın ismini, "mavi" kavramını ortaya atan kişi olarak zikretmeye özen gösteriyorum. Yine de bu bloglara ya da başka yayınlara pek yansımıyor. İkincisi, maviyi yeşilden daha çok kullanmamız gerektiğine katılmasam da, tasarımcılar illa bir renge ihtiyaç duyuyorlarsa yeşili kullanmamalarını salık veriyorum, yeşil artık çok yıprandı ve bazı insanlara tuhaf geliyor.

İş dünyası için bu ülkede reflekse dayalı bir tanım kümesi var. Politikacılar "iş dünyası"ndan bahsederken aslında "büyük işler"i kastediyorlar -büyük ve özellikle uluslararası şirketlerden. "Muhafazakarlar" da son çeyrek yüzyıl boyunca iş dünyasından bahsederken yine bu büyük kuruluşlardan bahsediyorlardı. Ekonomimizin, her ekonominin belkemiği olan küçük ve orta işletmeler unutulmuş durumda. ABD'nin gayri safi milli hasılasının %50'den fazlası olduğu gibi KOBİ'lerden gelmektedir. "Büyük işlerin" bu çarpıtılmış perspektifiyle biz yasaların tümünü büyük şirketlerin işlerini kolaylaştıracak şekilde düzenledik. Maalesef hepimizin iş dünyasından bahsetmeye başladaman önce dilimiz ve beynimizle bir ön hazırlık yapmamız gerekiyor. Ben gayet ticaret-perver olmakla birlikte, esasen KOBİ destekçisiyim. Büyük şirketlerle aslında bir sorunum yok fakat hükümetlerin üzerinde, ve her seviyesinde o kadar etkileri var ki kuralları kendi lehlerine ve diğerlerinin aleyhlerine istedikleri gibi bükebiliyorlar. Amerika'nın "Kurucu Babaları"nın bunun bu şekilde olmasını istedikleri bir efsanedir. Onlar şirketlere karşı inanılmaz derecede şüpheci ve temkinlilerdi. Özellikle şirketlerin güçlerini sınırlayacak kanunlar koymuşlardı ve biz son 200 yılı bu sistemi delerek geçirdik. Bu da demek oluyor ki mevcut sistemde hiç kimse en büyük uluslararası şirketlerden daha çok kazanç elde edecek bir konumda olamaz -tabii onlar hedeflerini ve davranışlarını değiştirmedikleri müddetçe.

Geçmişte, "iş dünyası kötü ve dünyada ters giden herşeyin müsebbibi" tavrını takınan öğrencilerim oldu. Bu o kadar basite indirgeyen bir yaklaşım ki ne inandırıcı ne de yapıcı. Aynı öğrenciler mezuniyetten hemen sonra kendilerini iş dünyasında buluyorlar ve bu zihniyetle nasıl adapte olabiliyorlar gerçekten çok merak ediyorum. Farklı konumdaki iş dünyalarını ve bunların yarattıkları farklı etkileri ayırt edebilmeye ihtiyacımız var.
"İş dünyası" markası geçen on yıl içinde büyük infazlar yaşadı. Witness Enron ve diğer birçok ekonomik bozgun insanların zihninde kötü izler bıraktı. Derken 11 Eylül'de, Wall Street'teki en kötü üne sahip şirketlerden birinin icra kurulu başkanının televizyona çıkıp ağlayarak, katledilen çalışanlarının ailelerine olan yükümlülüklerini yerine getireceklerini açıkladığı o inanılmaz ana tanık olduk. Bu kısa bir zaman dilimi içinde 180 derece bir dönüştü ve iş dünyasında uzun zamandır görmediğimiz bir yaklaşımı temsil ediyordu. Tabii ki şimdilerde, yeniden dişli yatırım uzmanlarının halkı dolandırdığı ve milyarları hortumladığı tabloya dönmüş durumdayız ve iş dünyasının itibarı yeniden yerle yeksan vaziyette. Aslında hepsi, sürekli olarak eşzamanlı gerçekleşiyor ama bunları bir arada fotoğraflayamıyoruz. "İş dünyası" asla iyi ya da kötü değildir. Onun yanında ya da karşısında yer alma tavrı gülünçtür. Hükümetin, sivil toplum örgütlerinin, grupların, kâr amacı gütmeyen kuruluşların ve bireylerin hep kendine has, benzer sorunları var. Yani, tasarımcılar değişimi gerçekleştirebilmek istiyorlarsa "ticaret-perver" olmalılar derken, iş dünyasına cephe alanların takındığı tutumu bir kenara bırakıp, gerçek iletişime geçmemiz gerektiğini, "şirketler yeryüzünü nasıl daha iyi bir konuma getirebilir ve biz buna nasıl destek çıkarız" gibi konuları tartışabilmemiz gerektiğini kastediyorum.

AC: Pekala, iş dünyası yeryüzünü daha iyi konuma getirebilmek için ne yapmalı ve tasarımcılar bunun gerçekleşmesi için nasıl destek çıkmalı?

NS:
Öncelikle iş dünyası maddi kazançtan başka şeylere de önem vermeli. Mesela birçok firma çalışanlarını oldukça önemsiyor, bu da bir başlangıçtır. Fakat mühim olanı, başarı kıstasını yalnızca finansal verilere bakarak koymamakta yatıyor. Bob Willard'ın çeşitli kitaplarında sözettiği gibi, hem kâr amacı güden hem de gütmeyen işletmelerde "entegre mali durum tablosu" olarak kullanılabilecek yeni değerlendirme sistemlerine gereksinimimiz var. İş dünyasının acilen önderlik ederek başarı ölçütünü finansal analiz dışında sosyal ve çevresel analizlere de kaydırabilmesi için -elbette şimdiki hesap çizelgelerinden daha geçerli araçlara- herkesin iştirak edebilmesi, dahası uluslararası iş dünyasının iştirak edebilmesi için yeni yasama ve yönetmeliklere, kesin standartlara ihtiyaç var. İkinci olarak, iş dünyası sürdürülebilirlik felsefesini kabul etmeli ve talimatla işletmelerde de benimsenmesini sağlamalıdır. Bu herhangi bir seviyeden başlayabilir fakat talimatın en tepeden desteklenmesi şarttır. Bu metod Interface, Nike ve Apple'da, hatta yakın zamanda Dell'de işe yaradı. Bir kere talimatname devreye girdikten sonra, aynen kitabımda özetlediğim gibi tüm çalışanlar, mühendisinden, yöneticisinden tasarımcısına kadar, şartları okumak, anlamak ve daha sürdürülebilir ürünler, hizmetler üretmek üzere tasarım stratejileri geliştirmeye başlamak zorunda kalıyorlar. Bir gecede mükemmeliyeti yakalayamayız ancak radikal değişiklikler için mümkün olduğunca erken işe koyulabiliriz.

Tasarımcılar olarak, talimat var ya da yok, bu değişimleri kendiliğimizden başlatmamız, yaptığımız işlere yansıtmamız gerekli. Yöneticilerimiz duymak istemiyorsa, hammadelerin yer değiştirmesi konusundan, ya da sürdürülebilirliğe değgin diğer gelişmelerden bahsetmemeyi yeğleyebiliriz, bu durumda onların duymayı arzu edebilecekleri şeylerden, örneğin verimlilik üzerine yapılan araştırmalardan bahsedebiliriz. "Onların" dilini otoriter bir şekilde konuşmayı öğrenebilir ve risk indiriminden ve mal sahibi hakkının kazançlarından bahsedebiliriz. Bazı tasarımcılar şimdiden üretici değeri kadar iş değeri açısından da marka değerini nasıl etkili biçimde arttıracaklarını öğrendiler. Yani bahsettiğimiz şey sadece bu akımın devamı olacaktır. Ek olarak bundan ortaklarımıza, yöneticilerimize ve müşterilerimize abartıya kaçmadan cesaretlendirici, sakin ve buyurucu bir şekilde bahsetmeliyiz. İklim değişikliklerine olan ilgileri azalırsa konuyu sevimli yumuşacık kutup ayılarının boğulmalarına getiririz. Buna da tepki vermiyorlarsa, tüketiciler işsiz kaldığında, yedikleri şeyden bile korkar hale geldiklerinde, ya da evlerini sel bastığında, artık ürünlerini satacakları bir pazarın kalmayacağını açıklarız.

Son olarak dünyanın geri kalanına -müşterilerimize ve daha da geniş kitlelere- işitmeye hazır oldukları bir üslupla olan bitenden bahsetmeliyiz. Eğer yapabilirsek, 2004 yılında Pentagon'un yaptığı gibi konuyu ulusal güvenlik açısından tartışmaya başlayabiliriz. Bunlar şimdilik, bize gerekli olan cevaplar fakat daha da iyilerini geliştirmemiz gerek.

AC: Hoş bir şekilde konu, açmak istediğim yerden başka bir yöne doğru gidiyor. "Sistemler için Tasarım" adlı 15. bölümde tasarım için yeni sahalardan bahsediyor ve diyorsunuz ki: "Biz tasarımcılar, yalnızca tedarik zincirleri, mali sistemler ve birçok kültürel etki konusunda tecrübesiz olmakla kalmayıp, aynı zamanda işverenlerimizin asla duymak istemeyecekleri ‘şimdi geriye dönüp tüm sistemin açıklarını denetlememiz gerek' ya da ‘bu hakikaten kültürel bir meseledir ve yalnızca yeni bir ürünle kotarılamaz' türünden gaflar da yapıyoruz". Nitekim kitabın girişinde sistem tasavvurunu takdim ediyorsunuz ve kanımca bu bir tasarımcının kazanabileceği en etkili farklı bakış açılarından birisi.

NS:
Birçok tasarımcının şimdiden -kendiliklerinden- sistemler dahilinde düşünebildiğini sanıyorum. Ancak bunu iş dünyasına, örgütsel sistemlere yeteri kadar yayamıyoruz (aslında elimizden geldiği sürece görmezden geliyoruz). Bilhassa hizmet tasarlayanlar düzenli olarak sistemlerle meşgul oluyorlar -çözüm onları hesaba katmadan elde edilemez. En etkili çözümler, sorunu sistematik olarak ele alıp, meseleye çeşitli bakış açılarıyla yaklaşanlarıdır. Büyük çaptaki acil kazanımların reçetesi budur. Mesela Brezilya'da Curitiba şehrini örnek alın. Şehirler birçok düzende ve kademede işleyen karmaşık yapılardır ve bu yüzden sistematik çözümler olmadan iyileştirilmeleri zordur. Sefaleti para ile tedavi edemezsiniz çünkü mesele yalnızca maddi değildir. Aynı şey sağlık sistemi, trafik, yaşam kalitesi vb. için de geçerlidir.

Vali Lerner'in Curitiba'da yaptığı ilk başta birçokları tarafından yadırgandı. Mevcut problemlerin çözümü, şehrin maddi açıdan karşılayamayacağı hizmetler olarak görülüyordu. Çözümler, diğer şehirlerde uygulana geldiğinin aksine mevcutlardan satın alınan taşıtlar ya da sistemler değil, yaratıcı ve etkili yeni uygulamalardı. Bir metro ağı kurmaya bütçeleri yetmeyeceği için otobüsleri ve varolan yolları, yeni ve güzel duraklarla, başarılı bir ulaşım sistemine dönüştürdüler. Düşük gelirli kesimin seyahat edebilirliği artınca varoşlarda yaşayanlar daha çok iş aramaya başladılar. Ek olarak trafikteki hususi araç sayısı azaldı ve bu yalnızca trafiği rahatlatmakla kalmayıp hava kirliliğinin azalmasını, yaşam kalitesinin artmasını da sağladı. Vali, şehrin başlıca caddelerinden birini araç trafiğine kapayıp halk için yürüyüş ve alışveriş şeridine dönüştürdüğünde ilk tepkiler büyük çaplı ve oldukça gürültülüydü (aslında olayların nasıl gerçekleştiğine dair eğlenceli bir hikaye mevcut) ancak sonuç, kültürel ve ekonomik bir yeniden canlanma için şiddetle ihtiyaç duyulan bir vesileydi. Duygu, değer ve anlam seviyelerimize yönelik tasarım, en zor ve en önemli tasarımdır. Duygu, değer ve anlamlarımıza hitap edecek tek yol ise sistematik sorgulama ve çözümlemeden geçer. Sürdürülebilirliğin bizi götürebileceği en uzak nokta budur. En sürdürülebilir olanı tasarladığımızda önem derecelerinin bütün katmanlarının ve deneyimin bütün boyutlarının ötesinde tasarım yaparız.

AC: Değerler ve anlam konu başlıklarıyla sohbeti sonlandırmak istiyorum. 16. Bölümde şunları söylüyorsunuz:

"Çoğunlukla, sürdürülebilirliğin tüm kademelerine (sosyal, çevresel, finansal) bireyler ya da kurumlar tarafından destek gelmiyor ya da yetersiz kalıyor. Zira niteleyici geleneksel pazar araştırma teknikleri, müşterilerin ihtiyaç ve tutkularını, duygu, değer ve anlam yönünden isabetli şekilde saptayamıyor. Sürdürülebilir değerler ile müşteri deneyiminin kesiştiği noktaişte burası. Niceliksel pazar araştırmalarının, müşteri iradesini yönlendiren en önemli kriterin fiyat olduğunu söylemeleri kolaydır (çünkü en kolay ölçülebilendir). Diğer yandan, niteleyici veriler zaman zaman gösterir ki müşteriler, değerleri veya duyguları ürün ya da hizmet tarafından tetiklendiğinde daha çok para harcarlar."

Ve devam ediyorsunuz,

"Sürdürülebilir değerler de takdimlerle tetiklenir. Ve bu tetiklemeler müşteri profiline, ürünün ya da hizmetin kategorisine göre değişir. Eğer bir kuruluş bunu keşfedemezse, şirket stratejileri planlanırken bu değerlerin hakkını vermenin bir yolu yoktur. Burası tam da tasarımcıların bir kurumda (ya da kendi şirketlerinde, müşteriyle olan diyaloglarında) etkilerini en çok gösterebilecekleri noktadır."
Bu kuşkusuz daha iyi, daha titiz, daha disiplinli ve akıllı etnografik bir metodu işaret ediyor. Ama diğer yandan "değer nedir?" ve "anlamı ne yaratır?" gibi temel sorulara yönlendiriyor. Birkaç yıl önce Making Meaning başlıklı bir kitap yayımladınız, merak ediyorum, bu günlerde sürdürülebilirlik ve anlam üzerine neler düşünüyorsunuz?

NS:
Tamamen yeni bir tartışma konusu başlatmanın riskini alarak diyorum ki, anlam başkaları için birşeyler yaratılması sürecinin en kayda değer ve en kuvvetli elemanıdır. Aynı yüzümüzün evrensel olarak duyguları ifade edişleri gibi, temel anlamlar da tüm insanlık için evrenseldir. Bu da demektir ki herhangi kültürdeki herhangi bir kişi bu temel anlamların ne olduğunu ve neden önemli olduğunu bilir. Elbette hepimiz anlamları değerlerimize ve duygularımıza dokunuşlarına göre farklı tanımlıyor ve önceliklendiriyoruz. Anlamlar, değerler ve duygular, fiyat ve performansa nazaran hayatımızın daha derin katmanlarında yer alırlar. Dolayısıyla daha kuvvetlidirler (bu yüzden doğru tetiklendiklerinde bu kadar etkili ve motive edicidirler) fakat yerlerini saptamak, çözebilmek, ve onlara yönelik tasarım yapmak çok daha zordur. Yine de biz insanoğlu -kasten değil ama içgüdüsel ya da kazara- bunu her gün yapıyoruz.

"Sürdürülebilirlik" kelimesi çoğu insanın hayatında yer işgal etmiyor -herhangi anlam, değer, ya da duyguyu tetiklemiyor. Elbette azınlık sayılabilecek bir kesim için tam tersi. Onlar ise kuvvetli şekilde, fakat olumlu ya da olumsuz olarak etkileniyorlar. Durum bu vaziyetteyken, daha sürdürülebilir çözümlerle, müşterilerimizin derinliklerine inebilmeli, onların değer ve anlamlarıyla bağlantı kurabilmeliyiz (akıllı etnografik metodlar, ve diğer niteleyici metodlar bu işi başarmak için anahtar yöntemlerdir). Bazı hallerde en iyi bağlantı kurma şekli sağlık ve güvenlik konularıdır (sürdürülebilirlilğin ne olduğunun çığırtkanlığını yapmaktansa, insanlar için yararından veya nasıl daha güvenli bir yuva, bir vatan yarattığından bahsetmek daha başarılı olacaktır). Sağlık açısından avantajlarını bilmeseler para ve zamanlarını ürün ve hizmetlere bu denli harcamayacak bebekli veya küçük çocuklu aileler bunun için biçilmiş kaftandır. Örneğin şu aralar ebeveynler, kendileri organik gıda tüketmezken düzenli olarak organik bebek maması satın alıyorlar. Başkaları içinse tetikleme verimlilik ve tasarruf etrafında dönebilir. Diğer bir kesim için de avcılık, balık tutma gibi (genellikle çevreci bir anlayışa uymayan, aşırı balık tutma, aşırı avlanmayla ekosisteme aşırı yüklenen) eğlence ve aktiviteler tetikleme rolünü üstlenebilir.

Bireylerin değerleri ve anlamlarıyla irtibat kurabilmek, onların davranış ve tercihlerini değiştirmede, daha çok sürdürülebilir hedefe varmada önemli bir adım olacaktır. Doğası itibarıyla sürdürülebilirliğe karşı duracak şey yoktur. Bana, bilinçli olarak geleceğin mahvedilmesine taraf olacak birini bulabilir misiniz? Asıl sorun insanların doğaya etkilerinin farkında olmalarına yardımcı olmak ve kendi -yeterli- değer yargılarıyla eylemlerinin sonuçları arasında bağ kurmalarını sağlamak. Sürdürülebilirliğe dair çoğu konu ve yönlendirmeler insanlara ulaşmada yetersiz kalıyor. Onların dilinde konuştuğumuz sürece daha çok bireyi tarafımıza çekeriz. Tasarımın kendisi değil fakat tasarım planlaması ve tasarım süreçleri bunun ivedilikle gerçekleşmesine üstün katkı sağlayacaktır.
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.