Haberler

Bauhaus Kemalist miydi?

Tarih: 25 Ocak 2009 Kaynak: Yeni Şafak Yazan: Taceddin Ural
Aşırı ve zevksiz şehirleşme hepimizi bunaltıyor, malûm. Bu alanda, Osmanlı sınıfı geçmiş, Cumhuriyet ise çakmış görünüyor. Sebep? "Tiz-i ile reftar olanın payine damen dolaşır" olsa gerek. Hemen her alanda olduğu gibi mimarîde de "acilen inkılap" yaptık; Bauhaus ekolüne, Viyana tarzına "Türk" adını taktık, oldu sandık. Meğer olmamış.

Öteden beri milletçe, "dünyada mekân ahirette iman" der dururduk. Şimdilerde ise konut işine iyice sardırdık. TOKİ başta olmak üzere sair firmalar habire sağa sola konut konduruyor, biraz ötesine de hemen bir "alıveriş tapınağı"nın çatısını çatıyor. Ne yazık ki, Mimar Sinan'ın ustalığını tevarüs etmesini beklediğimiz sektör temsilcileri, dünyadaki tek "form"u dikdörtgen prizma sanarcasına da habire "kibrit kutusu" gibi "şeyleri" dikip duruyorlar öteye, beriye. Çok belli ki, bir "Türk mimarisî" yok ortalıkta. Osmanlı'nın fonksiyonel, minimal, estetikli ve sosyal mesajlı binalarından arta kalanlar -halâ- gözümüzün önünde olduğuna göre, mevcut durumun faturasını zaman olarak Cumhuriyet dönemine, mekân olarak da öncelikle Ankara'ya ciro etmekte bir beis olmamalı. Gerçekten de, devlet batarken borç parayla inşa ettirilen küştahlı, zevksiz birkaç son dönem işi bina istisna tutulursa Osmanlı devrinin mimarisine söylenecek pek bir şey yok. Peki, Cumhuriyet dönemi neden böyle olmuş?

Toplu Göçe Toplu Konut
Fizikî şartların zorlaması ilk etkendi belki de. Çünkü Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte bir küçük kasaba büyük bir şehire evrilecekti. Bir yandan, devrin anlayışına uygun otoriter görünümlü, "geleceğe uzanacak" anıtsal kamu binaları yapılacak, diğer yandan bu binalara doluşacak memurlara, pratik üretime yatkın konutlar inşa edilecekti. Yoğun tempo şuradan da anlaşılmalı ki, Ankara Belediyesi 1927 yılında bütün Türkiye'deki belediyelerin bütçesinin 27 katı, 1931 yılında da 23 katı harcama yapmıştı. Hâl böyle olunca yapılarda estetik gibi şeyler arayan olmuyordu elbette. Devrin yazarlarından birisi, "Fantazilerle uğraşamayız. Bediî endişe meselesini ihmal edebiliriz" diye yazıyordu. Sonra "devrimin acelesi" de vardı. Bir gecede alfabe değiştir(t)en "performans", doğaldır ki mimarîde de acul davranacaktı. Nitekim öyle de oldu. Bu nedenle yapılarda, gelenekle bağ, sosyal dokuyla uyum filan hak getireydi. Ancak bu acele, sık sık zevksizliğe tavan yaptırıyordu. Yakup Kadri Ankara romanında, mezkur zevksizlikte "hızla batılılaşma" arzusunun etkili olduğunu yazar ve örneklendirir bu sakillikleri: "Kavaklıdere'ye uzanan vilallar arasında kulesiz, saçaksız olanına tesadüf etmek zordu. H. Bey, herkesten ileri gidip, âleme kubiğin ilk örneklerini gösterdi."

Batılı Uzmanlar: Apartman Değil Müstakil Ev Yapın
"Dükkânları seyrek ve yapıştırma, asfaltı ham ve göstermelik muhitiyle Amerikalı bir sinema kumpanyasının bir günde kurabileceği , 'Ben de yapabilirim' iddiasının özenti planından öteye geçemeyen, içten oluş yerine dıştan oldurmaya çabalayışın kısır gayretini ihtar eden bir şehir." Necip Fazıl, 1930'ların bol apartmanlı Ankara'sını böyle tasvir eder. Şu tespit de, Fransız edebiyatçı Claude Farrer'e ait: "Yapıcının ihtirası dev çerçeveler içinde. Bu ihtirası bir tarafa bırakalım ama günün birinde ne işe yarar? Estetik meydanda! Kısacası yeni Ankara'yı zevksiz, ruhsuz insanlar yapmış." Bütün bu işler Batılılaşma adına yapılıyordu ama kimi Batılılar hiç de "Yeni Ankaralılar" gibi düşünmüyorlardı. Şehir planı için görüş sorulan Avrupa üniversitelerindeki mimarlardan müteşekkil bir komisyon, hazırladığı raporda, "Şu apartman sevdasından vazgeçin" diyordu: "Hakiki Türk karakterine en uygun oturma şekli apartman değil evdir. Ev sahibi olan, bilmecburiyet toprağa ve dolayısıyla memlekete daha merbuttur. Vatan toprağına sahip olma mevhumu bu suretle de kuvvetle halka aşılanabilir."

Lakin, literatürde "bir arsayı defalarca satmak hokkabazlığı" olarak da geçen apartmanlaşma -ki, Osmanlı bu binalara "yahudihane" derdi- furyası, bu cılız sesin sahiplerini ezdi geçti. Ortalık, devasa devlet binaları ile düz ara dizilen zevksiz apartmanlara kaldı.

Rantı da Unutmayalım
Mehmet Âkif merhum, "Bir devlet batarken, bir de yenisi kurulurken kolay zengin olunur" demiş, bir dostuyla sohbet ederken. "Siz devrim kaldı mı sanıyorsunuz? Her apartmana karşı bir devrimciyi yitirdik" diyen ise sıkı Kemalist Nafi Atuf Kansu'dan başkası değildi. Devre lâf ile nizamat veren Falih Rıfkı Atay da, yıllar sonra, "Atatürk devrimleri başardı ama bir şehir planını tatbik edememiştir. Ankara'da milyonlar çalınmıştır" diyecek kadar spekülatörlerden yaka silktiği görüşünü savunuyordu. Süreçte fakir yerli halk, topraklarının hızla ellerinden çıktığını görüyordu. Oysa şartlar ilk zamanlar lehlerineydi. Çünkü Osmanlı'dan kalma demokratik yerel yönetim mevzuatı, Ankara'da yerli halkın söz sahibi olmasını, oturmadaki eskilik şartına bağlayarak koruma altına almıştı. Cepleri dolu / dolacak olan dışarıdan gelme "Yeni Ankaralılar" ise bu şarta uymuyor ve bu nedenle de imarla ilgili kararlarda etkili olamıyorlardı. Ne gam! Hemen "çözüm" bulunacak; "Ankara'ya özel" bir kanun çıkartılarak bu madde yürürlükten kaldırılacaktı. Sıhhiye, Yenişehir, Kavaklıdere, Çankaya sırtları çoktan kapatılmıştı. Böylece ranttan doğan servet, tüketimi kamçılıyordu. Muteber olan; derinliği, hele hele üretimi olmayan, salt simülasyona dayalı bir modernlikti. Öyle ki, bu dönemde okullar ve işyerleri 2,5 kat artarken, Batılılaşmanın maddî sembolü olan apartmanlar tam 5 misli artış göstermişti. İsmet İnönü, "Zenginler parayı apartmana yatırıyor" diye müştekiydi.

"Bauhaus Tarzı"nı Getir, Adına "Türk Mimarisi" de
Mevzu velud, yerimiz ise dar. Şu kadarını söylemeli ki, Viyana ekolü, Bauhaus mektebine bağlı güruh, "çağdaş bina şapkasız olur" diyerek çatısız, Osmanlı'nın ince süslemelerinden itinayla kaçınıp, çıplak, sade hatlı, gri esmer binaları dikerek belki de bir milletin zevkîni kökünden değiştirdi. Ünlü mimar Sedat Hakkı Eldem, "Bu tarza halk itiraz ediyordu ama devlet böyle istediği için kabullenmek zorunda kalıyordu. En büyük itiraz ise Osmanlı'nın çok sayıdaki mimarî unsuruna sahip olan İstanbul'dan geliyordu. Ancak zamanla orada da bu stil benimsendi, Osmanlı tarzına saldırı arttı" diyordu bir yazısında. Doğruydu dedikleri. Nasıl, Falih Rıfkı Atay eski musikiyi isteyenlere "su kabağı kafalılar" diye giydiriyorsa; Kemalist eşrafın önde gelenlerinden Celal Esat Arseven de, Osmanlı mimarlarını inşaat kalfalarına resim çizmekten başka işe yaramamakla suçluyordu. Yeni Türkiye'nin mimarları öyle miydi ya!. Özetle, o günlerde herşey gibi mimarînin de eskisi tu kakaydı. Oysa yapıp edilen, latin harflerine "Türk alfabesi" demek gibi bir şeydi. "Yerlilik", Alman Bauhaus Yapı Mektebi'ni taklitten öteye geçemiyordu. Olsun, mimarîde de inkılap yapmıştık ya, ona bakın siz!

İyi ki Vedat Tek vardı...
Holtzmeister'in, Oerley'in, Egli'nin çatık kaşlı ve illâ ki dikdörtgen devlet binaları takıntısı bir yandan, tuhaflığın arayışlarını apartmanların, villaların çizgilerine yansıtan yeni yetmelerin fecaati diğer yandan Cumhuriyet'in ilk yılları mimarî bir kakafoniye sahipti. Bu hâl insana, "İyi ki o yıllarda Vedat Tek vardı" dedirtiyor. Paris'te dokuz yıl mimarlık eğitimi alan, bu alandaki başarıları ile "Legion d'honeur" nişanına da layık görülen Mimar Vedat Tek, kariyerindeki Batı katkısına rağmen sentezci bir yerli isimdi. Tek, "Dedelerimiz mimarlıkta sağlamlık ve güzelliğe önem verirlerdi. Bu, usta çırak ilişkisi içinde kusursuz bir mimarlıktı. Ulusal mimarlık beğenilmemeye ve Türk sanatları hor görülmeye başlandıkça ulusal mimarî son bulmuştur" diyordu. Vedat Tek'in iç dünyasını yansıtan bu sözlerin ışığında çizdiği meslekî rotası, bugün yerlerinden kalksalar o semtte büyük boşluk bırakacak anıtsal güzellikteki binalarda kendisini gösterir. İşte onun eserlerinden bazıları: Sirkeci Büyük Postane, Sultanahmet Tapu Dairesi, Haydarpaşa ve Moda İskeleleri, II. TBMM Binası, Çankaya Gazi Köşkü, İzmit Saat Kulesi. Unutmadan, Osmanlı mimarîsini hatırlatan yuvarlak hatlı, kubbeli çizimleri nedeniyle Tek gözden bile düşmüştü. Ankara Palas'ın inşaasını yarım bırakmasında, yeterince "inkılapçı" sayılmamasının da etkisi olmuştu.

Gecekondu Laubaliliktir
"Kırım, 93 ve Balkan savaşlarından kopup gelen sair muhacirler ve Tatarlar devrin zor şartlarında ilk 'teneke mahalleleri' yapmışlardır. Bunlar ilk plansız ve düşük seviyeli yerleşmelerdir. Zamanla şahsî hürriyet ile politika birleşmiş, bu da başıboş bir iskâna yol açmıştır. Büyük şehirler şehirleşmemekte, yığınlaşmaktadır. Gecekondular, keyif ve tesadüfle vücut bulan laubali yapılardır. Bunlara mimar eli değmez. Peki, mimar eli değen, belediyelerin onayladığı apartmanlara ne demeli? Gittikçe artan kat sayıları ile bu yapılar o çevreyi ezmekte, çirkinleştirmekte. Apartmanın istilâsına uğrayan bir semtte ne cami, ne medrese gibi eski eser barınabilir, ne de bunlar arasında yeşillik kalabilir! Hadi gecekondular bir gün yıkılacak diye ümit edelim, ancak ruhsatla yapılan apartmanlara ne demeli? Bunlar da yıkılacak değil ya! Osmanlı'nın en çirkin mahalleleri bile yenilere oranla çok özel mimarî değer taşıyormuş meğer! Yeni bir yapı, ille de göze batan, özentili, sırıtkan olacak; kır ortasına konmuş bir buzdolabı gibi! Bu durum mimar yokluğundan değildir. Aksine, Anadolu'da mimar eli değmemiş yapılarda kalite fazla düşmemiştir. Şehir özentisine düşülen mimarlı yerlerde ise soysuz binalar türemiştir." Mimar Sedat Hakkı Eldem, Elli Yıllık Cumhuriyet Minarlığı, Mimarlık Dergisi, Kasım Aralık 1974

Kaynaklar: Necip Fazıl Kısakürek Babıali, Claude Farrere Türklerin Manevî Gücü, Taceddin Ural Ankara Dükalığı, Ceyhun Atuf Kansu Cumhuriyet Bayrağı Altında, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Ankara, Falih Rıfkı Atay Çankaya, Naci Bostancı Cumhuriyet'in Başlangıç Yıllarında Ekonomi ve Siyaset, Somer Ural Mimarlık Dergisi, Kasım-Aralık 1974,

Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.