Haberler

Ne içinde İstanbul'un ne de dışında

Tarih: 11 Haziran 2010 Kaynak: Zaman Yazan: Ülkü Özel Akagündüz
İstanbul'un köylük yeri Akçakese'de en az yüzyıllık 60 ev tescil ettirildi ki, aklına esen yıkıp yerine beton ucubeler kondurmasın. Köyden çok bir sayfiye kasabasını andıran Akçakese'de aradığınızı bulursunuz yine de, temiz bir hava ve Anadolu köylerinde görmeye alıştığımız misafirperverlik...

İstanbul'un bir köyü var' dediler, 'Önü deniz, arkası orman, havası temiz, insanı güzel, evleri eski usul, biraz ahşap biraz kerpiç. Öyle pek uzak da değil hani, Şile dedin mi hemen orada. Adı da akça pakça bir şey amma... Hah tamam, Akçakese.' Haliyle sorduk: 'Ee ne olmuş bu köye?' 'Ne olmuşu var mı?' dediler: "Bir köy bulmuşsun hem de İstanbul'da. Denizinden ormanından geçtin hadi, kahvehanesinde bir soluklan. Güngörmüş insanlar göreceksin orada, serin bahçelerde otururlar ve kartopu çiçekleri arasından seçerlerse başını, muhakkak seni çaya çağırırlar." Uzatmak olmazdı, 'Eh, tamam' deyip yola koyulduk amma, ne tanış var köyde ne ahbap. Rotayı mecbur kahvehaneye kırdık, gölgeli masalardan birinde ikindi çayını yudumlayan adamın yanına kurulduk. Adının Bekir Türkay olduğunu öğrendiğimiz o nazik adam, sanki o masaya, o tahta sandalyelere hep davetsiz birileri otururmuş, bu kahvehanede hep köye dair sorular sorulurmuş gibi başladı anlatmaya: "Benim çocukluğumda köyün insanları ekseri denizciydi. Takadan büyük çekdirilerin tayfaları ve kaptanlarıydılar. Ormanlardan sahile indirilen odunu ve kömürü İstanbul'a götürürlerdi. 20 sene önceye kadar bu böyleydi. Deniz terk edildi şimdi, karada iş tuttu köylüler, en çok da İstanbul'da. Burada yerleşik aile yoktur, herkesin bir ayağı hep İstanbul'dadır."

İstanbul'la bunca içli dışlı olmak... Bir köy için ne saadet! Bekir Bey aklımızdan geçenleri okurmuş gibi uyarı mahiyetinde devam ediyor: "Bu köyün yerlileri Manav Türkleridir. Manavlar sakin mizaçlı, itaatkâr insanlardır. Denizimiz, yeşilimiz için gelenlerin küfürlü konuşmalarına, çöplerini uluorta bırakıp gitmelerine bakılırsa bu köy halkının ne kadar medeni olduğundan habersizler. Biz İstanbul'a sonradan gelenlerin değil, yerlilerin kültürünü biliriz. Gemicilik yapanlar da zaten, Uzakdoğu'dan Amerika'ya her yeri gezip dolaşmıştır."

Biz kahvehaneye oturduk oturalı bir horoz olsun ötmedi hakikaten, karşı sokaktan bir koyun sürüsü geçmedi. İnsan ilişkilerindeki sıcaklığa, misafire gösterilen hürmete de şahit olmasak hani, köy değil sayfiye kasabası diyeceğiz; ama yazın 500'e ulaşan nüfusun kışın elliye, altmışa düştüğünü duyup vazgeçiyoruz, burası da genç nüfusunu İstanbul'a göndermiş bir köydür haddizatında... Tavuklar, horozlar kuş gribi salgınında itlaf edilmiş, ineklerin koyunların nesli tükenmiş olsa da, ekmek fırından, et kasaptan satın alınsa da...

Kahveden kalkıp köy sokaklarına vuralım kendimizi derken, bisikletli bir küçük hanım çıkageliyor karşıdan. O da bizim gibi hafta sonu misafirlerinden; ama bizden daha talihli olduğu muhakkak, anneannesi bu köyde yaşıyor çünkü... Köyün ve aşağılarda denizin en iyi görüneceği tepelerden birine çıkarabilirmiş bizi Simgenur, eğer istersek Gönülçelen filminde Hasret'in önünden geçtiği ahşap eve de götürebilirmiş. Gönüllü rehberimizin yanında ağır aheste yürürken az önce kahvehanede bir baş selamıyla gönlümüzü alan güleç yüzlü amca sesleniveriyor arkamızdan: "Ben camiye gidiyorum, şu ev bizim, dolaşıp gelin, oturalım bahçede. Hanım da çay koyacak sizin için." Biz hiç dolaşmasak da olur, dolaşıp dönmesek de, o evi bir daha bulamasak da... Böyle latif bir cümle duydu ya kulaklarımız...


Sevim Teyze ve askerde Eşref Kolçak'ın çavuşluğunu yapan Süleyman amca.

Eşref Kolçak'ın çavuşu imiş

Köyün sakin, yeşil, temiz sokaklarında bize tesadüf edenler ihtimal ki anlamıştır, bu köyde az sonra gidebileceğimiz serin bir bahçemiz ve dahi bekleyenlerimiz var. Süleyman amca camiden gelmiş, çay demlenmiş, bahçedeki sedirler bizim için düzeltilmiş olmalı. Bahçe duvarının gerisinden tam da bize dedikleri gibi kartopu çiçeklerinin arasından seçip başımızı, sesleniyor Sevim teyze: 'Buyurun, buyurun!'

Anasından babasından gördüğü gibi misafiri kolundan tutup eve götürmeyi âdet edinen Süleyman Amca, 'Alman Harbi' dediği 2. Dünya Savaşı'ndaki yokluğu görüp geçirmiş bir adam. Babasının bir teneke buğday bulabilmek için şimdi bizim oturduğumuz evin kapısından çıkıp ta Kandıra'ya gidişi dün gibi aklında. Neyse, geçmiş zaman, köprünün altından çok sular akmış, Süleyman Amca askerde Eşref Kolçak'ın çavuşu imiş, hatta Vurun Kahpeye filmi bu evde çekilmiş. Köyün bir özelliğini daha keşfetmiş bulunuyoruz işte, burası Cumalıkızık ya da Ürgüp kadar şöhretli olmasa da filmlerin eskiden beri sessiz sedasız çekildiği bir plato aynı zamanda. Az önce Hatırla Sevgili'nin, Kösem Sultan'ın ve Gönülçelen'in çekildiği evlerin önünden geçtik zira...

Köy evleri tescillendi
İstanbul'un tarihî evlerini, camilerini, çeşmelerini bir baştan diğer başa kurtarmaya ant içen KUDEB (Koruma Uygulama Denetim Birimi) Akçakese köyünde de çıkıyor karşımıza. Şile Belediye Başkanı Can Tabakoğlu ile KUDEB Müdürü Şimşek Deniz'in işbirliği, köydeki 60 tarihî evin tescil edilmesini sağlamış. Yıkılmaları kanunen yasaklanan ve çizimleri tamamlanan evlerin restoresine köyde bir ahşap atölyesi kurulduktan sonra başlanacak. Akçakese'yi örnek köy olarak seçen; ama Şile köylerindeki 962 eski eseri daha kurtarmak için kolları sıvayan Şimşek Deniz, bu projeyle İstanbul'un çevresinde özgün mimarisini yeşil dokusunu ve temiz havasını muhafaza edebilmiş köyleri, dolayısıyla İstanbul'u koruma altına almayı hedefliyor. İstanbulluların bu köylerden bihaber olduklarını hatırlatan Deniz, Akçakese'nin kısa bir zaman sonra hobi bahçelerine ve yürüyüş parkurlarına sahip, ekolojik tarımın yapıldığı, el sanatlarının canlandığı örnek bir köye dönüşeceği müjdesini de veriyor.

Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.