Haberler

Çernobil, insan hayatı ve siyaset

Tarih: 28 Nisan 2011 Kaynak: Birgün Yazan: Hakan Aksay
Bundan 25 yıl öncesiydi. Leningrad'da arkadaşlarla neşeli bir gün geçirmiştik. Akşam üzeri Ukrayna'daki bir tesiste büyük bir kaza çıktığını duyduk. Televizyonu açtık. Çernobil adını ilk kez duyduk. Kazanın birkaç gün önce bir nükleer santralda çıktığı, ama her şeyin kontrol altında olduğu söyleniyordu...

Gorbaçov iktidara geleli bir yıl olmuştu. Henüz "saydamlık" politikası ilan edilmemişti. Fısıltı gazeteleri yayına başladı: "Aslında Çernobil'de yüzlerce insan öldü, ama Politbüro saklıyor!"

O yıllarda yangınlardan metro kazalarına kadar her felakette aynı şeyi yaşardık. Resmi çevreler ve "partili medya" haberi hiç vermez veya çarpıtır, fısıltı gazeteleri ise bire bin katardı.

Çernobil'in 20. Yüzyıl'da dünyanın karşılaştığı ilk büyük nükleer felaket ve tarihin en büyük kazası olduğunu nereden bilebilirdik. Olayla ilgili ilk kısa açıklama 30 Nisan 1986'da yapılmıştı. Sovyet yönetiminden "gerçeğe benzeyen" ilk bilgilendirme ise patlamadan iki hafta sonra gelmişti.

Bu süre içinde Çernobil'den gelen radyasyon bulutları Leningrad'ın üzerinden Finlandiya'ya, sonra da İsveç'e ulaşmış, orada dikkat çekmiş, analiz edilmiş ve alarm düğmelerine basılmasına neden olmuştu.

Ölenler binlerceydi. Ve yayılan radyasyonun etkisi birkaç yıl değil, yüzyıllarca sürecek, onbinlerce insan kansere yakalanacak, hastalıklı ve garip insanlar doğurmamak için pek çok aile çocuk sahibi olmaktan vazgeçecekti.

Doğan çocuklar da vardı ama. Yüzlerinde ve vücutlarında belirgin bozukluklar olan, iç organları dışarı taşan, bir bacağı ötekinden kat kat daha büyük olan, çoğunlukla medyadan gizlenen, kimilerinin deyişiyle "korkunç yaratıklar"... Çernobil'e "kurtarma çalışmaları amacı" ile giden 600 bin kişinin bir bölümü de böyle korkunç trajediler yaşadı. Kimisinin çenesi, kimisinin burnu eridi; gözleri ve dilleri sarktı, organları talan oldu. Hastanelerde aynaya bakınca intihar edenler çıktı. Tiroid kanseri vakalarında patlama yaşandı. Zihinsel hastalıklar arttı.

Çernobil yüzünden kaç kişi öldü sorusuyla ilgili bir internet taraması yaparsanız, neredeyse bir milyona yaklaşan rakamlarla da karşılaşırsınız, hâlâ "30-40 kişi" diyenlere de rastlarsınız. Dünya Sağlık Örgütü'ne bakılırsa 4 bin, Greenpeace verilerine göre ise 200 bin kişi yaşamını kaybetmiştir. Belarus'ta ortalama yaşam süresi 74'ten 58'e inmiştir.

Sovyet devleti, Çernobil'e 30 km kadar mesafede yaşayan 115 bin kişiyi ülkenin başka yerlerine göndermiştir. Çoğu Ukrayna, Belarus, Rusya'da milyonlarca insan patlamadan etkilenmiştir. Felaketin etkileri tüm Avrupa'ya, hatta Amerika'ya uzanmıştır. Radyasyon, üretilen yiyeceklerle ve içeceklerle daha uzun yıllar boyunca yayılmıştır.

Çernobil'deki nükleer santral patlamadan sonra da kullanıldı, ta ki 2000 yılına kadar. Yani ancak felaketten ancak 14 yıl sonra kapatıldı. Reaktörün üzeri, hâlâ bölgedeki radyasyonu rüzgar ve yağmurlara karşı beton bir zırhla kaplı. Bu zırhın en geç 2016'da değiştirilmesi için yüzmilyonlarca euro gerekiyor. Bu paranın önemli bölümünün, daha önce de olduğu gibi, Avrupalı ülkelerce toplanması gerekiyor.

Bugünlerde Rus kanalları, 25 yıl sonra bugün bile tehlike saçan Çernobil'in civarındaki "hayalet kasaba" görüntülerini, bölgenin boş evlerini ve işyerlerini gösteriyor. O yılın tartışmaları alevleniyor.

"Kremlin bazı kararları hemen alsaydı binlerce insan kurtarılabilirdi" deniyor. Ama ülke yönetimi, "içte ve dışta puan kaybetmemek ve panik çıkmasını önlemek" adına gerçeği gizlemeyi seçmişti. Böylece siyaset, insan hayatı karşısında bir kez daha galip gelmişti.

Hayatı Paylaşmak İçin

Doğa çoktan uyandı. Güneş yükselişe geçti. Bitkiler o eşsiz parfümleriyle yeniden canlandı. Dünyanın en güzel müziklerinden biri olan kuş cıvıltısı ortalığa yayıldı. Denizler ve nehirler sanki bu müziğe eşlik eder gibi dalgalarını dansa kaldırdı. Böceklerde bir kıpırtı başladı. Uzaktaki birkaç köpek miskin adımlarla sabahın keyfini çıkarıyor.

Doğa hayata hakim. Sükunet dolu bir mutluluk tablosu bu. Milyonlarca yıldan bu yana her gün taze bir enerjiyle yenilenen hayat, bitkilerle ve hayvanlarla ahenk içinde sonsuzluğun keyfini çıkarıyor.

Bir tek eksik var bu fotoğraf karesinde: İnsan!

Mutluluk tablosu çok fazla sürmüyor. Uzaklardan bir kamyon gürültüsü yırtıyor sessizliği; çöp arabası doğanın kirletildiğini ve yeniden kirletileceğini hatırlatıyor. Pencerelerin açılmasıyla birlikte çevredeki kuşların sesi kısılıyor.

Sinirli adımlarla iki insan dalıyor parlak çimlerin arasına; onları ezerek ilerlerken bağrışmayı andıran monologlarını okuyorlar. Ne güneşi selamlıyorlar, ne suyu, ne bitkileri, ne hayvanları...

Açılan pencerelerden birinden asla seher vakti yaşamamış sabıkalı bir şarkı taşıyor. Kalan kuşlar da susma kararı alıyor; bir kısmı başka umutlara kanat çırparak havalanıyor.

Şoförleri makineleşmiş arabalar çılgın bir iştahla benzin tüketmeye koyuluyor. İçinde günlerin bir an önce akşama dönmesini bekleyen mutsuz insanların çalıştığı fabrikaların çarkları dönüyor. Civardaki bitkiler mahsunlaşırken gökyüzüne ölüm bulutları yayılıyor.

Farklı dillere ve geleneklere sahip insanların birbirinden ayrılması gerektiği düşüncesiyle, aynı doğanın bağrına birer bıçak yarası gibi yayılmış sınırlarda askerler nöbet değiştiriyor. Ellerinde her an ölüm kusabilecek tüfekler.

Küçük komutanlar daha büyüklerine, onlar da en büyüklerine raporlar hazırlıyor. Aynı banal telaş bütün işyerlerinde yaşanıyor. Kimisi patron, kimisi müdür veya şef, kimisi de en fazla "personel" olabilmiş insanlar, aynı rolleri harfi harfine tekrarlamaya koyuluyorlar.

İçi duygusuz insan, kağıt ve mühürlerle dolu bir dizi kader belirleyici binada toplantı üstüne toplantı yapılıyor. Kimisinde zam kararı alınıyor, kimisinde savaş!.. Bazı binalarda sayfaları yalan dolu gazeteler basılıyor, bazılarında ise yazının başından buraya kadar sözünü ettiğimiz her şeyi yok etmeye iştahlı silahlar üretiliyor...

Güneş tepeye vardığında ne bitkilerin sabahki havası kalıyor, ne hayvanların.

Doğaya, onun en tehlikeli işleri yapabilecek ögesi olan insan komuta ediyor. Her sabah kuş cıvıltılarından dalgaların dansına kadar birçok güzelliği es geçen insana karşı doğanın tepki gösterme şansı yok.

Depremlerden, fırtınalardan, sellerden ve toprak kaymalarından başka!..

İçimde yıllardır ertelediğim olağanüstü sabırlı bir istek... Kendimden ve doğadan artık özür dileme zamanının geldiği yolunda titreşimler... Ve artık "bir şeyler yapmak" ihtiyacı...

Kentlerin dışına taşmak istiyorum... Hem de günübirlik kıytırık bir misafir olarak değil... Toprağa, ağaçlara, çiçeklere, suya yakın yaşamak istiyorum... Hem yalnız da değil, bütün arkadaşlarımla, dostlarımla, tanıdıklarla beraber.

Herkes beton yığınlarından ve devasa kibrit kutularında kendilerine ayrılmış bölmeden istifa edip doğayla yakından tanışabileceği küçük, ama bir yanı uçsuz bucaksızlığa açılan bir mekâna kavuşsun artık...

Ve bu evrenin hem bir parçası, hem de hakkı gasp edilmiş doğal sahiplerinden olan hayvanlara karşı mesafeli, kaygısız, meraksız ve korkak hayattan vazgeçsinler... Bu uğurda kendilerine sevginin en doğal ve karşılıksız türünü armağan etmeye çoktan hazır olan bir canlıya kapılarını açsınlar...

Sevgi için, sorumluluk için, mutluluk için...

Hayatı paylaşmak için...
Takvim
<<Haziran 2011>>
Pzt Sal Çar Per Cum Cmt Paz
    1 2 3 4 5
6 7 8 9 10 11 12
13 14 15 16 17 18 19
20 21 22 23 24 25 26
27 28 29 30      
Haber Bölümleri
Haber Kategorileri
Yayınlanan haberlere günlük olarak yukarıdaki takvimden, haberlerin kategorilerine ise aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.